1. şu noktaya tekrar bakın. orası evimiz. o biziz. sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.
    evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. o zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.

    böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.

    dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. en azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. beğenin veya beğenmeyin, şu anda dünya sığınabileceğimiz tek yer.

    gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza.

    carl sagan 1994
  2. başlık "laleliden dunyaya dogru giden bir tramvaydayiz" dizelerini hatırlatmıştır bana.
  3. bildiğimi sandığım şeyler yumruğumu sıktığımda ellerimden kayan kumlara benziyor.

    aynı yıllar önce bilim adamlarının atomları en küçük parçacık sanmaları gibi.
    ama sonra atomların altında protonları bulduk. protonların altından da kuarklar çıktı. kuarkların altında ise sicimleri bulduk.
    ama sicimler parçacık bile değil. enerji titreşimleri sadece.

    dünyanın çok katı olduğunu sanıyorsun sonra eriyip gidiyor.

    (bkz: falling water) - #176858
  4. berbat bir yer. insanları berbat. dünya değil belki ama, hani bir yer nasıldı sorusunun cevabının büyük kısmı orada yaşayan insanları içerir ya, o yüzden dünya berbat. tarih kitaplarının çoğu da dünya tarihi diye anlatır ama insanlık tarihidir kastettikleri. yoksa insanlık berbat.

    hep berbatmış. peter weiss direnmenin estetiği kitabının girişinde berlindeki bergama tapınağını özene bezene anlatır, sonra da sorar: tapınağın üzerinde resmedilen kralların vs ismini biliyoruz da, be kodumun çocuğu, bunları yaparken can veren işçilerin kölelerin ismi cismi nerede? isimlerini dua ezberler gibi zikrettiklerimiz uğruna dikilen piramitler, katedraller, camiler yapılırken kaç kişi can verdi? aha, yeni havaalanını yaparlarken bile onlarca insan öldü de örtbas ettiler, kimse bilmiyor kimdiler, necidiler.

    bunlar insanlığın ilgilendiği nispeten cicili bicili konular, sanat, mimarlık, vs. insanlık bazı konularla çok daha ciddi ilgilenir, epey ciddileşir yani o konularla ilgilenirken. ta en başta, bu insanlık dediğimiz homo sapiens, neanderthallerin hepsinin kökünü nasıl kuruttu yahu? nasıl başardılar bir tane bile neanderthal bırakmamayı? binlerce hayvanın soyunu tükettiler. birbirlerini bogazlamaktan da hiç vazgeçmediler. jared diamond o kitabinda ilkel toplulukları incelerken kiraladığı farklı kabilelerden rehberlerin, birbirlerini hemen oracıkta öldürmemek için, belki ortak bi tanıdığımız vardır umuduyla saatlerce konuşup bahane aradıklarını yazar. yani ilkel insan miti de boş mit. insanlık vasat. ispanyollar amerika kıtasına girmezden hemen önce inkalar etrafın anasını ağlatmak üzereydi. ama birleşik devletleri kuran beyaz hırsızlar sürüsünün ve efendileri ingilizlerin kurdukları oyun pek şahaneydi. kabilerden yerlileri toplayıp kendileri savaşmadan yerlileri savaştırdılar kendi savaşlarında. sonra da iç savaşta birbirlerini boğazladılar, oh olsun. dünyanın geri kalanı yüzyıllardır birbirlerini boğazlıyordu zaten. savaşlarda ölen gariban sayısının sadece bir istatistik olmasının tarihi eskidir.

    şimdi tvit oldular. libya'da mı cezayir'e mi ne, bi bomba felan patlamış, üç kız kardeş ölmüş. tvit gözümün önünden geçti gitti, ulan tekrar bulayım dedim, onu bile bulamadım. üç kız kardeşin canı gitti, tvit de gitti. üzgünüm ama kimsenin umurunda değilsiniz. bu dünyanın gözü ne felaketlere şahitlik etti, üç kız kardeşin esmesi mi okunur? üç kız kardeş, pehey... misal izmit'te bi muavin kürtçe konuştu diye linç edilmiş. geçmiş olsun. sesini çıkaramadan geberen nice insan gördü bu dünya, sen en azından konuşmuşsun. öldürenler de şanlı ordumuza laf etti diyecekler, bergama kralları gibi yaşayacaklar. dünyanın görüp gördüğü adaletsizlikleri düşününce haklarıdır. uzaktan görüştüğümüz bir ailenin babası vefat etmiş bugün. kadın perişan, ne oldu nasıl oldu diye soramıyoruz. internette aradım adamın adını belki bir haber görürüm diye, linkedin profili duruyor hala. şöyle bomba böyle süper bir adamdır diye anlatıyor adam canlıymış gibi. kendi yazmış tabi vakti zamanında. fotoğrafı da var. komik.

    sigarayı bırakacağım.