1. sene ikibinoniki, depresyonlara koşuyorum. üzerimde depresyon hırkası, elimde yeşil çay, patik ve dağılmış saçlar adeta bir grunge havası estiriyorum baba ocağında/ana kucağında. sanırsın seattle'ın en domestik anları. sigara içip de balkonda salona geri dönüyorum. boş bakışlar eşliğinde hırkamın yerlere değmemesi için sağ elimle sol ucundan tutup sağ bacağımın altına sıkıştırırak koltuğa oturdum. orta sehpanın üzerinde duran kumandaya meylettim. o an hayatım daha sonradan izleyeceğim, the lobster filminin slow-mo orman sahnesine döndü. kumandayı aldım, yavaşça gözlerimi kırpıp dağınıklıktan düğümlenmiş kıvırcık saçlarımın arasına elimi sokup gözümün önünden çektim. elime bir tutam saç geldi. saçları annemin tehtidkar bakışları altında sağ elimin işaret ve baş parmağıyla yere bıraktım ve rüzgarsız havada süzülüşünü izledim. kumandaya adeta bir kadına dokunurcasına yumuşak dokunuşlar bıraktım. bir, iki, üç, dört, beş... kanallar değişiyor, değiştikçe babamın boynu ağır çekimde bana doğru dönüyordu. hiçbir kanal beni kendine bağlayamıyor, biraz kan görmek istiyordum. babamın gövdesi televizyona başı bana dönük, babam ağzını açtı. "o kumandayı kafana bir vururum, gözünü kırptıkça kanal değiştirirsin."

    film hızlanır, kuatemok kumandayı sessiz ve ürkek bir biçimde yan koltukta uzanan babasına devreder. sahne kararır, bir sonraki sahnede o silah patlayacaktır.

mesaj gönder