1. bir bahar şarkısı gibidir

    güneşin icinizi ısıtması, kuslarin cıvıltısı, ağaç yapraklarının ve rüzgarın birbirleriyle yaptigi senfonik dansı gibi
  2. adı sevgi olanlar çok cadaloz oluyor sanırsam. ironik. hoş, sevmek de bir yere kadar zaten. fazlası bayiyor.
    zahle
  3. "sevgi... dünyadaki her şeyi güzelleştiren tek şey... sevgisiz bir kalp ise en büyük cehennem, allah içlerinde cehennemi taşıyanlara yardımcı olsun"
    bir dizide bir amca diyordu geçen gün. sanırım dizinin adı: kadin
  4. minik bir haykırış çıktı dudaklarımdan.
    gözlerim kan çanağına dönmüş.
    ellerim boşluğu tarıyor.
    arıyor…
    arıyor…
    bulamıyorum tek bir parçanı dahi.
    parça parça ettiğin benden başka bir şey gelmiyor elime.
    şarkılar sana küfür ediyor şimdilerde.
    her birinin içinde bir parça sen mevcut.
    öpüyorum…
    parçalara ayırdığın her zerremi.
    bir araya getirmeye çalışır gibi avuçlarımda topluyorum.
    dondurma gibi eriyorum ellerimde.
    sıvılar parmaklarımın arasından ince ince sızıyor.
    kan kırmızısı renkler parkeyi lekeliyor.
    umrumda dahi olmuyor.
    pardon, umrunda dahi olmadığımdan umrumda da olmuyor imla kuralları.
    istediğim gibi yazıyor, istediğim gibi söylüyorum..
    söyleyemiyorum…
    ağzım hiçbir şekilde sana gitmiyor.
    en fazla sana dair acı dolu bir inilti çıkıyor dudaklarımdan.
    özledim gibi…
    her zerreni.
    sadece parmaklarımın değmiş olmasına rağmen dudaklarını,
    saçlarından bahsetmiyorum bile…
    ben kırıklarıyla dolu saçlarını.
    karış karış izlerin dolu vücudumda. sızım sızım sızlıyorlar.
    inim inim inliyorum yokluğunda.
    sağım solum alev alev. bir enkazın içinde gibiyim.
    her sana benzettiğim acı acı dokunuyor sol yanıma.
    alev alev…
    bıraktıklarını sevdiğimden sesimi de çıkarmam. minik minik sen gizli içlerinde.
    özledim gibi.
    sağ elinin beş parmağını…
    -bir adam haykırdı şimdi. önce mutlu bir çığlık…

    sonra;
    “özledim!”

    -munzeviprens
  5. çok beylik laf gibi durur: dünyayı sevgi kurtaracak. bir o kadar da doğrudur. sevgi, karşılıksız vermektir. inanıyorum ki sürekli almayı arzulamaktan, hep bana demekten insanlar bir gün azat olacak. her yeni nesile biraz biraz öğreteceğiz bunu. çocuklarımız kuracak bu yeni dünyayı.
  6. çocukken dışarıda yağmurun, soğuğun, fırtınanın olduğu, yani havanın “bozduğu” gecelerde o an aynı evi paylaşmadığım, uzaktaki sevdiğim insanları düşünürdüm ister istemez. bu havalardan sonra gerçekleşmesi muhtemel bir afette nasıl biraraya gelebiliriz, gelebilir miyiz, ya da onlar bu yağmurun fırtınanın sesini nasıl duyarlar, ürkerler mi, yoksa bir evde barınıyor oldukları için şükür edip uyurlar mı?..
    o insanları sıcak yatağımdan düşlemek içimi eziyor şimdi. yine böyle havalarda, açık denizde bir teknede devrilmeye bir kala aklıma getirmek istiyorum sevdiklerimi.
    en ücralarıma, kılcallarıma işleyen hüzünlü bir sevgidense, sınırlı zamanın, ölümlülüğün karşısına geçen dirençli, kuvvetli bir sevgiyi taşımak.
  7. hayatın, bütün renkleri ve tatlarına, çiçekli ve baharatlı rayihasına karşın o "büyülü" dünyanın, mahsuscuktan geçiyor gibi yapan külçe gibi ağır, kıpırtısız zamanın, nihayetinde zerre kadar anlamlı gel(e)mediği bir mahlukum ben. yeni değil; aklımın, ruhumun dizginlerini şüphe ve arayış denen o iki deyyus seyise kaptırdığımdan beri huzur yanıma yöreme uğramaz oldu. fakat alıştım nihayetinde, tüm bu sorulara ve cevapsızlıklarına da. kendimi hayatın içine
    -yengeç yükselenli denge fukarası bir ikizler ne kadar yapabilirse- bırakmaya çalıştım sonra. yaşarken içten miydim, yoksa anthony quinn'i donumda sallayacak bir acting performansı mı sergiliyordum ben de anlamadım. yaşamak mıydı bu, yoksa adapte olmak mıydı? sormadan yaşamak mümkün müydü?

    çocukken hiç arkadaşım yoktu. tüm bu sorular içinde yalnızdım, yaşımdan da ufak cüssemin içinde sınırsız endişeyle tek başımaydım. teyzem yoktu, halam yoktu, amcam ve dayım da. yalnızlığıma ortak edecek kuzenler de doğmamış, doğurulmamıştı. ninem yoktu, dedem de. kardeşlerim, güzel kardeşlerim... onlar henüz düşünme kederine bulaşmamış, sevdiğim bir hocamın tabiriyle "insansı yaratıklar" idiler daha. bir annem vardı. bir de onu da, bizi de görüş mesafesine bir an olsun almamış, hergele bir babam. bir de bir his vardı. uyumaktan güzel, uyanmaktan kuvvetli. bazen düşünceyi durduran, o iki kendini bilmez seyise ara ara çelme takan, deviren. anlama en çok yaklaştığım anların sebebi, mucidiydi bu his. yalnızlığımın kuraklığına serin, şifalı sular çiseleten, bana kendimi, en çok da dünyayı kıymetli hissettiren o sıcak, o sarmalayan, sıkıca tutup da düşürmeyen duygu neydi? beni niçin annemi mahzun, kahrını saklarken gördüğüm anda ele geçiriyordu? neydi daha ilkokul birinci sınıfta, yalnızca adını bildiğim, o en önde oturan subay tıraşlı oğlanı her gördüğümde kalbimi elinden tutup attaa götüren som sıcaklık? ben ufacık bir yığındım, devasa gövdesiyle beni ağırlığı altında bırakıp da şikayet ne kelime, bin kere şükrettiren duyguya ne diyordu benden daha çok kelime bilenler...

    büyüdüm. adını öğrendim. sevgi... sevmenin gerekçesi. sevilmenin mutlak koşulu. her şeyden evvel dünyaya katlanabilmenin yegâne nedeni. beni yıkan, deviren, hasta eden dert, sonra yine kaldıran, bir araya toplayan, şifa veren derman... anneciğime taptıran, kardeşlerime anne, bir zamanlar erkeğime kadın yapan... babamdan görmediğim, halbuki en çok o'ndan istediğim... dostlarıma kardeş, eser miktarda düşmanıma hamuş eden... sevgi... ilk dostum, ilk kederim. ölsem de cayamayacağım. "istemem artık, yanıldım" dedikçe defaatle aradığım, usandırmaz iki gözüm, sultanım...

    demem o ki, şu kör saatte uğruna güzelleme yapmaya senden daha fazla ne değer? dünyada, cümle kainatta senden güzel ne var? seni tadıp, sana kanıp iyileşmeyen, gözü parlamayan, ışık ve renk saçmayan, ölümü dahi, hiç olmayı dahi unutmayan kim var? sensin sevgi; haneyi ev yapan, viraneyi köşk eden. kabahati hoş gören, bir gülüşü bin bahçe düşleten. yaşıyorsam sayende, yaşıyorsam uğruna. vallahi hayat dediğin çekilir gam değildir yoksa...
  8. sevgi, bir koruyucu kabuk, lezzetli alan, çekirdek kabuğu ve öz-tohum gibi saklıdır. meyveyi koruma derdine düşersen, kabuğun yırtılmazssa, çekirdeğin kırılmazsa sevgin ortaya çıkmaz. sevgisini vermeyen çürür gider. dünyada yok olmak diye bir şey yoktur, devri daim vardır, güzelliğe karışmak vardır. fakat ve fakat çürümek diye de bir şey vardır. korkmak lazım çürümekten, ne karışmaktan ne ölmekten.
    abi
  9. dedemin vefat edişi 28 yıl olmasına rağmen anneannemin dedeme söylediği geliyor aklıma.

    "ikimizi bir kefene saralar
    bir kabirde sır olalım sevdiğim.."

    abbas sayar der ki, "toprak, hayatı sevdirir. sonra unutturur." evet, sevgi önce hayatı sevdiriyor. sonra ise unutturuyor.
  10. bir canlı yada cansızın gelişimine yönelik aktif ilgi denebilir.

    insan açısından ele alırsak, çocukken yoksunluğu hem bireysel hem de toplumsal her türlü sorunun kaynağı çok çok büyük ihtimal.

    çocuk sevilmediğinde bunu dolaysız olarak yaşıyor. bu, çocuk açısından dehşet verici bir durum. bir korunağı yok. çevresinde ebeveyn dışında bunu sağlayabilecek bir başkası da bulunmuyorsa travma çok büyük. çocuk bu sebeple ölebilir. yada maruz kaldığı "sevgisizlik şiddeti"ni zihninde tersine çevirerek hayatta kalabilir.

    nasıl mı; bilinçli olmayan bir şekilde zihninde "annem babam beni sevmemekte haklı, ben sevilecek bir çocuk değilim, hatta olumsuz bir varlığım ama ilerde yapacağım şeylerle sevgilerini kazanabilirim, güzel olabilirim ve o zaman yaşadıklarım da güzelleşir" diyor ve temeli böyle kodluyor. yani çocuğun temel ihtiyacını vermeyerek çocuğa işkence eden ebeveynler "haklı", "doğru" vs. diğer yanda tek masum ve doğal varlık olan çocuk suçlu, kötü, kaka.

    bu manevra bir çocuk için zorunlu. çünkü güvenilmez ve sevgisiz bir anne-baba (yada yerine geçmiş kişiler) çocuğun bu gerçeklikle yaşayabileceği bir şey değil. ilerki yaşlarda bu kodlama temelinde değişik varyasyonlarıyla insanlar çıkıyor karşımıza; kendisinden vazgeçerek anne babalarının sevgisini almak için onları (yada onların yerine koyduğu eşi/sevgilisini) sürekli memnun etmeye çalışanlar, sorunu olduğunu bütünüyle reddedip sorunu dış düşmanlarda arayıp hatta bunu yaratanlar, neye isyan ettiği belli olmayan asiler, konformist olarak iyi durumda olduğunu sananlar, bir şeyleri devirerek düzelme olacağını düşünüp umutlarını devam ettirmeye çalışanlar, içsel öz suçlamanın reddi için "yüksek mevkiler"i hedefleyenler, intiharlar, cinayetler, cinnetler, savaşlar vs. vs.

    temelinde hep bu var; sevilmemiş ve bu sevilmemişliğin "suç"unu bir zihinsel manevra ile kendinde bularak hayatta kalmış ama bunun karşılığında kendinden nefret etmek durumunda bırakılmış çocuk. tek suçlu olmayan ve ama kurguyla tek suçlu haline getirilmiş çocuk.

    bu bahsettiklerim düşünceyle kavranabilecek mekanizmalar değil. anlama ayrı kavrama ayrı. kavranmak isteniyorsa bu söylediğim yerlere inmek, bu yaşantıları içinde "görmek" gerekiyor. o dehşet, o temel sevgisizliğin acısı içerde tekrar yaşantılanmalı. bunun etkilerinden kurtulmak, doğallığına kavuşmak yada bütün bu süregelen dünyadaki manyaklıkların ne ve nasıl olduğunu anlamak isteyen ve belki sonrasında etkin manada dünyaya katkı sağlamak isteyen buraya doğru gitmek durumunda.
    a man