1. artık senden şiir beklemediğimi söylemek için yazıyorum buraya kelimelerini, son şiirini yazmaya cesaret edememiş kadın.

    pollyanna’ya mektuplar

    i.
    sevgili pollyanna,
    sen bu mektubu okurken
    soğuk bir doğu sokağında,
    acılarla yüklü bir faytonla dolaşıyor olacağım
    atların boynunda ziller ve pembe orlondan püsküller
    şaklayan kırbaç ve gıcırdayan tekerlekler.

    kömürümüz bitti tam kışın ortasında
    toz hatıra ve talaş bastık sobaya
    üşüse böyle yapardı mutlaka hazreti isa da.
    aşkın yüzünden düşen bin parçayı
    toplamaktan yoruldum ben artık pollyanna

    yolda bavulumu çaldılar
    bana hediye ettiğin o kırmızı elbise de içindeydi
    ne güzeldi
    ben kendime çilek derdim onun giydiğimde
    bakar bakar anne derdim memelerime
    insanın memesi olması büyük bir çilektir pollyanna
    güzeldi yine de o yıllar
    küçük sarı pütürleriyle
    ne çabuk geçti.

    ama zaten onu burada giymeme izin vermezlerdi
    belki artık hiç olmaması daha iyi
    çalınmış bir güzellik,
    yasaklanmış bir güzellikten daha iyidir.
    ama onu asla unutmayacağımı bilmelisin.

    dilerim sen pötikareli gömlekler gibi neşeli,
    iri dişli bir mısır koçanı kadar
    mutlu ve yan yanasındır.
    belki bir gün beni ziyarete gelirsin
    sana krem fıstıklı ekmek ikram ederim
    artık çok mutlu olacağızlı ekmekler
    süte ekmek doğrar ve
    papara papara diye şarkı söyleriz.
    sen ruhumun misafir odasında uyursun,
    süt ve gözyaşı lekeli yumuşak yer yatağında.

    ii.
    sevgili pollyanna,
    senin romanlarında her şey o pazartesi başlardı
    kot pantolonlu, uzun bacaklı pazartesilerdi onlar
    ben mutfakta edith piaf dinler,
    bir lağım faresiyle göz göze bulaşık yıkardım.
    şehrimizin aşkı ve şehrimizin şarkısı
    öfkeyle pis su borularında dolaşırdı.
    sana patates kızartırdım.
    patatesler pazartesi kadar kırmızı oluncaya kadar...
    ölüm bizi ayırıncaya kadar...
    aşkımız şehrin en güzel aşkıydı
    kolay değildi, kolay olmamıştı
    yıllarca şehrin en güzel aşkının benekleriyle yaşamak.

    kirli muşamba perdeli meyhanelerde ağlardım
    masaaltı kedileriydi benim için ağlamak,
    bazen tekirdi, bazen sarman
    kim önce fırlarsa parsayı toplardı.

    öfkem içimde emekleyen kırmızı patikli
    bir bebekti sanki pollyanna
    her köşede nergisler satıyorlardı sokaklarda
    baygın kokulu güneşler gibi...
    onları satın almak,
    sonra bir gün yüzü çatlak intiharlarımı boyatıp
    otuzaltı numara bir hayata başlamak...
    uzun bir nekahet döneminden sonra
    nihayet ayağa kalkmak...
    öfkem
    üstü kalsın derdi ve bırakırdı hayatımı
    bayat bisküvi kokan o mahalle bakkalına
    öfkem
    işi bitmiş bir çalı süpürgesi gibi
    dayamaktır kendini duvara...
    öfkem pollyanna
    neden güzeldi?
    bütün güzeller gibi elinde bir bardak sıcak çayla

    her şey o pazartesi başlardı
    şehrimizin aşkı ve şehrimizin şarkısı
    öfkeyle pis su borularından taşardı.

    iii.
    sevgili pollyanna,
    radyo tiyatrosu dinlenirdi bir zaman içimde,
    içimde dünyanın en eski kedisi
    eski bir sobanın yanında uyuyordu.
    çocuklar bir köşede
    yenidünya çekirdekleriyle beştaş oynardı
    frenk elması da derler
    sarılı kahverengili bir meyve.
    annem işte öyle bir kadındı
    çocuklar gökyüzüne bakar sorardı:
    ay dede orada ne yapıyor anne?
    annem öldüğünde ay dede içimde
    yüzlük bir ampul gibi parçalandı.
    annem işte öyle bir kadındı
    aşure getiren çocuklara,
    teşekkür eder gibi yaşardı
    öldüğünde gül resimli bir takvim yaprağıydı.

    pollyanna,
    sana göre insan profiterol yer gibi yaşamalı
    bir çamur deryasının içinde
    küçük mutluluk topları yakalamalı.
    bense vücuduma şiirler saplıyorum durmadan
    sen de bilirsin ya allah
    dayanabileceği kadar acı verirmiş insana.

    geçen yazı
    bir dut ağacının altında roman okuyarak geçirdim
    dut taneleri düşerdi sayfalara
    tıpkı tatlı bir yaz yağmuru gibi
    büyük taneli tıpırtılarıyla
    kendimi dut ağacının gölgesini yiyen
    bir ipek böceğine benzetirdim.
    ucuz teşbihler beyaz atlı prenslerdir pollyanna
    bir şiire gelir
    ve onu bu hayattan kurtarırlar.

    ah pollyanna,
    içimde sanki hep aynı şarkıyı çalan bir laterna:
    cancağızım basma perdeme bir çiçek de sen olsaydın
    kaçarken yangın merdivenlerine
    keşke grapon kağıtları assaydın.

    --pollyanna’ya son mektup--

    “aşk mektupları elbette yakılmalı,
    geçmiş en soylu yakacaktır.”
    (nabokov)

    muhabbet kuşumuz öldü
    arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
    biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
    acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur pollyanna

    uyuyamadığım gecelerin sabahında
    gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı
    mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları
    fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi
    duaya açılan avuçlarım
    avuçlarıma kar yağardı
    kimi zaman tipi...
    kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.
    birkaç kış geçti pollyanna
    ben hep mahzun kaldım.
    kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair
    tuhaf şarkılar mırıldanarak: şiirime kenar süsü olsam ben
    bir kenar süsünün gülü olsam ben
    sarı deftere tuttuğum bir günlük
    aşk olsam ben...

    sonra yazları
    yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu
    balkon yaseminlerle sevişirdi
    rüya hülyayla sevişirdi.
    ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında
    geceyle sevişirdim.
    bir davet gibi otururdum balkonda
    bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma
    ben sevgilisi çile olan bir gelindim pollyanna
    gel derdim gel, kim olursan ol yine gel...
    çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda
    yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden
    ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi.
    bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inca
    işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak pollyanna.
    secde eden alnımı,
    şarap içen dudağımla öpmek istedim.
    dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı
    beyaz bir merhemle ovmak istedim.
    beyaz bir günahtır aramak kimi zaman pollyanna...

    itiraf etmek gerekirse
    domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan
    kalp şeklinde kültablaları
    kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül
    yetmezdi yeniden doğmaya.
    orhan gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse
    bedelini ödedim ama pollyanna
    itiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para.

    hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı pollyanna
    çimento, demir, çamur...
    duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.
    en üst kattan düşerdim her gün
    esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya
    hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı pollyanna
    sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma
    cevap beklediğim zamanlarda.

    benim bir köyüm olmadı.
    hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana
    pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.
    istanbul’u evlat edinsem
    benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi
    yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.
    mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka pollyanna
    bir kitaba bir cüz olamadım.
    yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.
    hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.
    bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı
    biri okşasam bir yumuşardı.
    bire “bir” olamadım.

    fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında pollyanna
    kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı
    uyanmalıydım.
    pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.
    bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim.

    sana bu son mektubu,
    artık senden mektup beklemediğimi söylemek için
    yazıyorum pollyanna
    son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.

    didem madak

mesaj gönder