1. bir sevgilim vardı. ağlardı, gülerdi, ağlardı ve sonrasında tekrar gülerdi. onun bu yönünü hep kıskandım. sanırım en başta onunla bu sebeple birlikte olmak isteği duydum. düşerdi, kalkardı, düşerdi ve sonrasında tekrar kalkardı. hayat böyledir işte. hayat böyle yaşanır. onun bu yönünü hep özleyeceğim. ve kendimle ilgili en büyük öz eleştirim, sırf düşmemek için dört ayak üstünde emekleyen bir sürüngen olmamdır.
  2. insan; en çok vakit geçirdiği / en yakınındaki 5 kişinin özetidir. (doç dr nuri haksever ile bir röportajdan alıntı).

    eskilerin deyimiyle arkadaşını söyle, kim olduğunu söyliyeyim. bu sebeple insan diyeti yapmak gerekiyor. bazı insanları yaşamdan tamamen çıkarmak gibi. yani daha ileriye gitmek istiyorsanız ki ilerlemekten kastınız nedir burasıda tartışılır. ama illaki bir arayışınız varsa, bunu bulmak için çabalıyorsanız; etrafınızda sizinle aynı doğrultuda insanlar bulunsun.
  3. sanki hayatım bitmek bilmeyen bir pazar akşamı. huzur için savaşmakla geçiyor. uzun açlıktan sonra gelen yemenin hazzı, sıkışıp da tuvaletini yapabilince gelen rahatlama... hayat, en basit ihtiyaçlarımızda bile bize sorun yaratıyor ve karşılığında bizden istediklerini yaptığımız için bir haz duyuyoruz. öğrenmenin hazzı, öğretmenin hazzı, sevgili bulmanın ve sevişmenin hazzı, hediye almak ve hediye vermek, şık giyinmek, güzel bir parça dinlemek... her haz, yanında bir bağımlılık ve bir de yoksunluk taşıyor. fakat aslına bakarsak, her şeyi gelişigüzel sisteme bıraktığımızda, geriye yalnızca yoksunluklar ve bu yoksunluklardan doğan ölüm kalıyor. zaten insan da bu duruma düşünce çektiği acıya dayanamadığı için var gücüyle yaşamıyor mu? hayatlarımız bir acıdan kaçış öyküsü. hayatlarımız, bir başarısızlık öyküsü. eninde sonunda ölüyoruz. ölmeyen, hiç acı çekmeyen nesiller gelecek mi bilemiyorum, fakat şurası belli ki, acı bizim varoluş gerçeğimiz. acı, bizim tek gerçek kamçımız. haz, acının görmezden gelinmesini sağlayan bir ödülden ibaret. olta ucundaki havuç peşinde kilometrelerce koşturulan atın, bir kesme şekerle ödüllendirilmesi. at er geç ölecek ve o havuç, başka atların koşması için kullanılmaya devam edecek. ta ki kendisi de çürüyene, onu tutan kolun sahibi ölene dek. genlerimize öylesine sıkı sıkıya yapışmış bir sahte dünya ki bu, çoğumuz onu yaşarken reddedemiyoruz. kendimizi ondan arındıramıyor, arındırmayı da istemiyoruz. bu kafesin içinde yaşamaya mahkumuz, aksini çoğumuz sorgulamıyor, sorgulayanların çoğu ise boyun eğiyor. boyun eğmeyip ne yapabiliriz ki? her birimizin birer hayatı var ve ölümden sonrası yoksa eğer görebileceğimiz her şey bundan ibaret. öyleyse, niçin bu kahpe düzenin piyonu olmayalım? niçin, varoluşun doğasına siktir çekmek yerine ona kölelik etmeyelim? başkaldırının doğasında da doğanın farklı bir düzenine itaat yok mudur? özgürlük de bir bağımlılık değil midir? öyleyse, niçin birini ötekine tercih edelim, bir çıkış arayalım? bu, bir çıkış mıdır ki? üstünlük aramanın sisteminde, sisteme karşı üstünlükten söz edilebilir mi? doğanın kendisini ret mümkün müdür? dinlerdeki şeytan, tanrının iradesi haricinde başkaldırabilir miydi ona? peki, hiçbir gerçek başarısı olmamış, hala başkalarına bağımlı benim, ihtiyaçlara giden yoldaki başarı savaşını reddederek doğaya başkaldırması gerçekçi bir tavrın ürünü müdür?

    bu bağlamda bana görüş sunduğunda güveneceğim çok az insan var, çünkü ne pes etmişlerin ne de edemeyenlerin vızıltısı çözüm olur bu sorularıma. yalnızca arayıştakilerdir muhatabım, zira bulmak, başarmaktır. oysa bu, başarısızlığı benimsemenin yolculuğudur ve her daim savaşıp, ölümce gafil avlanmayı şart koşar, ki kişi galip geldiğini asla bilemesin.
  4. yasim pek buyuk degil. ama hep olgun olarak nitelendiriliyorum. hosuma gitmiyor acikcasi. yani birileri gulup eglenebilirken ne bileyim sevisirken falan ben guvenlik kaygilarim yuzunden, hesaplarim yuzunden kaciriyorum. şu var.

    bisey falan yok. herkesin basina geliyor. silecektim dramatize etmeye luzum yok kalsin burda. ders olsun bana. gerci bi kez daha yapmistim ama ha deyince olmuyor :)
  5. hayat, hepimizin platonik, acımasız aşkı...
    bilerek, isteyerek maşuklarına acımasızca davranıyor. sevdiklerini elinden alıyor, yoruyor, kapı dışarı ediyor, aç, susuz, yalnız bırakıyor. ama biz gariban ruhlar, bütün bu olanlara karşın, ılık rüzgarın yanağımızı bir okşayışına, burnumuza gelen bir kahve kokusuna, o yorucu günün sonunda ciğerimize çektiğimiz ilk sigaraya, "o" ademoğlunun sesinin tınısına, meftun oluyoruz yine. insan sevdiğine toz konduramıyor. inatla "hayat güzeldir." diyoruz yine.

    ama bunu yapabilmek de meziyetmiş, onu öğrendim. sevdalımız hayat bizi böyle hor kullandıktan sonra ona küsmeyip devam edebilmek büyük bir yetenek. hayatı sevdiğim kadar, onu sevmeyi bana öğretenleri de seviyorum artık. en çok da bütün olanlardan sonra dahi göğe, kuşlara bakmayı öğretenleri.

    tanım: insanoğlunun doğumundan ölümüne ter döktüğü zaman dilimi.

    bu da benden olsun: le vent nous portera - sophie hunger
  6. içinde ufacık da olsa ciddiyet barındırmıyor. her şey ustalıkla hazırlanmış bir şaka gibi komple. daima bir şeyi arıyormuşuz da bulamıyormuşuz hissi, manidar tesadüfler, tanrının bir şey anlatmak istediğine dair düşünceler, en beklemediğin anda gerçekleşen yıkıp geçen hatta bazen geçmeyi bile beceremeyen şeyler.
    her şeyden uzak, kendimden bile uzakta yaşayabilsem keşke. bitkisel hayatta ama ormanın içinde olan bitkisel hayatta..
    şaka gibi her şey. en basitinden köpek gibi çalışıp didinsen dilediğin yerde olmana bir adım kala ölüp gitsen o ana kadar yaşadığın hayatın hiiiiçbir manası yok. yaşamadın ki. hedeflerin uğruna çalıştın yaşamak değil o.
    insanın yaşamak istediği hayat için çalışması takdir edilecek bir şey tamam ama bunun sonunda istediğini almak değil sahip olduğun her şeyi kaybetmek de olabilir. çok büyük bahtsızlık olurdu. adaletsizlik olurdu başkasının sahip olmak için deli gibi uğraştığı hayatın içine doğan şanslı insanlar da var. neyse işte dediğim gibi, insan yaşamak istediği hayat için yine uğraşsın çalışsın. ama artık çalışmaktan bıktığı yerde -artık ne kadar emek biriktirdiyse- ona seçim şansı sunulsun. ya bu hayatına devam eder ve sonunda hedefine ulaşıp ulaşamayacağını görür ya da biriktirdiği emek neticesinde istediği yaşamı seçer. böyle olsaydı çok büyük hevesle uğraşırdım bir netice elde etmek için. ama mevcut düzende canımı sıkan çok şey var en ufak pürüzde en küçük bunalımda ne için uğraşıyorum lan ben yarın ölsem n'olacak moduna girip yatağıma saklanıyorum. intihara meyilli değilim hayat çok zor. yaşasan bi dert, yaşamasan bi dert. üf
  7. "oysa hayat âdem'le havva'dan bu yana devam eden, tahminlere göre ölenler dahil yüz on milyar uzak akrabanın itiş kakışının, hırslarının, şehvetlerinin, korkularının, arzularının konu edildiği hikâyeler toplamıdır diye yazıyorum, çürümekte olan devasa bir sülâlenin bildungs romanıdır hayat ve hayatımız yüz on milyar hikâye içinde sadece birer hikâyedir. hikâyemizi uzatamayız, ama kısaltmak elimizdedir."

    aşıklar delidir ya da yazı tura - ayfer tunç

    not: bildungs roman, oluşum romanı, alman edebiyatında bireyin oluşum dönemini (manevi ve ruhsal gelişim) ve sonunda ulaştığı ideal durumu ele alan bir roman türü. (kaynak: vikipedi)
  8. ihtimaller zinciri hayat. en önemli tanımlama olmadık şeylerin olabiliyor olması hususu bence. hayatta her şey olabilir...
    11 yaşında ingilizce hazırlık okudum ondan sonra da hiç ingilizce eğitim almadım. kör topal idare ettim yıllarca. derken öyle bir nokta geldi yabancı dil gerektiren işler yapmaya başladım. ingilizcem gelişti de yaptım gibi algılanmasın ısı yapmam gerekiyordu ingilizcem de idare etmek zorunda kaldı. derken bu iş daha ileri gitti baya ingilizce hayatımın içine girdi, formlar doldurdum okudum kontrol ettim. en sonunda her cümle de ingilizce terim kullanarak is bildiğini ispat etmeye çalışan tiplerle aynı projelerde çalışmaya başladım. çoğu zaman ne dediklerini anlamasam da durumdan ne demek istediğini anlayıp ona göre idare ettim. ingilizce eksik neyse iş anlamında da eksikler olunca ingilizce video izleyip inanır mısınız işi öğrendim.

    bunları şunun için anlattım; hayat öyle bir şey ki sana bilmediğin işleri bilen kişilerden daha doğru yaptırır, bilmediğin dili konuşturur, bu ne biçim adam lan araya ingilizce sıkıştırıyor dediğin kişilerden biri bile yapar. hayatta her şeyin olabileceğini hiç unutmamak kapıları hep açık tutmak gerekir. sonra kendini bırak onun kollarına bak neler olacak.
    abi
  9. "hayat hakkında bildiğim her şeyi iki kelimeyle özetleyebilirim: devam ediyor." demiş robert frost, ne güzel demiş. belki de özetten ziyade, hayat hakkında bilebileceğimizin tamamı bu kadardır.
  10. yeni hayatımın ilk günü; evdeydim. biraz çiçeklerimi toparladım. akşam antigraviye gittim. gece ağrı sızı. yaprak sarmasıyla fındık ezmesi iyi gitmemiş. kustum. ohh rahatladım.

    ikinci günüm, evdeyim yat yuvarlan şeklindeyim. zaten hala karnım ağrıyor.

    bakalım diğer günler hayatın akışı nasıl olacak :)