221b dergi röportaj

  • Türkiye’nin tek polisiye dergisi olarak, iddialı bir kadro ile yayın hayatına başladınız. Bir araya gelme sürecinizden biraz bahseder misiniz? 221b dergi nasıl bir hayalin ürünü olarak, hangi yollardan geçerek hayat buldu?
  • Aslında bir polisiye dergi yayımlamak, uzun zamandır hayalimizdi. Mylos Yayın Grubu’nu 2015 Eylül’ünde kurunca hayalimizi gerçekleştirmeye karar verdik. 2015 yazında derginin içerik çalışmalarına başladık, ülkemizin önemli polisiye yazarlarıyla görüştük, onların da bizim kadar heyecanlandığını görünce biraz daha hızlandırdık süreci. En zor aşaması dergiye uygun, vurucu ve kapsayıcı bir isim bulmaktı doğrusu. Sherlock Holmes’ün ev adresinin tüm polisiyeseverleri kapsayacağını düşündük ve ismini belirledik. Ekim 2015’te 221B derginin yayımlanacağını sosyal medya hesaplarından duyurduk ve hem polisiyeseverlere hem de bu alanda yazmak isteyenlere çağrıda bulunduk. Okurlarımızdan da yazarlardan da çok güzel dönüşler aldık ve ilk sayımızı 2016 Ocak’ında yayımladık.

  • 221b dergi’den önce polisiye edebiyat üzerine çıkmış öncülleriniz var mıydı?
  • 221B sadece polisiye edebiyat dergisi değil biliyorsunuz, polisiye kültür dergisi. Bu kavramı biraz açmak gerekirse polisiye edebiyat, dizi, film, tiyatro oyunu, çizgi roman, akademik araştırmalar 221B’nin konuları arasında. Polisiyeyi tüm ürünleriyle irdeliyoruz. Bu anlamda Türkiye’de çıkan bir öncülü yok 221B’nin. Zamanında tefrika öykülerin ya da polisiye olayların yayımlandığı birkaç dergi çıkmış fakat uzun süreli dergiler olamamışlar. Dünyada ise tabii ki Strand Magazine, Doyle’un Sherlock Holmes öykülerini de yayımlayan bu dergi, sanıyorum tüm dünyadaki polisiyeciler için en güçlü öncüldür.

  • Yayıncılık işi satış rakamlarına ve ülkenin genel durumuna baktığımızda cesaret gerektiren bir iş olsa gerek. Cesaretle adım attığınız bu mecrada 221b dergisinin bilinirliğinin artması için ne gibi çalışmalar yapacaksınız? Gözlemlediğim kadarıyla, el işi ve spor dergileri arasında, nitelikli yayınlar raflarda kayboluyor.
  • Türkiye’de yayıncılık, özellikle bir holding ya da banka yayıncısı değilseniz, yani bağımsız bir yayıncıysanız zor bir iş, hem kitap alanında hem de dergi alanında. Baş etmeniz gereken türlü zorluklar var. Kâğıt üretimi yapmayan ve bu konuda bile dışa bağımlı olan bir ülkeyiz. Sorun henüz derginin baskı aşamasında başlıyor, anlayacağınız. Dağıtım alanında ise 2 tekel var ve bu dağıtımcıların aynı zamanda kendi dergi grupları var. Dolayısıyla haksız rekabet yaşanıyor denilebilir. Dergiyi Türkiye çapında, kitapçılara ve bayilere dağıtmak, masraflı ve bir de doğru sergilenmediğini görüyoruz belirttiğiniz gibi. Bu sorunların sadece tanıtımla aşılacağını sanmıyorum. 221B’nin 10. Sayısı raflarda. Yani 20 aydır yayımlıyoruz dergimizi. Derginin ilk sayısı 2016 Ocak’ında yayımlandığında 2 hafta içinde baskısı tükendi ve tekrar baskı yaptık. Spesifik bir alanda yayın yapan, bağımsız bir dergi için önemli bir başarı olduğunu düşünüyorum. İlk sayıdan son sayıya kadar da polisiyeseverler dergiyi heyecanla takip etmeye devam etti. İlk aylarda ulusal gazetelerde ve TV programlarında hem editörler olarak biz hem de yazarlarımız 221B’yi tanıtmak, anlatmak için yoğun bir çaba sarf ettik. Bunların da derginin bilinirliğini artırdığını düşünüyorum. Elbette yapılacakların sonu yok. Her gün daha fazla çalışıyoruz, hem dergiyi okurlarımıza ulaştırmak, hem de raflarda öne çıkabilmesi için.

  • e-dergi işine girme gibi bir projeniz var mi? daha genis kitlelere ulaşmak icin faydalı olacağı fikrindeyim. Arşivlemek isteyen yine basılı yayın satin alabilir ancak e-dergi olarak android, itunes gibi platformlarda satış yapsanız da yurtdışında yaşayan ya da dağıtımın olmadığı yerlerdeki polisiye meraklıları yararlansa...
  • HUzun süredir bu alanda araştırmalar yapıyorduk. Haziran sonunda Dergilik uygulamasında yerimizi aldık, 221B ve Episode’un tüm sayılarına Dergilik’ten ulaşabiliyor okurlarımız. Henüz iki dergimizle tanışmamış pek çok insana da ulaşmış olduk bir aydır, bu da dergilerin bilinirliğini artırmak için doğru bir adım oldu diye düşünüyoruz. Şu anda sadece yurtdışında yaşayan ve Türkiye’den bir GSM numarası olmayan okurlarımız yararlanamıyor Dergilik’ten. Bu sorunu da en kısa sürede çözmek için çalışıyoruz.

  • sosyal medyada uzun süredir sizleri takip ediyorum. paylaşımlarınız ve duyurular ilgi çekici. pazarlama konularından pek anlayan biri değilim ama yayinevleri ile anlasip 'x yayın evinden yapacağınız 50 tl alışverişte dergimizi 1 tl'ye alabilirsiniz' gibi kampanyalarınız olduğunu görüyorum. derginizi bir eşantiyon ürün olarak değil de sizin dergi olarak eşantiyon vermeniz sizi on plana çıkarmaz mı? Yayınevleri ile anlaşarak derginiz yanında kitap verseniz daha iyi olmaz mı?
  • Sanırım bunda bir yanlışlık var. :) Yayınevleriyle böyle bir çalışma yapmadık hiç. Mylos Yayın Grubu olarak 6 alt markamız var: 221B, Episode, pulbiberdergi.com, Yayıncılık Laboratuvarı, Mylos Kitap ve Labirent Yayınları. Ve tüm bu alt markalarımızın ürünlerine ulaşabileceğiniz dukkan.mylosyayingrubu.com adlı bir e-satış sitemiz var. Dükkan’da bazı dönemlerde kampanyalar yapıyoruz. 221B’nin tüm sayılarına özel indirim kampanyası ya da yayımladığımız polisiye roman setlerini edinen okurlarımıza 221B’nin ilk sayısını hediye etme kampanyası gibi. Bunun dışında “50 TL’lik alışverişte, 221B 1 TL” gibi bir kampanya yapmadık bu zamana kadar. Derginin yanında bir şey vermek, pek doğru gelmiyor bana. Türkiye’de polisiye alanındaki tüm değerli yazarların yazılarına, yurtdışından ve yurtiçinden özel röportajlara yer verdiğimiz, arşivlik bir dergi 221B. Kitap hediye etmek yerine, bol bol polisiye kitap, film, dizi önermeyi tercih ediyoruz dergide :)

  • polisiye festivali yapılacaktı, son durum nedir? Sanırım bir erteleme oldu?
  • 2017’nin kış aylarında yani, 1. Yılımızda yapmak istiyorduk polisiye festivali. Fakat hatırlayacağınız gibi çok karanlık bir dönemden geçildi, katliamlar ve terör saldırılarıyla pek çok insanımızı yitirdik. Öyle bir dönemde festival yapmak doğru ve mümkün olmayacağından erteledik. Şimdi hazırlıkları tekrar hızlandırdık, okurlarımızın beklenti içinde olduğunu biliyoruz. Uluslararası ve güçlü bir festival olması için çalışıyoruz, kurumsal ve bireysel görüşmeler yapıyoruz şu anda. En geç Ekim ayında, festivalin tarihini ve programını açıklayabileceğimizi umuyorum.

  • sinema filmleri ya da bilgisayar oyunları gibi görselliği izleyicinin gözüne sokan çevresel etmenlerle dolu bir yaşamda, okuyucuyu kendisine bağlayacak ya da kitabı elinden bırakamayacak kadar merak uyandıracak bir polisiye yazımı nasıl olmalıdır? özellikle genç okuyucunun sherlock dizisi seyredeceğine eline bir lawrance sanders romanı alması nasıl sağlanabilir?
  • Bence Sherlock dizisi de izlenmeli, Doyle’un Sherlock Holmes öykü ve romanları da okunmalı, Lawrence Sanders da. Polisiye bir bütün; kitap sayfalarında başka bir tat, ekranda izlerken başka bir tat alabileceğiniz kadar da zengin bir alan. Sherlock Holmes öykülerini, romanlarını okuduktan sonra Sherlock dizisini izlediğinizde daha farklı bir haz alınacağından eminim. İyi bir polisiye roman, belirttiğiniz özelliklere sahiptir zaten: Elinizden bırakamayacağınız kadar merak uyandıran bir ritm ve derinliği olan karakterler… Böyle yayımlanan yüzlerce roman var. Sorun merak uyandırıcı polisiyelerin yazılamaması ya da az yazılması değil, okuma kültürümüzün az olması. Her gün düzenli olarak okumaya zaman ayıran ülkeler arasında son sıralardayız maalesef. Roman okumak, alışkanlığınız olduğunda daha iyi ve eleştirel bir okur olabilirsiniz. Burada önerebileceğim şey, her gün en az iki saatimizi bir romana, bir kitaba ayırmak olur. Bunu yapmaya başladığınızda zamanla bu bir alışkanlık olacağından, kitap okumak sadece bir “hobi” ya da “boş zamanlarda yapılacak bir eğlence” olmaktan çıkar. Hayatınızın bütününe yayılır, daha fazla yazar, daha fazla olay ve karakter hayatınıza dahil olur. Merak uyandıran ve elinizden bırakamayacağınız pek çok kitap olduğunu, hatta insan ömrünün tüm bu iyi kitapları okuyamayacak kadar kısa olduğunu düşünmeye başlarsınız.

  • cinayet soruşturması konu olduğunda agatha christie keşfi genellikle ortaokul ve lisenin ilk yıllarına tekabül ediyor, hatta evveliyatında hesap makinesini silah gibi tutan bir kadın bir erkek polisten oluşan matematik, geometri sorusu çözer gibi cinayeti çözmek ve sürpriz sonlarla seyircinin yada okuyucunun şaşırması ortaokul çağındaki gençlerde daha yoğun gözleniyor. bu açıdan bakıldığında derginizin hedef kitlesi bu yaştaki çocuklar mıdır? Ya da daha doğrusu cinayet soruşturmalı filmler ya da yayınlar belirli bir yaş aralığındaki izleyicide pik yapar sonra azalarak biter demek doğru mudur?
  • Böyle bir genelleme yapılacağını sanmıyorum. Dergiyi duyurduğumuz ve yayımladığımız 2 yıl boyunca ve daha öncesinde başka yayınevlerinde polisiye romanların editörlüğünü yaptığım yıllardaki gözlemlerime dayanarak polisiye okurlarının geniş bir yaş aralığı olduğunu söyleyebilirim. Liseli genç okurlarımız da var, 50 yaş üstü okurlarımız da. Ben de polisiye romanları üniversite son sınıfa kadar keşfetmemiş, biraz üstten bakmış bir okurdum. Ernst Mandel’in “Hoş Cinayet” adlı polisiye tarihine dair tezlerini paylaştığı kitabı okuduktan sonra polisiye romanları okumaya başladım ve 10 yıldır büyük bir keyifle okumaya devam ediyorum. Şu anda 221B’yi düzenli olarak okuyan ve sosyal medya hesaplarımızı takip eden, etkileşime giren okurlarımızın büyük bir çoğunluğu 19- 57 yaş arasında görünüyor. Yani polisiye romanlarla çocukken tanışanlar da var, benim gibi nispeten daha ileriki yaşlarda tanışanlar da. Bu anlamda bir genelleme yapmak ve “belirli bir yaş aralığında okunur ve biter” demek, doğru olmayacaktır. Bir de polisiyeye nereden baktığınızla bağlantılıdır bu. “Suç ve Ceza” romanını okumak için bir yaş aralığı belirlenemez örneğin ve iyi bir polisiye roman denilebilir “Suç ve Ceza” için.

  • Yıllarca newyork’un arka sokaklarındaki cinayet mekanlarını okumaktansa, istanbul’un tanıdık yerlerinde cinayet vakası okumak okuyucuyu cezbediyordu ama zamanla bu ilgi azaldı gibi. muamma-sorun tarzı geleneksel tarzdan, günümüz modern gerilim-polisiyesine evrilen romanlar yelpazesinde yerli polisiyeleri bugün hangi noktada görüyorsunuz?
  • Yerli polisiyeleri yakından takip ediyorum ve yayımlanan kitapları gecikmeden okumaya çalışıyorum. Gönül rahatlığıyla, yerli polisiyemizin çok daha iyi noktalara geldiğini söyleyebilirim. Polisiyenin alt türleri diyebileceğimiz katil kim polisiyeleri, kara roman janrı, gerilim romanları, casusluk romanları… Tüm bu alt türlerde romanlar, iyi romanlar yazılıyor Türkiye’de. Yerli polisiyeye ilginin azaldığı, doğru bir tespit olmaz sanıyorum. Güncel ve yerli polisiyelerden bazıları çoksatanların arasına da girebiliyor. Daha fazla okura ulaşabilecekken, raflarda hakkıyla sergilenemediği için daha dar bir kitleye ulaşan çok iyi polisiyelerimiz de var tabii ki. İstanbul, Ankara ya da İzmir sokaklarında geçen, bu ülkenin ve toplumun izlerini gördüğümüz yani “buralı” romanlar, okurların daha fazla ilgisini çekiyor. Romandaki mekânlarla ya da karakterlerle ilişki kurulabildiği için…

  • Yerelden dünyaya da bir göz atacak olursak, romanlarında hercule poirot'yu ve sherlock holmes'ü dirilten sophie hannah ve anthony horowitz'in eserlerini nasıl buluyorsunuz?
  • Ben sanırım bu anlamda “tutucuyum”. Sophie Hannah ve Anthony Horowitz’in yaptıkları hem cesurca hem de riskli işler. Çünkü polisiyenin en kült iki dedektifi ve en büyük iki yazarının eserlerinin devamlarını yazıyorlar. Başarılı oldukları yanlar var elbette ancak bir yazarın yarattığı karakter, üslup, kurgu tekniğini okuduğumda ve artık o yazarı tanımaya başladığımda, başka bir yazarın aynı karakteri ve kurgu tekniğini kullanarak yazdığı yeni romanı okuduğumda sanki ikili bir konuşmaya üçüncü ve yabancı bir ses giriyormuş ve yazarla iletişimimi bozuyormuş gibi hissediyorum. Stieg Larsson’ın “Milenyum Üçlemesi”nin devam kitabı olan “Örümcek Ağındaki Kız”ı yazan David Lagercrantz’da da böyle hissetmiştim. Ancak dediğim gibi sevdiğim yazarlar ve karakterler konusunda daha “tutucu”yum, yoksa tüm dünyada pek çok polisiyesever severek okuyor bu romanları.

  • polisiye türü eserlerde kaliteyi belirleyen etkenler nelerdir? tahmin edilebilir olmak kaliteyi düşürür mü?
  • Kaliteyi belirleyen şey, kısaca özgün ve yaratıcı olmak, en genel ifadeyle okuru aldatmamak diyebiliriz. 300 sayfa boyunca söz etmediğiniz bir karakter bir anda katil olarak çıkmamalı romanın son 2 sayfasında. İyi bir polisiye romanda, bence, okura kartlar sırasıyla açılmalı ve izleri takip etmesi sağlanmalı. Bir de mükemmel karakterler yazmak, sadece polisiyede değil iyi bir romanda olmaması gerekenlerden. Çünkü her insanın doğruları ve yanlışları, iyi ve kötü yanları vardır. Polisiye romanda da katili saf kötü, dedektifi mükemmel insan olarak yazdığınızda iyi bir roman yazmış olmazsınız. Tahmin edilebilirlik, kaliteyi düşürmez. Romanı nasıl kurguladığınıza bağlıdır bu. Katilin henüz ilk sayfada verildiği ya da roman boyunca katilin/katillerin bulunamadığı polisiye romanlar da var ve nefisler. Bunun nedeni yazarın olayın neden-sonuç ilişkisini doğru kurması, romanın kurgusunu, karakterlerini ve ritmini doğru yaratmasından geçiyor.

  • polisiye türünde "ters köşe" meselesi oldukça yoğun bir şekilde işlenmekte bilindiği üzere. bu "ters köşe" kavramını biraz açabilir misiniz? sırf ters köşe yapmak için kitap/film boyunca okuyucuya/izleyiciye verilmeyen ayrıntıların, kitabın/filmin sonunda "flashback" yaparak aktarılması kolaya kaçmak değil midir?
  • Çok güzel ve haklı bir soru :) Mağdur olarak sunulan ana karakterin, roman/film sonunda katil olması, bunun da çift kişilik ya da psikolojik sorunlarla açıklanması; olayı soruşturan dedektifin katil olması; roman boyunca bilmediğimiz ve romanın sonunda tanıştığımız ikiz kardeşin asıl katil olması… Bunların hepsi yazıldı, “tersköşe”nin iyi örnekleri de var elimizde, vasat örnekleri de. Sanırım burada denge, yaratıcı olmak ve okuru hafife almamak. Polisiye, hayatta olan her şeyden beslenebilir elbette, ikiz kardeşlerden de şizofreniden de. Ancak bunu kurgularken, okura roman/film boyunca hiçbir neden-sonuç ilişkisi sunmaz ve eserin sonunu hızlıca “bağlamaya” çalışırsanız, söylediğiniz gibi kolaya kaçmış olursunuz.

  • 19. ve 20. yüzyıl polisiye romanları genellikle aristokrat sınıfın sahip olduğu ve kıskanılan mal, mülk ve mirasları üzerinden işlenen cinayet vb suçlar üzerine yazılırken, yakın dönem polisiye romanları ile karşılaştırdığımızda, günümüz polisiyesinin yeni anahtar kelimeleri nelerdir?
  • Edebiyat, tarihten ve tarihin yarattığı nesnel durumlardan bağımsız düşünülemez, polisiye edebiyat da öyle. Belirttiğiniz gibi önce aristokratların para, mülk ya da miraslar için öldürülmesi; kent yaşamının gelişmesi ve burjuva sınıfın oluşmasıyla işlenen cinayetlerin mekanları ve kurguları da değişiyor. Bunlar da polisiye romana yansıyor tabii. Günümüzde ise çok basit nedenlerle cinayet işlenebiliyor, haberlerde bunu görebiliyoruz. Politik cinayetler, katilleri bilinmesine rağmen “faili meçhul” bırakılan cinayetler, “namus” diye işlenen cinayetler, mültecilere yapılan eziyet ve cinayetler, hatta geçtiğimiz gün gördüğümüz gibi arabalarını park ederken kavga edip birbirilerini öldürenler… Bunlar romanlara da yansıyor. Bu nedenle birkaç anahtar kelime vermem çok zor. Gündelik hayatın ufak sorunları bile bir cinayet nedeni bugün maalesef.

  • ii. abdülhamid'in sıkı bir polisiye hayranı olduğu söylenir. bu bağlamda "osmanlı'da polisiye" konusundan bahsedebilir misiniz?
  • II. Abdülhamit’in polisiye tutkunu olduğu doğru, özellikle Sherlock Holmes öykülerini merakla bekleyen ve Doyle’un yeni öykülerini hızla çevirtip okuyan bir padişah. Onun bu tutkusu Osmanlı’da polisiye yazının gelişmesine de katkıda bulunmuş elbette. Aslında Osmanlı’dan günümüze çok zengin bir polisiye tarihimiz var, bu konudaki en önemli kaynak üstadımız Erol Üyepazarcı’nın yazdığı “Korkmayınız Mr. Holmes” kitabı, meraklısına tavsiye edebiliriz. 221B’nin önümüzdeki sayılarından Osmanlı polisiyelerini, Türkiye’nin polisiye tarihini detaylı olarak irdeleyeceğiz.

  • polisiye eserler sinemaya uyarlanmalı mı? uyarlandığında edebi halindeki etkiyi yaratabiliyor mu? dünyada bugüne kadar yapılmış en iyi polisiye roman uyarlamalarını sorsak?
  • İyi bir senarist, yönetmen ve cast yapılırsa kesinlikle uyarlanmalı bence. Edebiyat uyarlamalarının çok iyi örnekleri var, eski Sherlock Holmes filmleri, BBC tarafından çekilen ve bizim de 10. Sayımızda kapak dosyasında incelediğimiz Simenon romanlarının uyarlaması Maigret filmleri, David Suchet’in başrolde olduğu Hercule Poirot filmleri, İsveç yapımı Milenyum Üçlemesi filmleri… Onlarca örnek verilebilir ama ilk aklıma gelenler bunlar. 2018 bu anlamda çok zengin bir yıl olacağa benziyor, Agatha Christie romanlarının yeni uyarlamaları çekiliyor, merakla bekliyoruz.

  • yerli polisiye dizi; ilk aklıma gelen geçtiğimiz seneler içinde gösterilen behzat ç ile arka sokaklar. bu iki dizi taban tabana zıt olsa da aynı dönem içinde benzer ulusal kanallarda yayına girmiş ve seyirci tarafından kabul görmüş diziler. biraz daha geriye gidelim 80'li yılların sonunda osman yağmurdereli ve mehmet aslantuğlu iz peşinde dışında benim aklıma gelen bir polisiye dizimiz olmamış. türkiye'de korku filmi çekilemez pek becerimiz yoktur gibi polisiye dizi de çekilemez çekilmemiştir mi demeliyiz yoksa yapımcılar mı istememektir? böyle kısır bir döngü var mıdır?
  • İz Peşinde ne güzel bir diziydi :) Son 20 yılda yayınlanan Behzat Ç. ve Arka Sokaklar dışında da diziler var: Karanlıkta Koşanlar, Alacakaranlık, Hırsız&Polis, Sıcak Saatler, Kanıt, Galip Derviş, Filinta… Bir de ana türü polisiye olmasa da polisiyeden beslenen ve kurgusunu “muamma çözmek” üzerine oturtan işler oldu: Ezel, Poyraz Karayel gibi… Ahmet Ümit’in sinemaya uyarlanan romanları var. Şu anda yayınlanan Çember, polisiye kurgu ve oyuncular açısından başarılı bir iş bence. Cingöz Recai film olarak tekrar çekiliyor.. . Kısaca olumlu gelişmeler var diyebiliriz. Türkiye’de polisiye film ve dizilerin daha da artması gerekiyor bence, çünkü ciddi bir kitle var yabancı polisiye dizi ve filmleri takip eden, yerli ya da çeviri polisiye romanları okuyan. Bu türü seven ve iyi ürünler çıkartabilecek pek çok senarist ve yönetmen de var. Aslında iyi polisiyeler yaptık ve yapıyoruz, bu konuda bir beceri sorunumuz olmadığını düşünüyorum. Yapımcıların biraz daha cesur olması ve yerli romanları takip etmesi gerekiyor sanırım. Çünkü ekrana ya da perdeye uyarlanmayı hak eden onlarca iyi romanımız var.

  • Teşekkür ederiz.
  • İlginiz ve detaylı sorularınız için ben teşekkür ederim.

cevaplayan: genel yayın yönetmeni özlem özdemir