• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.85)
içimizdeki şeytan - sabahattin ali
"isteyip istemedeğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.. "

bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana kısılmışlığını" gösteriyor sabahattin ali. aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.


  1. !---- spoiler ----!

    "günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız. şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin şerefine birkaç kadeh içelim."

    !---- spoiler ----!
  2. sabahattin ali'nin diğer kitaplarıyla karşılaştırınca buradaki diyaloglar çok daha yapay durmuş. gerçi alt metinde bak herkes aristokrat gibi konuşuyor ama hepsinin içi ne kadar boş fikri de mevcut. tabi ki hikayenin geçtiği çevre (yazarın deyişi işe mühit) itibari ile şairler ve yazarların kendi aralarında daha felsefik diyaloglara girmeleri mümkündür ama kitabın genelinde tüm diyaloglar abartılı derecede süslü geldi. bi mantığı var bu diyalogların evet ama okura hoş geliyor mu? şahsen bana gelmedi. o kadar açmasa, biz kimin ne düşündüğünü çıkarmaya çalışsak daha iyiydi sanki.
  3. "isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum:
    buna içimdeki şeytan diyordum, müdaafasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum.
    hâlbuki ne şeytani azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde şeytan yok... içimizde acizlik var... tembellik var...
    iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçma itiyadı var..."
  4. biraz uzun ama...

    !---- spoiler ----!

    mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. hayat sana karanlık, manasız gelir. insan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. hava sıkıcı ve manasızdır. ya fazla sıcak, ya fazla soğuk, ya fazla yağmurludur. gelip geçenler suratına salak salak bakarlar ve on para etmez işlerin peşinde, bir tutam otun arkasından koşan keçiler gibi dilleri bir karış dışarı fırlayarak dolaşırlar. aklını başına derleyip bu pis ruh haletini tahlil etmek istersin. insan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir. kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz. mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi. bu depresyon kelimesine yapışıp iç sıkıntısının uçsuz bucaksız denizinde bocalarken karşına uzun zamandan beri görmediğin bir ahbap çıkar. kılık kıyafetinin düzgünce olduğunu görür görmez derhal aklına kendi meteliksizliğin gelir ve gafil dostundan, talihin varsa bir iki lira borç alırsın… işte ondan sonra mucize başlar. şiddetli bir rüzgar ruhundan bir sis tabakasını sıyırıp götürmüş gibi içinin birdenbire aydınlandığını, bir hafiflik, bir genişlik duyduğunu görürsün. eski sıkıntı pır deyip uçmuştur. gözlerin etrafa memnuniyetle bakar ve sen de gevezelik edecek bir arkadaş aramaya başlarsın. işte, iki gözüm, ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kağıt başarır. sen ruhumuzun bu kadar ucuz bir bedel mukabilinde takla atmasını haysiyetine yediremediğin için belki daha asil sebepler peşinde koşarsın, gökyüzünde birkaç yüz metre daha yükselen bir bulut, yahut ensene doğru esen serince bir rüzgar, yahut o esnada aklına gelen zekice bir fikir, sana bu değişmenin sebebi gibi görünmek ister. fakat söz aramızda, iş bunun tamamıyla aksinedir, cebimize giren iki lira sayesindedir ki havanın biraz açıldığını görmek, rüzgarın serinliğini hissetmek, hatta akıllıca şeyler düşünmek mümkün olmuştur… kalk, iki gözüm, iskeleye geldik. günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız. şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin şerefine birkaç kadeh içelim.

    !---- spoiler ----!
  5. kendini tanimak ve tamamlamak isteyenler icin basucu kitabidir efenim.
  6. -- kitabı okumadan okumayınız --

    ömer'le macide arasında olup bitenler kısmen raskolnikov'la sonya'nın ilişkisini hatırlattı bana. ömer her ne kadar kendisinin iyi bir insan olmadığını, içinde o kötülük cevherinden oldukça büyük parçayı gezdirdiğini bilse de, macide'nin iyiliğinden, vicdanından asla şüphe etmiyor. her düşüşünden, çıkardığı her rezaletten sonra o cevherin zerresinin bulunmadığını bildiği macide'ye koşuyor. aynı raskolnikov'un kurtuluşu "mutlak iyi" olarak gördüğü sonya'da bulması gibi. ayrıca raskolnikov'un tefeci kadının öldürdükten sonra çaldığı para ve altınları yolunun üstünde terk edilmiş bir bahçeye fırlatması gibi, ömer de hafız'dan şantajla kopardığı parayı gidip harcamak yerine, yaşadığı pişmanlık neticesinde tek kuruşuna dokunmadan arkadaş çevresinden birinin (nihat'tı gâliba) evine bırakıyor. raskolnikov ve ömer, kalplerinin derinliklerindeki kara cevheri bir yandan kazan, bir yandan da elde ettiklerinden hiç memnun kalmayıp arınmak için iki iyi kadına koşan büyüyememiş iki erkek kardeş gibiler bu nedenle.
  7. okumayı bitirdiğim, hızımı alamayıp hakkında bir tahlil yazdığım fevkalade sabahattin ali romanı.

    yazdığım tahlili burada sizlerle paylaşıyorum ama bilmenizi isterim ki hiçbir edebi değeri yoktur bu tahlilin. edebiyat üzerine yüksek bir eğitim almadığımdan yazdığım tahlilin objektifliği ve doğruluğu da şüphelidir, unutmayınız.

    !---- spoiler ----!

    macide aslında bariz bir babasız kız örneğidir. evet, belli bir yaşa kadar baba fiziksel olarak macide'nin hayatındadır fakat bu asla aynı evde nefes almalarından öteye gitmemiştir, bunu babasının ölümündeki tavrından da anlayabiliyoruz. annesi ile de mesafeleri oldukça fazla olan macide annesi ile babasının hatalarına, yahut annesi ile babasının kendi tasavvur ettiği dünyayla uyuşmayan yanlarına erken yaşta şahit olmuş olacak ki, artık onları adı anne ve baba olan iki vücuttan öte görmemeye çoktan alışmıştır. yine teyzesinin evini bir anda terk etmesiyle görüyoruz ki ne kadar sakin ve itaatkar bir hayat yaşamış görünürse görünsün macide bu zamana kadar kendi kararlarını almış, ailesini bir karar merci olarak görmekten çoktan vazgeçmiştir. zira hiç bilmediği koca şehirde bir gece vakti ansızın evi terk etmek, kendi kararlarını kendi almamış ve daha önce bu terk etme olayını kafasında tasavvur etmemiş biri için bir hayli zor olmalıydı. bu zorluğun olmamasını macide'ye ağır gelen teyzesinin laflarından kaynaklı düşünebiliriz, fakat macide'nin daha önceki ve daha sonra vereceği kararlarda da aynı durumun hasıl olduğunu görüyoruz.

    macide ömer'i gerçekten sevmiş midir? bu soru benim için hala muallakta. ben, asıl sorunun macide'nin ömer'i sevip sevmediği değil, macide'nin sevmeyi bilip bilmediği olması gerektiği kanatindeyim. zira kendisi de ömer'e ve hatta bedri'ye duyduğu ilginin bir aşktan çok acıma olduğundan, bu acımadan doğan şefkat olduğundan çoğu kere bahsetmiştir. sanki bir sevgiden çok içindeki bir boşluğu doldurmaya yönelik, şefkate ihtiyacı olduğuna inandığı kişiye hayatını vererek o boşluğu dolduruyor, kendini rahatlatıyor, vicdanını temizliyordu. ömer ise tüm bu vazgeçişi kendisi için yapılmış bir fedakarlık olarak algılıyor, macide'ye olan minnet borcu her geçen gün katlanarak artıyor ve bu minnet borcunun da karşısında ona maddi olarak güzel bir hayat sağlayamamanın da ezikliğini yaşıyordu. oysa ömer'in bilmediği, büyük fedakarlık yaptığını düşündüğü hayatının macide için bir önemi olmadığıdır. macide hayatına bir değer biçmiyor, onu bir yere getirmek için ekstra bir çaba harcamıyordu ve bu nedenle ömer'e ayırdığı zaman ve ilgi aslında bir noktada macide'nin hayatını değerli kılıyor ve macide'yi mutlu hissettiriyordu. bir çaba gösteriyormuş gibi hissetmesini sağlayansa sevmediği halde ömer'e katlanmasıdır.

    aslında macide de en az ömer kadar tembel ve bencildir. yoksa nasıl bir anda ömer'in kendisinden vazgeçip bedri'nin koluna girerek durumu kabullenebilir? elbette ki ömer'in bu durumda payı çoktur fakat görüyoruz ki macide kendisini bedri'yle hayal etmiş ve bu durum gerçekleşince kabullenmekte hiçbir beis görmemiştir. macide'nin gözünde hayatı o kadar değersiz, duyguları o kadar belirsizdir ki rahatlıkla bir durumdan diğer duruma ayak uydurabilir, bir kaybı atlatabilir ve ne yazık ki kafasında ikinci, üçüncü planlar yapmaktan kendini alıkoyamaz. öyle ki bu planları yaptığının kendi dahi farkında değildir. işte bu noktada ömer'den ayrılır.

    ömer saf, zeki ama akılsız ve farkındalığı olan bir insandır. içine düştüğü tutarsızlıkları ve uçarılıkları büyük bir çıplaklık ile fark eder fakat kendisinin bu kadar kötü yahut alcak olabileceğine inanmak istemediğinden derhal bir başka yalana kendini kaptırarak verdiği bütün sözleri unutur. en büyük yalanıysa, macide'dir. ne zamandır farkında olduğu tutarsızlıklarından kurtulup, herkes gibi bir insan olabilmek için macide'nin sorumluluğunu alarak kendini zorlamayı denemiş, sevgisinin her şeyi yeneceğine inanmış fakat sonunda yanıldığını kendine olan inancını kaybederek büyük bir hezeyanla fark etmiştir. oysa ki macide ne kadar farkındadır kendinin? gerçekten kendi gibi midir yoksa fark edemeyeceği kadar bambaşka biri mi?

    !---- spoiler ----!
  8. bana göre yazarın en iyi kitabıdır.kitabın can alıcı kısmı ise budur!---- spoiler ----!

    aferin evlat iyi etmissin! sonra zamanini da iyi intihap ettin. maalesef seni bos ceviremeyecegim. mademki iki esnaf karsi karsiyayiz, acikca konusalim.. dun gelsen metelik alamazdin, seni tekme ile kovardim. yarin gelsen beni bulamayacaktin. seytan sana fisildamis heralde... mubarek olsun... ben bu ise daha fazla dayanamayacagim... bir nihayet vermek lazim... bu sabah kararimi verdim. kasada epeyce para var, bir miktarini, daha dogrusu yuklenebidigim kadarini alip eve coluk cocugun nafakasi olarak birakacak, ondan sonra da basimi alip gidecektim. seytan nereye cagirirsa oraya. bu dunyada baska turlu olmak neye yarar? dunyayi bizim kayinbirader gibi adamlar istila etmis... benim gibi bir acizin debelenmesi fayda verir mi? bes cocukla bir kariyi surundurmeye ne hakkim var... sen simdi bu sozlerinle benim kararimi takviye ettin... sana tesekkur borcluyum evlat... bana dunyanin hakikaten suratina tukurulmeye bile degmez oldugunu ve bu dunyada suratina tukurulmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadigini saglam bir sekilde ispat ettin. boyle biri olsa bu sen olurdun ve simdi buraya gelinceye kadar icimde bir suphe vardi. su kainatta belki bir de iyi taraf vardir, fakat gormek bize nasip olmuyor diyor ve seni dusunuyordum. bir daha tesekkur ederim. beni bos hayallerle avunmaktan, yaptigima pisman olmaktan kurtardin. ben de kendimi, adam tanir birsey zannederdim. senin suratina bakinca melanet dolu ruhunu gorecegime yuregi carpan bir insan goruyordum. nah, bunak kafa... al su iki yuz elli lirayi, beni kimseye ihbar etme. yarina kadar sukut hakki olarak veriyorum. ondan sonra israfil'in borusunu al eflake ilan et... vecibtaala polis olup gelse beni bulamayacak. yalniz senden bir ricam var... namusuna guvenerek istemiyorum. kendin icin de faydasi yoktur, belki zarari olur da ondan soyluyorum: paralari alip eve verdigimi agzindan kacirma... nereden biliyorsun diye belki seni de isin icine karistirirlar... merhametten degil, ihtiyaten sus... simdi arabani cek... namussuz insan surati seyretmek istemiyorum. kendim kendime yeterim... durma... defol!.

    !---- spoiler ----!
  9. "dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş! dünya kim?.. benden başka dünya var mı? herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi… üst tarafıyla alakadar olmaya bile değmez… zeki olmak, kuvvetli kafa ve bilgi sahibi olmak neye yarıyor? bizi istediğimiz saadete götüremedikten sonra… zekamız olmasa daha iyiydi. otlar, hayvanlar, bulutlar ve kayalar gibi yaşamak bana daha saadet verici, daha yorgunluksuz, daha manalı geliyor…”
  10. sonlarına doğru geldiğim kitap. s. ali'nin okuduğum üçüncü kitabı ve her kitabında ayrı bir maharetini sergiliyor. tek bir sayfasında kullandığı kelime sayısı muaazam; abartmıyorum kitabın beş sayfasında kullanılan kelime sayısıyla kitap yazanlar var. betimlemeler, tasvirler, psikolojik analizler enfes. kırkbir yıllık yaşamına bu kadar eser sığdıran s. ali'ye saygılarımı sunuyorum.