1. hayatın, bütün renkleri ve tatlarına, çiçekli ve baharatlı rayihasına karşın o "büyülü" dünyanın, mahsuscuktan geçiyor gibi yapan külçe gibi ağır, kıpırtısız zamanın, nihayetinde zerre kadar anlamlı gel(e)mediği bir mahlukum ben. yeni değil; aklımın, ruhumun dizginlerini şüphe ve arayış denen o iki deyyus seyise kaptırdığımdan beri huzur yanıma yöreme uğramaz oldu. fakat alıştım nihayetinde, tüm bu sorulara ve cevapsızlıklarına da. kendimi hayatın içine
    -yengeç yükselenli denge fukarası bir ikizler ne kadar yapabilirse- bırakmaya çalıştım sonra. yaşarken içten miydim, yoksa anthony quinn'i donumda sallayacak bir acting performansı mı sergiliyordum ben de anlamadım. yaşamak mıydı bu, yoksa adapte olmak mıydı? sormadan yaşamak mümkün müydü?

    çocukken hiç arkadaşım yoktu. tüm bu sorular içinde yalnızdım, yaşımdan da ufak cüssemin içinde sınırsız endişeyle tek başımaydım. teyzem yoktu, halam yoktu, amcam ve dayım da. yalnızlığıma ortak edecek kuzenler de doğmamış, doğurulmamıştı. ninem yoktu, dedem de. kardeşlerim, güzel kardeşlerim... onlar henüz düşünme kederine bulaşmamış, sevdiğim bir hocamın tabiriyle "insansı yaratıklar" idiler daha. bir annem vardı. bir de onu da, bizi de görüş mesafesine bir an olsun almamış, hergele bir babam. bir de bir his vardı. uyumaktan güzel, uyanmaktan kuvvetli. bazen düşünceyi durduran, o iki kendini bilmez seyise ara ara çelme takan, deviren. anlama en çok yaklaştığım anların sebebi, mucidiydi bu his. yalnızlığımın kuraklığına serin, şifalı sular çiseleten, bana kendimi, en çok da dünyayı kıymetli hissettiren o sıcak, o sarmalayan, sıkıca tutup da düşürmeyen duygu neydi? beni niçin annemi mahzun, kahrını saklarken gördüğüm anda ele geçiriyordu? neydi daha ilkokul birinci sınıfta, yalnızca adını bildiğim, o en önde oturan subay tıraşlı oğlanı her gördüğümde kalbimi elinden tutup attaa götüren som sıcaklık? ben ufacık bir yığındım, devasa gövdesiyle beni ağırlığı altında bırakıp da şikayet ne kelime, bin kere şükrettiren duyguya ne diyordu benden daha çok kelime bilenler...

    büyüdüm. adını öğrendim. sevgi... sevmenin gerekçesi. sevilmenin mutlak koşulu. her şeyden evvel dünyaya katlanabilmenin yegâne nedeni. beni yıkan, deviren, hasta eden dert, sonra yine kaldıran, bir araya toplayan, şifa veren derman... anneciğime taptıran, kardeşlerime anne, bir zamanlar erkeğime kadın yapan... babamdan görmediğim, halbuki en çok o'ndan istediğim... dostlarıma kardeş, eser miktarda düşmanıma hamuş eden... sevgi... ilk dostum, ilk kederim. ölsem de cayamayacağım. "istemem artık, yanıldım" dedikçe defaatle aradığım, usandırmaz iki gözüm, sultanım...

    demem o ki, şu kör saatte uğruna güzelleme yapmaya senden daha fazla ne değer? dünyada, cümle kainatta senden güzel ne var? seni tadıp, sana kanıp iyileşmeyen, gözü parlamayan, ışık ve renk saçmayan, ölümü dahi, hiç olmayı dahi unutmayan kim var? sensin sevgi; haneyi ev yapan, viraneyi köşk eden. kabahati hoş gören, bir gülüşü bin bahçe düşleten. yaşıyorsam sayende, yaşıyorsam uğruna. vallahi hayat dediğin çekilir gam değildir yoksa...
  2. sevgi, bir koruyucu kabuk, lezzetli alan, çekirdek kabuğu ve öz-tohum gibi saklıdır. meyveyi koruma derdine düşersen, kabuğun yırtılmazssa, çekirdeğin kırılmazsa sevgin ortaya çıkmaz. sevgisini vermeyen çürür gider. dünyada yok olmak diye bir şey yoktur, devri daim vardır, güzelliğe karışmak vardır. fakat ve fakat çürümek diye de bir şey vardır. korkmak lazım çürümekten, ne karışmaktan ne ölmekten.
    abi
  3. bir gün bir adam isa'yı yemeğe çağırır. bir günahkar kadın da orada bulunur. kadın isa'yı görünce bir ak mermer kapıp kıymetli yağlarla onun ayaklarını yıkar. ev sahibi içinden "bu sahiden peygamber olsaydı bu kadının kötü bir kadın olduğunu anlardı" der. isa şöyle söyler: " senin evine girdim, ayaklarım için bana su vermedin ; fakat o benim ayaklarımı göz yaşlarıyla ıslattı, saçları ile sildi. sen bana bir öpüş vermedin ; fakat o geldiğimden beri ayaklarımı durmadan öptü. bundan dolayı sana denir : onun çok olan günahları bağışlandı, zira o çok sevdi." isa kadına imanın seni kurtardı, selametle git ! dedi.
  4. istanbula bir sonraki gidişimde bütün bir tavukla veya biraz etle sevmeye gideceğim köpek... ama şimdilik aydındakileri doyurmakla devam edeceğim.
  5. çok garip bir olayın ortasında kalakaldım. ne ilerletebiliyorum nede vazgeçebiliyorum. bir karar vermemi erteleyen hayat şartlarımsa cabası ama içimden geliyor. evet, böyle birşey benim için artık somutlaştı. inkar edenler yada burun kıvıranlar sadece yaşayabilecek kadar şanslı değilsiniz.
    tanım: ilerde ondan olabilecek kızımın ismi.
  6. "sevgi anlaşmak değildir.
    nedensiz de sevilir.
    bazen küçük bir an için
    ömür bile verilir."

    başlığı okuduğumda aklıma gelen dörtlük.
  7. bir bahar şarkısı gibidir

    güneşin icinizi ısıtması, kuslarin cıvıltısı, ağaç yapraklarının ve rüzgarın birbirleriyle yaptigi senfonik dansı gibi
  8. adı sevgi olanlar çok cadaloz oluyor sanırsam. ironik. hoş, sevmek de bir yere kadar zaten. fazlası bayiyor.
    zahle
  9. "sevgi... dünyadaki her şeyi güzelleştiren tek şey... sevgisiz bir kalp ise en büyük cehennem, allah içlerinde cehennemi taşıyanlara yardımcı olsun"
    bir dizide bir amca diyordu geçen gün. sanırım dizinin adı: kadin
  10. çok beylik laf gibi durur: dünyayı sevgi kurtaracak. bir o kadar da doğrudur. sevgi, karşılıksız vermektir. inanıyorum ki sürekli almayı arzulamaktan, hep bana demekten insanlar bir gün azat olacak. her yeni nesile biraz biraz öğreteceğiz bunu. çocuklarımız kuracak bu yeni dünyayı.