1. saat sabahın altı buçuğunu gösteriyordu. tebessüm ederek uyandığı bir sabahtı, bilhassa yatalı bir saatten fazla olmamıştı. çok derin bir uyku uyuduğundan emin, saatlerini orada geçirmiş gibi de enerjisi vardı. iki hafta olmuştu her gün iki üç saati geçmeyen uykulara sahip olması, tabii hiç de uyumamak da dahil.

    yemek yediği saati düşündü, dünyanın en unutkan insanı olduğuna dair yemin edebilirdi. çünkü bazen evinin yolunu bile karıştırıyordu. ancak bu o günlerden değildi, bugün 3 mart'tı ve o 1 mart akşamı 19.24'te yemeğini bitirmiş, telefonuna bakmıştı. sanırım saati de bu yüzden çok iyi hatırlıyordu.

    yatağından kalktığı gibi elini yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı, bu diş fırçalama merakı, yüzünü yıkama merakı da iki haftadır vardı. her şey çok güzel gidiyordu, artık dünya güneşin değil de onun etrafında dönüyordu, bilhassa öyleydi de. herkesin ilgisi üstündeydi, yenilmez biriydi. nereye gitse güneş gibiydi, herkes bakıyordu. ya da bilemiyorum, o mu öyle düşünüyordu?

    telefonuna tekrar baktı, o kadar fazla yeni numara vardı ki ve hepsi öyle güzel insanlardı ki, yardımları sayesinde güç buluyor gibiydi. iki hafta içinde toplamda yirmi bin borç almıştı. maaşı sadece iki bin beş yüz liraydı, öderdi o, güçlüydü, yapardı.

    telefonu çaldı. sabah onu kimse rahatsız etmezdi ki, kimse onu rahatsız edemezdi, çünkü o özeldi. telefonda duyduğu ses, memlekete gel, annen hasta cümlesini kurduktan sonra, arkadaki hıçkırıklar eşliğinde telefonu kapattı. durdu, hayır, onun annesi ölemezdi... hayır bir dakika ölebilirdi. o hiçbir şeydi, o kimsesizdi şimdi üstüne üstlük, yeni tanıyıp o kadar da sevdiği insanlar annesinin adını bile bilmiyordu.

    aynanın karşısında öylece donakaldı. sol elini sıktı. aynaya tekrar baktı, sol elini daha da sıktı ve tek söylediği söz, "iğrençsin, senin tipini s****" oldu. ellerine tekrar baktı, kan içindeydi, camdaki yansımalar kırık dökük, nefreti ise açık seçikti.

    o güneş hiç olmamıştı ki, hezeyana kapılmıştı, birkaç bilim adamı da buna manik atak diyordu. haklılardı. hiç yanılmamışlardı. fark edememişti, kendi gölgesinin esiri olmuş iki haftadır nerde gece orada sabah yaşamıştı. şu an zaten evinde de değildi. sese koşan kadını gördü ve söylediği cümle kadının anlamsız bakışlarıyla sessizleşti: "sen kimsin?" dedi. yine tanımadığı bir yerde tanımadığı biriyle geceyi geçirmişti. annesini en son duyduğunda konuştukları şey sadece şu kadardı:
    - iyi misin oğlum, nasılsın?
    - iyiyim annecim, mükemmel hissediyorum, arkadaşlarla şimdi bir partideyiz, aralarına katılışımı kutluyoruz.
    - güzel oğlum sevindim ama bu nereden çıktı?
    - bilmem, bir barda tanıştığım kadın getirdi buraya. (annesi ilk defa bara gittiğini duyuyordu bu esnada)
    - ne diyorsun sen köpek? ne barı, ne kadını, yine mi deli oldun sen başımıza?
    aklına bu sahne geldi, annesi belki de, onun yüzünden kanser olduğu gibi, onun yüzünden öldü. bunun ağırlığını kaldıramıyordu artık. gidilecek iki yol vardı, birisi annesine saygı ile veda etmek, ikincisi ise saygısızca. 3 mart 2023 günü, son duyduğu ses kendi kemiklerinin sesiydi ve 8 kat bir insan için çok yüksekti, en azından düşünce sağlam kalabilmek için.
    annesine kavuşamayacağını biliyordu, zarını atmıştı. ölüm, annesinden daha da uzaklaştırdı.

mesaj gönder