1. istediğin kadar karanlık ol, sabah güneş yeniden doğacak
  2. gündüz kalabalıklar içinde yalnız kalıp,
    karanlık bastığında iyice gömülüp sessizliğe,
    yalnızlığında güzel olduğunu söylemek değil midir gece?
  3. insan kendisini katlayıp bir dolaba koyamıyor.
  4. çok güzelsin.
  5. bir insanin asla kendinden nefret etmedigi, utanc duymadigi, korkmadigi, kendini ezmedigi, asla caresiz hissetmedigi bir geceyi, gündüzü, hayati herkese dilerim.
  6. çok ponçik bir dostum var. hafif malımsı. (aha kesin tam burada "sensin mal" diyodur. asıl sensin mal, ayna! *yandan bakışlı, hangisi-olduğunu-bilirsin-sen emojisi*)
    canımın çikolatalı süt çekmesine sebep olarak içer misin diye soran ama ikram etmeden giden gıcık da bir tip. hayır yani soruyosun harika olar diyoruz, bari bi' tepki ver, bi' mesaj at, herhangi bir şey olm. *gene o emoji*
    çok uykum var, gözlerim acıyor. zıbarcam ben, evet.
    rüyanda tunalar kovalasın, çok amin, dinimiz amin, pek amin.
  7. bazı cümleler ipek mendilere sarılıp saklansa ne güzel olurdu, bazı anlar da ve bazı duygular da.
  8. saat sabahın altı buçuğunu gösteriyordu. tebessüm ederek uyandığı bir sabahtı, bilhassa yatalı bir saatten fazla olmamıştı. çok derin bir uyku uyuduğundan emin, saatlerini orada geçirmiş gibi de enerjisi vardı. iki hafta olmuştu her gün iki üç saati geçmeyen uykulara sahip olması, tabii hiç de uyumamak da dahil.

    yemek yediği saati düşündü, dünyanın en unutkan insanı olduğuna dair yemin edebilirdi. çünkü bazen evinin yolunu bile karıştırıyordu. ancak bu o günlerden değildi, bugün 3 mart'tı ve o 1 mart akşamı 19.24'te yemeğini bitirmiş, telefonuna bakmıştı. sanırım saati de bu yüzden çok iyi hatırlıyordu.

    yatağından kalktığı gibi elini yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı, bu diş fırçalama merakı, yüzünü yıkama merakı da iki haftadır vardı. her şey çok güzel gidiyordu, artık dünya güneşin değil de onun etrafında dönüyordu, bilhassa öyleydi de. herkesin ilgisi üstündeydi, yenilmez biriydi. nereye gitse güneş gibiydi, herkes bakıyordu. ya da bilemiyorum, o mu öyle düşünüyordu?

    telefonuna tekrar baktı, o kadar fazla yeni numara vardı ki ve hepsi öyle güzel insanlardı ki, yardımları sayesinde güç buluyor gibiydi. iki hafta içinde toplamda yirmi bin borç almıştı. maaşı sadece iki bin beş yüz liraydı, öderdi o, güçlüydü, yapardı.

    telefonu çaldı. sabah onu kimse rahatsız etmezdi ki, kimse onu rahatsız edemezdi, çünkü o özeldi. telefonda duyduğu ses, memlekete gel, annen hasta cümlesini kurduktan sonra, arkadaki hıçkırıklar eşliğinde telefonu kapattı. durdu, hayır, onun annesi ölemezdi... hayır bir dakika ölebilirdi. o hiçbir şeydi, o kimsesizdi şimdi üstüne üstlük, yeni tanıyıp o kadar da sevdiği insanlar annesinin adını bile bilmiyordu.

    aynanın karşısında öylece donakaldı. sol elini sıktı. aynaya tekrar baktı, sol elini daha da sıktı ve tek söylediği söz, "iğrençsin, senin tipini s****" oldu. ellerine tekrar baktı, kan içindeydi, camdaki yansımalar kırık dökük, nefreti ise açık seçikti.

    o güneş hiç olmamıştı ki, hezeyana kapılmıştı, birkaç bilim adamı da buna manik atak diyordu. haklılardı. hiç yanılmamışlardı. fark edememişti, kendi gölgesinin esiri olmuş iki haftadır nerde gece orada sabah yaşamıştı. şu an zaten evinde de değildi. sese koşan kadını gördü ve söylediği cümle kadının anlamsız bakışlarıyla sessizleşti: "sen kimsin?" dedi. yine tanımadığı bir yerde tanımadığı biriyle geceyi geçirmişti. annesini en son duyduğunda konuştukları şey sadece şu kadardı:
    - iyi misin oğlum, nasılsın?
    - iyiyim annecim, mükemmel hissediyorum, arkadaşlarla şimdi bir partideyiz, aralarına katılışımı kutluyoruz.
    - güzel oğlum sevindim ama bu nereden çıktı?
    - bilmem, bir barda tanıştığım kadın getirdi buraya. (annesi ilk defa bara gittiğini duyuyordu bu esnada)
    - ne diyorsun sen köpek? ne barı, ne kadını, yine mi deli oldun sen başımıza?
    aklına bu sahne geldi, annesi belki de, onun yüzünden kanser olduğu gibi, onun yüzünden öldü. bunun ağırlığını kaldıramıyordu artık. gidilecek iki yol vardı, birisi annesine saygı ile veda etmek, ikincisi ise saygısızca. 3 mart 2023 günü, son duyduğu ses kendi kemiklerinin sesiydi ve 8 kat bir insan için çok yüksekti, en azından düşünce sağlam kalabilmek için.
    annesine kavuşamayacağını biliyordu, zarını atmıştı. ölüm, annesinden daha da uzaklaştırdı.
  9. bi alıntı bırakıcam:

    "izlanda'dan 3 gol yedik diye millet öfke krizlerine girmiş. "nasıl oldur da 300 bin kişilik ülke bize kendi sahamızda 3 çeker" miş.
    izlanda'da asgari ücret 2600 usd, sende 397 usd
    izlanda'da ortalama yaşan süresi 82 yıl, sende 73 yıl.
    senin çocuğun üniversiteye girmek için 6 yaşından itibaren yarış atı gibi sınavlarla boğuşur, sen etüt, dershane özel hoca vs ye avuç avuç para dökersin, izlandalının çocuğu liseyi bitirdimi, tıp gibi bir kaçbranş dışında, istediği üniversiteye elini kolunu sallaya sallaya girer.
    sen her gün 3-5 evladını şehit diyerek toprağa verirken, izlanda en son 2.dünya savaşında asker kaybetmiş.
    hasıl-ı kelam sen;
    "ulan ben eşşek gibi çalışmama rağmen neden izlandalının altıda biri kadar kazanıyorum?"
    "heriften neden 10 sene daha az yaşıyorum?"
    "herifin çocuğu istediği üniversiteye girerken benim çocuğumun okumak için neden canını çıkartıyorlar?"
    "herifin oğlu uçağın vip bölümünde dünyayı gezerken neden benim oğlumun cenazesi kargo bölümünde evine yollanıyor?"u dert etmeyip de üç gol yedim diye çıldırıyorsan, af buyur ama geri zekalısın güzel kardeşim.
    k.bahadir"
  10. Ailenin yanındasın. Işıklar kapalı, herkes uykuda. Dışarıda biraz uzağında deniz var. Görmesen de içinde hissediyorsun. Annen kahvaltı için planlar yapmış bile. Börek hayalleriyle uyuyorsun. Arka fonda Armstrong dayı "what a wonderful world" diyor davudi sesiyle. İtiraz edebilmek ne mümkün. Hayat her şeye rağmen güzel geliyor. Evet hayat her şeye rağmen güzel.