• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.79)
kürk mantolu madonna - sabahattin ali
"her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "kürk mantolu madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. kollarıyla bizi sarar. sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran sabahattin ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.
  1. kürk mantolu madonna, roman görünümlü şiirdir bence. bir aşkın imkânsızlığını, önemsiz teferruatların hayatımızın seyrine etkisini kulağımıza fısıldar.

    evet, bugün herkesin dilinde ama anlayanların yüreğinde. ne güzeldir birinin diğerini "deli gibi değil, gayet aklı başında" olarak sevmesi. deli gibi olsa belki aklı başına gelince geçer. kim bilir?

    kitap, aşktan çok "insan"ı anlatır. kitabın başındaki hamdi'nin parayı görünce değişmiş olması (evine gelen misafire nasıl davranması gerektiğini dahi unutması), anlatıcının ve diğer insanların raif efendi hakkındaki önyargısı, maria puder'in insanlara güvenememesi, hayatımızın aslında hiç de önemi olmayan şeyler uğruna feda edilmesi...

    anlatıcı, hamdi'nin tavrı karşısında şunu söyler: "insanları kendi cinslerinden biri üzerinde kudret ve salahiyetlerlerini denemek kadar tatlı sarhoş eden ne vardır?" hamdi'nin anlatıcıya da raif efendi'ye de davranışı insana yaraşır şekilde değildir. insan paranın sahtesini yapar, para insanın derler ya, hamdi de öyle. her dönem geçerli insan modeli.

    raif efendi, içi derya deniz, dışı çaresiz bir adamdır. anlatıcı, raif'i ilk gördüğünde onun "acaba bunlar neden yaşıyor? " dediği insanlardan biri olduğunu düşünür. onu tanımaya, hele defterini okumaya başlayınca bambaşka bir raif'le ve kendi önyargısıyla karşılaşır.

    raif efendi evinde mutlu değildir. raif efendi'nin aile bireyleri için tespiti pek çok insan için geçerlidir sanırım: " senelerden beri aynı evde beraber yaşadık... bu adam kimdir diye merak etmediler... şimdi çekilip gideceğimden korkuyorlar..."

    almanya'ya sabun yapımını öğrenmeye giden "bütün dünyada yalnız" raif efendi, "boğulacak kadar yalnız" ve erkeklere güvenmeyen maria puder'e âşık olur. zamanla raif onu aşkına inandırır ama bu sefer de bir telgraf bu büyüyü bozar. telgrafın ardından raif efendi'nin şu sözleri okuyucuyu kendi hayatı hakkında düşündürür: "hayatımızın birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum."

    kitabın en sevdiğim şu cümleleri bu aşka bir ağıt niteliğindedir: "ah maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz. niçin rüzgârlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz?"

    ben de diyorum ki ah raif efendi ah! bu kadar edilgen olmasaydın, en azından kızının saçını okşasaydın!

mesaj gönder