Can Öz röportajı

  • Kendi adıma konuşursak okumasını hep sonralara ertelediğim kitap listeleri oluşturmayı çok severim. Bu yüzden bir kitap önerisiyle başlamak isterim.
  • Cem Akaş - Sincaplı Gece. Muhafazakarların yönettiği, ve bugünkü gibi değil, ülkeyi gerçekten iyi yönettiği bir Türkiye'deyiz, gelecekteyiz, ve roman öyle iyi yazılmış ki, 8-10 sayfa sonra bu durumun tuhaflığını sorgulamayı bırakıp, kendimizi hikayeye bırakıyor, ve olan biteni merak etmeye başlıyoruz. Daha çok anlatırım ama yerimiz yok. İki de öykü kitabı önerelim. Çok beğendiğim, hayran bırakan iki yazar: Engin Türkgeldi - Orada Bir Yerde Ezgi Polat - Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda

  • Geçtiğimiz günlerde meclis eğitim komisyonundan bir üyenin "Cihad bilmeyen çocuğa matematik öğretmek gereksiz" şeklinde bir açıklaması oldu...hal-i pür melalimiz böyle iken, hayal kursak, elinizde olsa, lise çağına kadar "bunları okutmadığımız çocuklara eğitim verdik demeyelim" diyebileceğiniz bir başucu kitap listeniz var mıdır?
  • Yok öyle bir liste. Daniel Pennac'ın "Okurun Hakları" isimli çalışmasında anlattığı gibi, okur canı ne isterse onu okumalı. Bu ister klasik roman, ister çizgi roman, isterse de tuvalette otururken deterjan kutusunun arkasındaki açıklamalar olsun. Okumak bir keyif işidir, çocuklara öyle olduğu anlatılmalı, gösterilmeli. Yoksa büyüyünce saçma sapan kişisel gelişim kitaplarındaki basit sözlere hayatlarını teslim ediyorlar, "okumam gereken kitaplar" listelerinden fellik fellik kaçıyorlar. Okumak görev değil, zevktir, hazdı, tatmindir.

  • Daha önce birkaç yerde denk gelmiştim. Her ne kadar kaynak verilmemiş dedikodu seviyesinde kalmış olsa da dünyada yayıncılık piyasanın gittikçe küçüldüğünden bahsetmişlerdi. İşin içinden birisi olarak ne dersiniz bu konuda?
  • Doğru değil. Bu medya kuruluşları için geçerli iken, kitap yayıncıları için geçerli değil. Hele Türkiye'de, daha basılı kitap yayıncılığı emekleme aşamasında. Okurların da, yayıncıların da çok yolu, genişleyecek çok alanı var.

  • Yayıncılık demişken, Erdal Öz için "kapısını asla kapalı bulmayacağınız bir yayıncı" denildiğini duymuştum. Devraldığınız bu manevi mirasta yıllar içinde yayıncılık çizginizde isteyerek ya da istemeyerek değişen ve bunun yanında itinayla korumaya çalıştığınız neler var?
  • Erdal Öz'ün gerçek mirası Can Yayınları değil, Can Yayınları'nı da Can Yayınları yapan kavramlardır esasında. Nitelik, disiplin, dürüstlük, özen, saygı, eşitlik, özgürlük. Ben de sıkı sıkıya bu kavramlara sahip çıkıyorum.

  • Can Yayınları olarak Öykü Gazetesi'ne destek olmanız, Socrates'i çıkarmanız dolayısıyla dışarıdan bir gözle bakıldığında yayınevini salt kitap basma yeri olarak görmediğiniz düşünülüyor. Peki, bir edebiyat yarışması düzenleme fikriniz var mı? Örneğin bir ilk roman yarışması şeklinde bir proje düşünür müsünüz?
  • Şimdilik düşünmüyorum. Eldeki projelerin geliştirilmeleri, derinleştirilmeleri gerekli. Üstelik Can Yayınları da yapısal olarak geleceğe hazır değil, bu hazırlığın altyapısı üzerine çalışıyorum, yaklaşık bir yıldır. Elimdeki işleri derinleştirmeden, kurumsallaştırmadan yeni projelere girmek istemiyorum. Belki 2018 sonunda düşünebiliriz.

  • Bir yazarın kitabını ilk defa Can Yayınları'nda okuduktan sonra başka yayınevlerinde görmek nedense bir burukluk bırakıyor bende. Bu burukluğu bir keresinde Umberto Eco'da yaşadım. Öncesinde de Ahmet Ümit ile ilk tanışmam da yine sizin yayınevinizden çıkan bir kitabı ile olmuştu. Sonrasında ise  kitapları başka bir yayınevi tarafından basılmaya başlandı ve hala da öyle devam ediyor. Sorum bu bağlamda biraz duygusal olacak.  Can Yayınları'ndan bir yazar başka yayınevine geçince neler hissediyorsunuz? Bir aldatılmışlık ya da aileden birinin göç etmesi gibi bir etki bırakıyor mu sizde de?
  • Aldatılmışlık asla hissetmiyorum. Yazar nereye isterse gider. Onun elinde biricik eserleri var, ve bu onun varoluşunun büyük bir kısmı genellikle. Yayıncı ise birçok yazarla çalışıyor. Yani yazarlar tek-eşli, yayıncı ise çok-eşli. Bu durumda aldatılma hissine kapılma hakkı ancak yazara ait olabilir. Ama çok, çok üzülüyorum; bunun yayıncılığın doğası olduğunu kendime söyleyerek kendimi az da olsa avutuyorum.

  • Peki, Kitabı Can Yayınları'ndan çıkmadığı için üzüldüğünüz, kaçırdığınız yazarlar var mı?
  • Dünyadaki beğendiğim ve yayınlamadığım tüm kitaplar.

  • Şimdiki yazarlarınızla alakalı olarak da kendini kanıtlamış, deyim yerindeyse marka olmuş yazarların yeni kitaplarını değerlendirme sürecinde, bu yazarları da yeni yazarlarla aynı düzeyde eleştirebilme özgürlüğünüzü koruyabiliyor musunuz?
  • Yazarın kendini kanıtlamış veya kanıtlamamış olması üzerinden bir ayrım yapmıyoruz. Her yazar farklıdır, her biriyle farklı bir ilişki kuruyorsunuz. Okurunu oluşturmuş bir yazar sizi genelde daha az dinler. Ama zaten kimse dinlemek, önerilerinizi beğenmek zorunda değil. En nihayetinde ortaya çıkan esere bakıyorsunuz. İyiyse yayınlıyorsunuz.

  • İlk kitaplarını bastığınız yazar sayısında bir kaç yıl önceye kıyasla bir azalma söz konusu. bu bilinçli bir tercih mi? Nedeni nedir?
  • Bilakis, artış var. Hem sayısal, hem de nitelik bakımından, bence çok kıymetli bir artış bu.

  • Beymen Club ile girdiğiniz işbirliğinizden bildiğim kadarıyla eleştiriler de aldınız.. Barkodu olan bir ürün satan hiçbir yer için romantik solculuk yapmak doğru olmayabilir ancak bu işbirliğinde mali getirisi dışında başka bir hedefiniz var mıydı?
  • Var elbette. Modern dünyanın işlemesi için neo-liberal mekanizmalarla sosyal demokrat ideallerin uzlaşması gerektiğini, 21. yüzyılda gelişimin ancak böyle mümkün olabileceğini düşünüyorum. Örneğin, Almanya'da Socrates Dergi çıkarıyoruz ve her türlü pazarlama, gelir sağlama çalışmasını gerçekleştiriyoruz; okurdan da hep destek alıyoruz. Üstelik Almanya, çelişkili gibi görünen bu iki kavramı, gördüğüm kadarıyla en iyi uzlaştırmış olan ülke Dünya'da. İsveç/Norveç/Kanada gibi şehir-devlet modeliyle, sınırları ve güvenliği diğer devletlerce güvenceye alınmış, bu özgürlükle politika üreten ülkeleri saymıyorum. Neyse, konuya gelirsek, bu şüphesiz ki bu bir gelir yaratma modeli. Dediğiniz gibi, barkodla, etiket fiyatıyla ancak varolan bir üretim yapıyorsunuz, bunun da ismi ticaret. Burada hassas nokta, gelir sağlamak veya sağlamamak değil, kültürel katma değer yaratabilip yaratamadığınız, dürüst olup olmadığınızdır. Bunları her zaman sağlamak zorundayız çünkü Can Yayınları'nın marka kimliği bunu gerektirir. Yoksa bunun da peşin bir zorunluluk olduğunu düşünmüyorum. Kimi yayıncı da yalnızca satışı önceler, iş modeli budur, beğenmeyebilirim, ama yanlış veya ahlaksızca olduğunu iddia etmem. Neyse, işin özeti, kültürel katma değer yaratmanın Can Yayınları'nın esas görevi olduğunu düşünüyorum, buna göre çalışmaya devam edeceğim.

  • Geçtiğimiz günlerde bir yayınevi hakkında (ismini soruyu amacından saptırabileceği için vermiyorum), bir çeviri rezaleti ortaya çıkmış, özensiz bir çeviriden çok daha kötü biçimde çevrilmeden atlanan kısımlar olduğu söylenmişti. Sizde yabancı yazarların eserlerinin çeviri prosedürü nasıl işliyor; çevirmen-yazar eşleşmesi nasıl yapılıyor, çevirmenin yaptığı işin orijinaliyle anlam bütünlüğü açısından karşılaştırılabildiği bir kontrol mekanizması var mı?
  • Elbette var, ancak gözden kaçma olma olasılığı her zaman var. Bence bu durumlarda tek kitaptaki hataya değil, istikrarlı tavıra bakmak gerekir. Bir yayıncı sürekli hatalı çeviriler basıyorsa, zaten çeviriyi pek önemsemiyordur. Ancak arada sırada ortaya çıkan hatalarda da affedici olmak gerekir kanaatimce.

  • Zaman zaman bazı küçük yayınevlerinde karşılaşılan çevirmen rezaletleri bir yana, artık çevirmen mantığının değişmesi gerekmiyor mu? Yerel okuyucunun daha iyi ya da kolay anlaması adına ifade etme biçimini geçtim neredeyse akışla oynayan çevirmen mantığının artık elimine olması gerekmiyor mu?   
  • Sorduğunuz soru açıkçası bu derinlikte bir konu için oldukça yetersiz, kötü hazırlanmış bir soru. Olsun, canınız sağolsun, kolektif bir iş yapıyorsunuz ve bu durumun benim için bir sakıncası yok, ancak sizi düzeltmeliyim çünkü konuya vakıf olmayan okurların çeviri ile ilgili yetersiz bir açıdan değerlendirme yapmalarını istemiyorum. Konuya dönelim. "Çevirmen mantığı" diye bir sabitimiz yok. Çok kıymetli, ve konuya farklı yaklaşan çevirmenlerimiz var. Bir de yayıncıların / okurların talepleri var işin içinde. Kaldı ki bu konudaki tartışmalar yeni de değil. Benim size önerim, mesela Ülker İnce, Şadan Karadeniz, Sabri Gürses, Seçkin Selvi ve daha nicesini sayabileceğimiz çok kıymetli çevirmenlerin fikirlerini alarak bu konuyu özel bir tartışma konusu yapmanız. Hatta tartışma bir seri bile olabilir. Özgün dilden çeviriler, Cumhuriyet devrimi ve Türkçe'nin çevirilere etkileri, 21. yüzyıl telaşında klasik çeviri gelenekleri, Can Yücel çevirileri, çeviri kuramı, argonun çeviriye etkileri, akar gider. Elbet bu konulara okurlar için kolay okutacak başlıklar bulursunuz. Yoksa "çeviri kuramı" diyerek boşa kürek çekmenizi önermiyorum. Neyse, uzattım, lezzetle okuyacağıma eminim.

  • Emeğiniz için teşekkürler. Son olarak sevgili takipçilerinize ve youreads.net üyelerine söylemek istediğiniz bir şey var mı? 
  • Var elbet: Ahmet Cemal. Bu kadar. Size de emekleriniz için teşekkürler, sevgiler.

    cevaplayan: Can ÖZ