1. zaten oturup üzerine düşünsen, ancak bu ülkeye yakıştırabileceğin kadar kokuşmuş kurumdur.

    solist boyutu:

    mesleğin gerçekten de "elit" algısı yarattığı ve arzın da talebin de bugüne nazaran çok daha sınırlı olduğu dönemde, her opera mezununun kuruma kapağı atabildiği dönemde şu ya da bu şekilde kadro almış (devlet daha keynes ile dans ederken... heeyy gidi günler) kalabalık, şu günlerde poşetteki küflü domatesi andırıyor yalnızca. kurumun çoğu sorunu da bundan ileri geliyor bana kalırsa.

    kadrosu ankara'da bulunurken istanbul'da, izmir'de yaşayanı mı dersin, istanbul'da bulunurken sıcak denizlere duyduğu tutkuyla rus esintileri yaratanı mı dersin, türlü çeşit sanat erbabı(!) mevcut. binada vakit geçirenlerin de yarısı kantindeki sandalyeden kalkıp sahneye kadar yürümeye üşeniyor, nasıl şehir dışında yaşasın? yoksa o da gider, onun nesi eksik, değil mi?

    gülsem mi, ağlasam mı, karar veremediğim bir diğer tablo; bütün yılı dikkate alınca günde ortalama dört saat çalışılan bir kurumda "iki ay mesai - on ay tatil" sistemiyle yaşayanı da az önce saydığım gruba salvo yapıyor. azıcık zorlasan, oraklı çekiçli girecekler meseleye, proleter ilan edecekler kendilerini.

    giydirmeye konu son grubumuz da "marş motoru" ustalar(!). rönesans ile şarkı söylemeye başlamış, fransız ihtilali döneminde emekliliği de gelecek planlarının arasına almış ve hâlâ kararsızlıklar içinde yüzerken bir taraftan da 30-40 yıldır söylediği eserleri tekrar tekrar söyleme saplantısıyla mutlu mesut yaşayan bir güruh bu. hem kendi bedenine, hem seyircisine işkence etmeyi sorun etmiyor hiçbiri nedense. kapalı kapılar ardında alay konusu olsalar da yüz yüze gelince bir eleştirilmezlikleri, bir kutsallıkları var. emeklerini yadsıdığımız yok ama memuriyetin getirdiği "kalite aramama" durumundan faydalanmanın da böylesi artık... gelen seyirci camiadan olunca ahbap çavuş ilişkilerinden, dışarıdan olunca mevzuya yabancılığın getirdiği çekingenlikten "aayyhh ne güzeeel, çok başarılııı" naralarıyla terk ediyor salonu.

    korist boyutu:

    kuruma hayrı dokunmayan yüzden fazla solistin halihazırda kadroları işgal etmesinden ötürü her sene sayısız solo söyleyen bu insancıklar da bir yerden sonra artık "ben miyim buranın amelesi? bu akşam temsilde solo, yarın koroyla bıdıbıdı bayramı töreni provası" demeye başlıyor. koro performansının düşmesiyle beraber haklı tepkilerinden ötürü koro içinde bir başka haklı tepkiye neden oluyorlar. "lan adam iki solo söyledi diye koroya burun kıvırmaya başlıyor, biz enayi miyiz burada canımızı dişimize takıp söylüyoruz? biz de marke takılsak seyirci kimi dinleyecek?" kabilinden yakınmalar... e haksız da sayılmazlar. bunlar huzursuzluğunu belli edebilen ekip bir de. sözleşmelisi, figüran statüsünde çalışanı... onların huzursuzluk belirtisi göstermeye ne hakkı, ne cesareti var zaten. iş güvencesini alırken onurunu da elinden almış devlet bir kere. ne denirse yapmaya, "he ağam, haklısın" demeye mahkumlar. zaten kurumun hardworker sınıfı da bunlardır. zira çalıştıkları sürece kurum için varlardır, daha önemlisi çalıştıkları sürece ekmek paralarını kazanabilirler. sistemdeki hiçbir köhnemişlik bu arkadaşların değirmenine su taşıma imkanı vermez. aynı müdürlükte onlarca solistin binanın yolunu unuttuğu gerçeği sağolsun, kontenjan durumları hayli sıkışıktır. kuruma yeni alım yapılmaz ve aida'yı eksik sayıyla sahnelerler.

    okul boyutu:

    elbette kalite sorunları her alanda olduğu gibi burada da temelden başlıyor. ülkedeki operanın seviyesi ortadayken burada bile bir şekilde trene kendisini atamayacak kadar yetersizler ne olur biliyor musunuz? konservatuvarda hoca! "pedagog" falan derler kendilerine bir de. operada temsil izlersin, okula gelirsin, hocanın yanında dünki solisti övmek gibi bir gaflete düşersin; eyvahlar olsun! o solist muhtemelen hocanın dönem arkadaşı falandır, ya bir kazık atmıştır, ya da kesin bir adaletsizlik olmuştur da o kadın/adam solist olurken senin hocan ales'le samimi olmaya başlamıştır. ben daha bileğinin hakkıyla konservatuvar hocalarını geçip de operaya giren görmedim bak, o derece. hoca bir başlar, dudağından dişinden... götünden başından... her türlü kusur bulur ya, bir kere kafaya koysun yeter ki.

    "aktiftir, daha iyi aktarır" diye düşünüp operadan birileriyle çalışmaya heves edeceksen kgb'den destek alacaksın. gizlilik düsturumuzdur! neden? hoca dediğimiz insan; bu durum kulağına giderse kendi yetersizliğini öğrencinin sadakatsizliğine tahvil edecek kadar aşağılık kompleksine batmış biridir genelde. ya da en iyi ihtimalle kendi arkadaşlarına falan gönderir seni, dinlettirir. ha bak, kötü öğrenciysen ya da eksik bir tarafların varsa yapmaz bunu! çünkü derdi senin bir şeyler öğrenmen, ufkunu genişletmen değildir. "dostlar şan dersinde görsün"dür bu kaygının adı, "bakın ben böyle öğrenci yetiştiririm"dir. sahneye çıkamamanın verdiği ezikliği bastırmanın yollarından bir tanesidir. mağlubiyeti kabullenmemiş olmaktır o dönem arkadaşlarına karşı.

    kendi hocanızla durum böyleyken okuldaki diğer hocalardan sempatik tavırlar beklemek... yahu kandırmayalım birbirimizi, kaderiniz ellerine düşsün bir saniyeliğine, sikmekten beter ederler. dost meclisi burası, darılmaca yok.

    sonra derler ki; "vay efendim operada neden bu kadar entrika var? neden sevgisiz bu insanlar? neden bla bla..."

    e be evladım, bu insanların yetiştikleri yer belli, yetiştirenleri belli. operaya girememişlerinin tafrasından geçilmiyorken bir de bunu başarmış olanlardan ömer baba erdemi mi bekliyorsun?

    idare boyutu:

    "arkadaşım, sen de ne emmeye geliyorsun, ne gömmeye" derler adama ya, yine de söylemeden duramıyor insan;

    kurumun başına sanatla alakası olmayan bir bürokrat getirilse, "vay efendim falancanın müdürü şimdi sanat kurumu yönetiyor, memleketin haline bak!"...

    e içeriden biri getirilse, bahsettiğim kirli dünyadan çıkmış, haliyle alabildiğine kirlenmiş biri olacak, kaçarı yok. zaten sanatçılığı yeterli de olsa, yetersiz de olsa her türlü eleştirilecek. icra becerisinin kurum yönetmeye etkisini sorgulamayalım zaten, boş ver onları, gereksiz teferruat onlar. kurum personeli için asıl önemli olan; "kimlerdenmiş bu?" sorusunun yanıtı. kesin "birilerinden" olur bu vatandaş, kesinlikle de birilerini kollayacaktır geldikten sonra. ha, olmuyor mu, oluyor hakikaten. ama o koltuğa sizin yüklediğiniz anlam yüzünden her gelen birilerini kollamak zorunda hissediyorsa kendisini? aksi takdirde eskiden rakı masalarında beraber heybeli'de her gece mehtaba çıktığı adamlar "ulan müdür oldu, götü kalktı bak. görüyor mu hiç bizi" homurtularına başlıyorsa?

    zaten idaredeki en büyük sorun; klikleşmeler ve dolayısıyla kendi kliğinin yarattığı statükoyu koruma çabası. "bizden olsun da..." kafası... sistemin ne kadar çürüdüğünün önemi yok, o sistem senin kankanın elindeyse sen yine mutlusun. yok başka birinin kankasıysa o adam hükümetin adamı da olabilir, birilerinin eliyle oraya getirilmiş de olabilir; artık ona zaman içinde hayal gücün karar verecek. yok yok, iyisi mi hiç uğraşma bu işlerle canım arkadaşım. oligarşik sistem oturmuş burada, illaki "bla bla mezunlarının adamı" gelir tepeye, sonra fena yakarlar başını.

    sokaktaki algı boyutu:

    ülkenin geri kalmışlığının bir sonucu olarak polifoniye mesafeli tavrı öne sürmek biraz kolaya kaçmak olacak gibi ama hakikaten üretmesi ve anlaması zor müziği dinlemekten de kaçınanlardan kurulu pragmatizmin ürünü olan demografik yapımız. sen zaten yıllarca asker kafasıyla "vatan, millet, bayrak" diye inleyerek "biz vs. onlar" diye düşünmüşsün, yabancıya öcü gibi bakar olmuşsun. müziğin yabancı dilde olanı, müziğin yabancı sistemde olanı nasıl sıcak gelsin ha deyince? bir de bu müziğin bir avuç icracısı iyice kendi kabuğuna çekilirse... "biz elit müzik yapıyos bebeqm" diye robe de chambre giyen amcalara, konken partilerine giden teyzelere dönüşürlerse ve halkla aralarına kocaman bir duvar örerlerse takip eden onlarca yıl boyunca birileri bu algıyı yıkmak için savaşmak zorunda kalır. kimisi çıkar televizyonlarda piyasa söyler, kimisi alır türküleri mikrofonsuz sahne sesiyle söylemeye çalışır. geri kalanlar da kantinde oturup "mesleği ayağa düşürdüler bak" diye eleştiri saçar.

    bunca yıldır operanın ne olduğunu bile anlatmayı başaramamış insanlarsınız, kabul edin bunu. aslında anlatmaya da pek gönlünüz yok gibi geliyor dışarıdan, bilemiyorum. 15 milyonluk şehirden bugüne kadar "iki salon(bak, akm de yok artık) yetmiyor bize, opera izlemek istiyoruz ama ulaşamıyoruz" şikayeti yükselmediyse, operanın seyircisi her hafta aynı bin kişiyse... devletten operaya destek atmasını, yeni salon açmasını, yeni personel almasını beklemek de biraz hadsizce olmuyor mu? önce talebi yaratmak lazım. maalesef evrensel ticaret kuralları bu alanda çalışmıyor. mevzubahis opera & türkiye ilişkisiyse her arz kendi talebini yaratmıyor.

    hükümet boyutu:

    günümüzde batı sanatına yaklaşımın rengini az çok biliyoruz ama sorunu günümüze indirgemek samimiyetsizlikten başka bir şey olmaz. sanat düşmanı olmayan, aynı kafada olduğunuz için ikna edebildiğiniz, iki şirinlikle kandırabileceğiniz politikacılar varken de bu ülkede opera rezil durumdaysa, bugünden tek farkı sizin halinizden memnun oluşunuzsa artık azıcık utanmak, konuyu tamamı ile iktidara bağlamamak zamanıdır.

    traşlayabildiğim kadar traşladım youreads, ama yine yeterince kısa olmadı; helal et hostunu, bandını.

mesaj gönder