• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.47)
vozvrashchenie - andrey zvyagintsev
andrey ve ivan çocuk yaşlarda iki erkek kardeştirler. andrey büyük olmasının yanında, daha sosyal, sıradan, yaşının gerektirdiği gibi biridir. ivan ise soğuk, her şeyi kabullenmeyen, yaşından büyük şeylere cesaret eden bir karakterdedir. bir gün eve koşarak gittiklerinde eve, babalarının geldiklerini annelerinden duyarlar ve inanamazlar. çünkü 12 yıl önce babaları gittiğinde, daha kundaktadırlar ve o olduğunu da o zamandan kalma bir fotoğraf ile tespit ederler. baba ise ata erkil, sert bir yapıdadır. geldikten sonraki ertesi gün, baba ve iki oğul iki günlüğüne tatil için yola çıkarlar ve film gelişir.
  1. andrey zvyagintsevin debüt filmi, yaratılış tarihinin eski hikayelerinden biri, yaşam devam ettiği sürece de var olacak olan, babalar ve oğullar polemiğidir. kamerasını, ait olmadığı evine on iki yıllık aradan sonra dönen babanın (bir diğer adıyla, isanın) ona inanlarla (andrey’in) inanmakla inanmamak arasında kalanların (sonunda anne modeline dönüşen magdalena’nın) ayrıca da inanmamak hakkını kullananların (ivan’ın) ilişkilerine tutan zvyagintsev, dört bin yıllık tarihi sahneyi, rusya gerçekliği ve yeni yetmelik çağının tamamlanmamış arzuları üzerinden, metafora kaçmadan, melodram tuzağına düşmeden, bütün çıplaklığıyla analiz yapmaya çalışır.
    filmin açılış sekansı, iki kardeş arasında uzun yıllara yayılan (ve dayalı) uçurumun (konfliktin) tasvirini yapar: yaklaşık elli veya altmış metrelik yükseklikten göle atılan çocuklar, yarattıkları bu şouyu korkaklık ve cesaret tarazisinde ölçemektedirler. çocukuluk çağlarının değişilmez (hatırlayalım: koşu sırasında arkada kalanın hep ödlek ilan edildiği zamanlar) kuralları onlar için de geçerlidir: tek seferde atlamayan korkaktır! ve zvaygintsev bu ustaca tasarlanmış küçük tuzakla filmin gidişatında rol değiştirmiştir; izleyiciyi iki cepheye bölmeyi başarmış, taraf olmaya zorlamıştır: kuleden başarıyla atlayan andrey; ve duygularına güvenmeyerek atlamaktan vazgeçen korkak ivanlar. hangisi haklıdır diye düşünürüz? (zvyagintsev çatışmanın ilk sorusunu böyle sormuş olur) yanıltıcı ve yıllar sonra yarı utanç hissleriyle hatırlanacak olan küçük kahramanlıklar mı, yoksa o an, orada yaşanan (ve kabul edelim: çok ağır anlardır) fakat yetişkinleştikçe unutuşa doğru yol alacak olan maskaralık mı? devam etmekte olan dakikalarsa, kulede yaşanan iki kardeş epizotunun sadece karakteristik değil, aynı zamanda geçmişe ait izler taşıdığını da açığa çıkartarak, bazı soruların cevabını yanıtlar: o çocuklar bütün o kahramanlık ve korkaklık gösterisini bir gecenin içinde unutarak, iki yetkin bireye dönüşecekler...
    pilot zannedilen baba on iki sene sonra evine dönmüştür. onun dönüşünden önce bir kaçış/kovalamaca sahnesini izlediğimizi hatırlayalım: büyük kardeş andrey, küçük kardeşi ivan’a herkesin içinde hakaret ederek, onun duygularıyla oynamıştır. karşılığında bir tekme
    yedikten sonra eve kadar yarış başlamıştır. ara kesmeler kullanılarak devam eden bu maratoan, izleyicinin kararını pekiştirmek maksadıyla tasarlanmıştır. onlar birbirileriyle mücadele içindedirler. zaman zaman ivan, bazı durumlarda ise andrey yarışı önde götürmekte, bu çocuksu şöleni (evet, ona şölen demekten çekinmeyeceğim) galibiyet arzusuyla bitirmek isteğindedirler. fakat eve geldikleri sırada, elinde sigarası, sessiz mi sessiz annelerinin karşısında (kabullenen, sofu kadını hatırlatır) bağırıp çağırmaya başlarlar. anneleri sessiz olmalarını, evde babalarının uyuduğunu söyler.
    evet, baba geri dönmüştür. peki, aslında kimdir baba? çatışmanın ikinci sorusu ilk olarak
    çocuklarının mimiklerinde, sonraysa çatı katındaki eylemlerinde gizlidir. izleyici bu evrede
    protogonist ve antogonist(lerle) tanışacaktır. evlatları tarafından pilot zannedilen baba, on iki yıl uzak kaldığı yatağında, tıpkı asırlar önce, 1400cü yıllarda yaşamış rönesans ressamı andrea mantegnana tarafından tablolaştırılmış lamentation of christ (ölü isa) gibi, ağır nefeslerin eşliğinde uyumaktadır. annelerinin (ah, isanın kederli fahişesi) onlara sunduğu babaya – daha doğrusu onun cüsseli varlığına – inanmakta zorluk çekerler. ve bu sebeple, çatı katında gizledikleri resme bir daha bakıp – sadece bir kanıtla – onun dönüşünü kabullenmeye başlarlar. bu detay filmin az önce ifade ettiğim kimlik sorununu çözmek adına önemli bir noktadır: iki kardeşin resimlerde gördüğü anlamlar farklılık gösterir: ağabey andrey’i babasının (hiç tanımadığı babasının) azameti, büyüklüğü büyülemişse (bunu memnunluk duyarak onun aslında ihtiyacı olan cesaretle değiştirirdim), ivan içinse bu aksine, soruların başlangıçıdır. zvyagintsev kısaca bir soruyu daha sormaktan çekinmez: isa bir inan adına, bir daha, çarmıha gerilmeyi kabul eder mi?

    babanın on iki yıllık yokluğunu iki varsayımla açıklayabiliriz: birinci görüş, the return’ün dramanın yanısıra aynı zamanda otobiyografik film olduğudur. angelopoulos ve truffaut gibi, zvyagintsev’de babasından nostaljik intikam almak niyetindedir: on iki yaşlı zvyagintsev, bir sabah babasının evden ayrılıp, bir daha geri dönmemesini, belkide bu metodla yorumalamaktadır. ikincisi durum, zvyagintsev sinemasında karşılaştığımız teslis; güç, iktidar ve politika kavramıdır. on iki rakamının politik imgesi böyle de okunabilir: 1991ci senesiyle, filmin çekildiği 2003 yılları arasında iki değişken rusya görmek mümkün. sevinç gözyaşları ve ellerinde çiçeklerle devrimin çocuklarını alaşağı eden mcdonalds rusya’sıyla, oyuncakları ellerinden alınmış işçi hegemoniyasının lirik karşıdurması... baba motif olarak komünizmi temsil ediyorsa, ivan ve andrey (not düşelim: andrey devrimin o tarifi mümkünsüz çekiciliğini özlemektedir) xxi. yüzyıl, demokrat maskesi takmış rusyadır. dramatik yapısı babalar ve oğullar polemiği olan the return, bir diğer taraftan ince göndermeler yaparak, politik film olmayı da başarmaktadır.
    da vinci’nin ünlü son akşam yemeği tablosunu hatırlatan bir diğer sahneye geçiyoruz. karakter olarak hiçbir işlevi olmayan, ama olmaması halinde çocukların durumundaki anlatımı eksik kılacak babaanne, aileyle beraber yaşamaktadır. anne tavuk kızartmıştır. çocuklar sofrada oturmuş, babalarını beklemekteler. sofrada bulunan somun ekmeği ve şarap, diğer karakterleri havari, babayı isa gibi tanımlamamızla sonuçlanır. sofraya oturan baba, çocuklarında şarap içmesi gerektiğini söyler. andrey bu durumdan memnun, ivan ise değildir. işte bu detay izleyicinin “şimdi ne olacak” sorusunu yaratmasına, seçtiği tarafı sorgulamasına sebebiyet verir. babanın sanki hiçbir şey olmamış, yaşanmamış, sanki her zaman evdeymiş gibi hal ve tavırları izleyiciyi provoke etmekte, düşündürmektedir. zvyagintsev’in izleyiciye göre, bu dakikaya kadar sakladığı giz babanın muammalı sırrı gibi gözükmektedir. neden yoktu? ne diye geldi? neler yaşanacak? evet, bunlar aynı zamanda inanmamak hakkını kullanan ivan’ın da sorularıdır. izleyici bir anda ivan’ın durumuyla gerçeğe yol almaktadır…
    baba, sert, sözünün geri çevrilmesini istemeyen, klasik otoriter imgesi; yani güç ve iktidardır. adaya yapılan yolculuk zamanı gün yüzüneü çıkan bir diğer gerçek (ki, metaforik gerçekten bahsediyorum) evlatlarının da farklı biçimlerde babadan istedikleri bu ikilidir: andrey güç isteğine, güler yüzlü, babanın sevimli oğlu rolündeyse (zavallı andryuşka…), ivan’da bu devrimsel tarzda, iktidar isteğidir. bir düğüm daha atar zvyagintsev. bu düğümün içinde seyirciler de vardır. zaten bu nokta filmin en ilginç gerilim ve çatışma merkezini oluşturur: zvyagintsev usta bir hamleyle babanı arka planda tutarak, ivan’ın sorgulamasını haklı çıkartır. izleyicinin sormak istediği soruları onun ağzından duyarız. ve bu da bir nevi izleyicinin de bu iki isteğe (güç ve iktidara) ortak olmasıdır. özellikle baba hakkında minimum bilgi; adı, yaşı, işi, neden gittiği, ne diye geri geldiği, çocuklarını hangi sebeble geziye götürdüğü, muammalı kutu, deniz sahilinde konuştuğu kişi vb saklılıklar, izleyiciyi salonu terk ettirmeyecektir. onlar artık filmin içinde, bir role sahiptirler. provokasyon işe yaramıştır. sahi, bütün bu tahriklerin ne önemi vardı? öğreniliyor: babaları sevmek veya nefret etmek üçün sebeblere ihtiyaç yoktur. bütün babalar suçludur...

    filmin finale uzanan bölümü, aynı zamanda izleyicinin belleğine şunu kazımıştır: protogonistler andrey ve ivan (özellikle ivan); antogonistse, babadır. adaya yapılan yolculuk, devrimci metaforuyla tasvirini verdiğim ivan’nın çıkardığı hırçınlıklar (haklı serzeniştiler) sebebiyle, yarı yolda bırakılmasıyla sonuçlanır. ivan orada, bir köprünün kıyısında, elinde oltasıyla beklemektedir. burada sorulmuş olan “şimdi ne olacak” sorusu, sanki cevabını bir yağmurla, hem de şiddetli bir yağışla verir: yağış betimlemesi günahtan arınmadır; bir nevi izleyicinin bilinçaltına, çaresiz çocuk modelinin haklılığını savunma olarak kaydedilir. baba onu cezalandırmıştır. ivan yağışın altında sessizce (hayır, aslında ağlamaktadır) beklerken, bir günah çıkartmayla (yine tekrarlıyorum: arınmayla) cezasını ödemiştir. şimdi bir daha çocukların babadan istediklerine dönerek, hatırlayalım: andrey’in isteğini güç, ivan arzusunuysa iktidar olarak tanımlayalım. ikisi de yanılmaktadır: istedikleri güç veya iktidar değil; babalarını anlamak derdidir. zvyagintsev bir baba portresini ele alarak, babalığı oğulları üzerinden anlatmıştır. bu mantık dışı; duygular ve reaksiyonlarla ilgilidir. bu, adaya yapılan meçhul yolculuk zamanı gün yüzüne çıkar: babayla ilgili günlüğe yazılanları ve bizden bilerek gizletilen duyguları ele alalım: ne yazılmıştır o günlüğe? ivan günlüğe yazmadan önce babasının çakısını çalmıştır. andrey ise yüzünü çevirmiş, uyumaya çalışmaktadır. ivan diretir; kalk ve sözünü tut, günlüğe yazmalısın diye ifade eder. izleyici saran merak duygusu (ki, izleyiciye göre ivan babasının “asıl” kimliğini ortaya çıkartmış; veya çıkartma potansiyelinde olan tek varlıktır) gizli tutulur. oraya yazılanlardan kenarda bırakılırız. bir muammalar yumağını hatırlatan bu film, hala sabrımızı ve merak güdülerimizi sorgulamakta, sonun bilinmeyen gerçeğine bizleri taşımaktadır.
    devirisi gün, ivan ve andrey kayığa binerek denize açılırlar. istekleri basit; sadece balık
    tutmaktan ibarettir. uçsuz bucaksız denizin sakinliği, sanki tedirgin bir şeylerin yaşanacağının sinyalini verir. baba bileğinden aldığı saati (zaman metaforunu) andrey’e vererek, onlara bir saat zaman tanır. saat üçte adada olmaları gereklidir. iki kardeş sessiz denizin ortasında balık tutmaya çalışmaktalar. onlara tanınan süre sınırlıdır. buradaysa başkaldırı devreye girmekte gecikmez: ivan şeytani bir teklifle, biraz daha açılmalarını salık verir. aynı yılanın havva’ya teklif ettiği devrim gibi baş döndürücü günah işleme istenci, andrey’i tuzağa düşürmüş olur. ağabey, yaratılışın ilk kadını gibi davranark, ivan’a uyar. kocaman bir balıkla geri döndüklerinde ise saat sekiz, yani sınırlı tutulan süreden beş saat geçtir. baba ağabeyi sorgular; bu sorgulamanın neticesinde bir tokat patlatır. ve dikkat kesilmemizin tam zamanı: andrey film boyu ilk defa ciddi olarak babasına sitem eder. bizi öldür diye bağırır. ivan (suçluluk psikolojisinin de getirisiyle) bu manzara karşısında daha fazla dayanamayıp, babasından çaldığı bıçağa davranır. gözü sulu, korkarak (öyle ya, daha bıçağı nasıl tutması gerektiğini bile bilmemektedir) babasını öldürmekle tehtit eder. muhtemelen şu ana kadar suç unsurunu temsil eden babanın asıl kimliğini biraz daha yaklaşırız. ve hatırlarız: bu onun ilk şiddet eğilimi değildi. crossline’ın tavana ulaştığı bu sahnede baba, ivan’ın üzerine yürümektedir. çocuk bıçağı yere bırakarak, yine aynı sessiz deniz gibi, fakat denizin suskunluğundan farklı olarak korkuyu yansıtan uçsuz bucaksız ormana taraf koşmaya başlar. bu ilk sahnelerdeki iki kardeşin yarışı değildir. bu trajediyi
    müjdeleyen hesaplaşmadır. artık filmin sonlarındayız. çözümlenme bölümüne bu koşuyla girmiş bulunuruz: en önde devrim ivan, gerisinde meçhul baba, ve onun arkasında zavallı andrey...
    zvyagintsev bütün beklentileri yerle bir ederek, çözümlenme bölümünde her üç karakterin
    maskesini yırtar. bütün roller yer değiştirir. ormanın içinde bulunan kuleye “korkak” ve “ödlek” ivan tırmanmaktadır... evet, ilk sahneyi hatırlarız: orada bir kararın önünde, safımızı
    belirtmemiz, geçmişimizle yüzleşmemiz gerekiyordu. ne olmuştu seçim? cesaretli andrey mi, yoksa ödlek ivan mıydık? zvyagintsev gülümsüyor: bir bahis daha yapmalısınız! ve zevk alarak birinci bölümde sorduğum soruyu tekrarlayacağım: isa bir inan adına, bir daha, çarmıha gerilmeyi kabul eder mi? çarmıhı kuleye benzetiyorum... bana göre isa metaforu babaydı. ivan diye bağırarak, o kuleden yere yuvarlandığı sıradaysa, bir inan adına daha, ölümü seçmişti. baba yüz metrelik yükseklikten yere çakılmıştır. tuhaf; ama gerçek: yatağında uyuyan ölü isa’yı yeniden anımsatmaktadır. bu ölüm anıysa filmin çözümlendiği kısımdır: çünkü zavallı andrey bu ölümden sonra babasına; ivan’sa devrimci kişiliğinden andrey’e, onun zavallılığına dönüşür. baba ölerek oğullarını, evlatlarsa babalarını anlamıştır. öyle ya, bazen büyümek, anlamak ve erdemin dayattığı affetme gücü, bir trajedinin ellerinde gizlidir. bütün masumluklar maskesiz halde sahneye çıkmıştır. bütün yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan babalar, andrey’in “baba” bağırışıyla affedilmiştir. güçleri yetseydi onu eve kadar taşırlardı. fakat daha on iki, on dört yaşlarında iki yetişkin çocuklardı. onlara kalan sadece yol boyunca çektikleri durağan, kasvetli ve nostaljiye dönüşmüş “mutlu” resimlerdir. seçtiğim mutlu kelimesi üzerinde duruyorum: neden “mutlu”? gariptir, hissetiğim, bu mutluluğun içinde gizlenen kederi görmem oldu. sanki yaşanacakların kısa özetiydi o fotoğraflar. ve hep o fotoğrafların içinde, babasız hayata tutunmaya devam edeceklerdi...

mesaj gönder