• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.33)
jeder für sich und gott gegen alle - werner herzog
1828 yılında nrümberg sokaklarında polis tarafından bulunan, sadece adını yazabilen, konuşamayan, ellerini ve ayaklarını kullanmayı bilmeyen kaspar hauser’in hikayesini anlatır. kaspar’ın gözünden anlatılan kısa ve basit hikayelerle uygarlığın yarattığı ıssızlığı çarpıcı şekilde ifade eden herzog aynı zamanda modern toplumun duyarsız yapısını eleştirir.


  1. (bu yazı komple spoiler içerir)



    filmin giriş kısmı, su, kıyıdan sandalıyla ayrılan ve gözleri arkada bir adam, genç bir kadın, kule (ki kaspar sonraları bir şeyin içinde olmak ile onun dışında olmak algıları konusunda ki sözlerini burada sarfedecektir), gölde çamaşır yıkayan yaşı ilerlemiş bir kadın görüntüleriyle başlar. herzog'un filmde, kadının yeri konulu bir kaç sahne ile beraber, bu görüntülerle kadın doğası ile ilgili mesajını tamamlamak istediğini düşünüyorum.

    kaspar'ın izolasyonun sona ermesinin (sadece fiziksel olarak belki de) ardından, toplumla etkileşiminde ki ilk vurgulardan biri olan "ekmek" aklıma direk şunu getirmiştir:

    i. psamtik, 26. mısır hanedan soyundan bir firavundur. heredot'un tarihler isimli eserlerinin ikinci cildinde ismi geçer.

    "yunan tarihçisi heredot, tarihler eserinin ikinci cildinde i. psamtik ile ilgili bir anekdottan bahsetmiştir. mısır'a yolculuğu sırasında heredot, psammetikus'un ("psamtik") iki çocuk üzerinde deney yaparak dilin kökenini araştırdığını duymuştur. söylenilenlere göre yeni doğmuş iki bebeği, onlara bakması için bir çobana teslim ederek, kimsenin onlarla konuşmasına izin vermemesini tembih etmiştir, çocuklar büyüdüğünde ise konuştukları ilk kelimeleri tespit etmesini istemiştir. firavunun oluşturduğu hipoteze göre, dışarıdan müdahale edilmediğinde çocukların söyleyeceği ilk kelimeler, tüm insanların dilinin kökenini belirleyecektir. çoban bir gün çocuklardan birinin "bekos" diye bağırdığını duyar ve bunun frigce olduğu sonucuna varır. çünkü "bekos" kelimesi frigce "ekmek" anlamına gelir. bu şekilde, friglerin mısırlılardan ve öteki milletlerden daha eski olduğu ve frigce'nin insanların orijinal dili sonucuna varırlar. heredot dışında, günümüze ulaşan ve bu hikayeyi doğrulayan başka bir kaynak yoktur."
    (vikipedi)

    herzog'un yaptığı bu ekmek göndermesi, belki de benim için açık olan en net göndermedir.

    kaspar rüyasında, tepesinde ölümün bulunduğu sisler içinde ki dağa tırmanmakta olan insanlardan bahseder. şüphesiz ilk bakış, bize bunun zorlu ve neler getireceği belli olmayan bir yaşam ile, sisler içinde ki dağ tasvirinin özdeşleştirilmesi olduğunu söyler.


    son olarak paul verlaine'in filmden etkilenip yazdığı söylenen bir şiirle yazıyı sonlandırayım. şiirin türkçesini bulamadım. bulan olursa mesaj atabilir. (evet bir şiir de sıkıştırdım yazıya helal bana)

    gaspard

    je suis venu calme orphelin
    riche de mes seuls yeux tranquilles
    vers les hommes des grandes villes
    ils ne m'ont pas trouvé malin

    à vingt ans un trouble nouveau
    sous le nom d'amoureuses flammes
    m'a fait trouver belles les femmes
    elles ne m'ont pas trouvé beau

    bien que sans patrie et sans roi
    et très brave ne l'étant guere
    j'ai voulu mourir à la guerre
    la mort n'a pas voulu de moi

    suis-je né trop tôt ou trop tard
    qu'est-ce que je fais en ce monde
    ô vous tous, ma peine est profonde
    priez pour le pauvre gaspard


    youreads sinema grubu'na ve filmi seçen arkadaşlara teşekkürler :)
  2. bir kaç gün önce bir yolculuk yaptım. bu yolculuk sırasında, biraz daha film üzerine düşününce, aklıma güzel bir şey geldi ve paylaşmak istedim.

    filmde bir sahne geçer. bu sahnede sadece başı bilinen bir hikayeden bahsedilir.
    çölde kör bir berberi'nin rehberlik ettiği bir kervan vardır. uzun süre gittikten sonra, yollarının devamında dağlar olduğunu görürler. yollarını değiştirip değiştirmemek konusunda bir tartışmaya girerler. yanlarında pusula vardır fakat işe yaramaz. en sonunda kör ve yaşlı berberi, dağların birer illüzyon olduğunu, bu yoldan devam etmeleri gerektiğini söyler. ihtiyar adamın sözlerine uyarak dağlara doğru yola koyulurlar. aslında birer serap olan dağları geçtiklerinde, bir şehire varırlar. asıl hikaye o zaman başlar.

    bence çöl ile özdeşleştirilen hayatın kendisidir. üstelik sıradan bir tasvir değildir bu. çölün bütün izleri yutuşu, kum tepelerinin sürekli değişmesi, sıcağı ve soğuğu, serapları ve ıssızlığı ile, mükemmel bir özdeşleştirmedir. ölüm ise sadece bir illüzyondur. ve onun karşında, bir şeyler yapmaya çalışan, kafilenin diğer üyeleri, mantığın üyeleridir. gördüklerini bilirler ve bunun karşısında ne yapacaklarını bilmeden tartışırlar. kör ve yaşlı berberi ise, vicdanın ve kalbin sesidir. o dağları görmez, sadece yolundan ve şehirden haberdardır. karşısına çıkacak her şeyin birer serap ve kandırmaca olduğunu bilir. şehir ise ölümden sonrasını ifade eder. bir ateist olarak, "asıl hikaye bundan sonra başlar." cümlesini düşünürken çok etkilenmiştim.

    hiçlik, yüzlerce dinden biri yahut hiçbiri... bütün soruların cevabının, filmde ölümden sonrasıyla bu şekilde ilişkilendirmesi, bana herzog'u ayrı bir sevdirmiştir.