• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.74)
det sjunde inseglet - ingmar bergman
film, on yıl süren bir haçlı seferinden vebanın kol gezdiği ülkesine dönerken yolu ölüm tarafından kesilen bir şövalyenin öyküsüdür. ölüm’ü bir satranç oyununa davet eden şövalye eğer onu yenebilirse yaşamına kaldığı yerden devam edecektir.
yedinci mühür, kıyamet tehdidi altında yaşamın anlamını çözmeye çalışan yalnız bir adamın çarpıcı bir portresidir. film, inanç sistemlerinin erozyona uğradığı, nükleer bir kıyametin gündelik tehdit olduğu 1950’lerin dünyasında insanlığın hangi değerlere sarılması gerektiğini sorgular. bu özelliğiyle yeni bir tür varoluşçu sinemanın da ikonu olmuştur.
  1. tanrının varlığını, insanların kendi uydurduğu inançlarla masumiyete ettiği eziyete izin vermesi ile de sorgulayan bir bergman eseri.

    şeytan ile ilişiği olduğu iddia edilen, aslında sadece heyecanından ve çocuk haylazlığından ileri gelen halleri yüzünden bu duruma düşen çocuğu cezalandıran ve böylece kötülüklerden arınarak üstelik de bir ibret yaratarak kötülüğü yenebileceğine inanan ortalama toplum zihniyetinin meşru zulmü ve bu zulüm sebebiyle acı çekerek yok olan masumiyetin çaresizliği karşısında hiçbir müdahalede bulunmayan tanrı, öğretilen hakkaniyet vasfını çiğneyip geçebiliyorsa, aslında belki de hiç var olmamıştır düşüncesini doğuruyor.

    çocuğun gözlerinde görülen hiçlik ise; tanrının sahip olduğu kudreti göstermeyip zulme karşı bir şey yapmaması sonucunda inanç isteğimizin içini dolduracak bir şey kalmamasından ileri geliyor.

    şövalyelerin de o anda çektiği acı, yaşanan bu ruhu kör seremoniye bütünüyle dışarıdan bakıp durumdaki anlamsızlığı kavramaları sebebiyle aynı boşluğa düşmelerinden kaynaklanıyor. bir şövalye "hayat böyle" diyerek yoluna zihni bulanık olsa da kararlı bir şekilde devam ederken; diğeri sorgulamalarından, bilgi edinme gereksiniminden alıkoyamıyor kendini ve daha çok irdeliyor.

    en sonunda hayata devam edenlerin hayata ve diğer insanlara herhangi bir müdahalede bulunmayan, kendi dünyalarında çok da soru sormadan ama yüreklerini nasırlaştırmayıp ruhlarını köreltmeyen sevgi dolu olan kişilerin olması, yaşamı çekilebilir kılmak için sahip olunması geren meziyetlere vurgu yapar nitelikte idi.

    tüm bunlar bir yana ormanda koşuşturan bir sevimliliği aklımda kalacak olan filmdir; insan, onun yaşamı ve düşünüşüyle bu kadar ilintili olan bir filmde beş saniyelik bir sincap görüntüsüne odaklandı isem bu da doğaya karışma ve doğal akışında bütünün içinde aidiyeti olan bir parçası olma isteğini gösteriyor olsa gerek. neyse canım konu ben değilim neticede burada.

    denize girmek gibi bu filmi izlemek, ilk on beş dakika tereddüt, bir yirmi dakika kadar alışma ve daha ileri gitme evresi, sonrasında ver elini ufuk çizgisi.

    keşke "ölüm" daha çok konuşsaydı derken buldum filmin sonunda kendimi, sanırım bergman tarafından sorulan sorular zaten benim de zihnimde olduğu için sanki bir cevap bulabilirmişim hissine kapıldım, oysa hepimiz sıradan fanileriz neticede.

mesaj gönder