1. aynada süslenirken görürse;
    " kafanızın içini süsleyin dışını değil" derdi. her seferinde bıkmadan.
    saçları yok yani işte bildiğiniz kel, biri azıcık alay etse;
    " cevher dolu dağda ot bitmezmiş"
    ve her sofraya oturduğumuzda;
    yüksek sesle;
    "karnımızdan önce gözümüzü doyur allah'ım"
    unutulur mu bunlar?
  2. bundan yaklaşık 2-3 yıl öncesi suriyelilerin ülkeye yeni akın ettiği zamanlar. ocak ayının sonları. bursa'ya hiç bir zaman aşırı yoğun kar yağmaz. arada bir yağar sonra 1 hafta erime süreci geçirir. yine böyle yerlerin hep beyaz-kahverengi çamur olduğu erime süreçlerinden bir cuma günü. babamla onun işyerine yakın olan bursa ulucami çevresinde yürüyoruz. babam cumadan yeni çıkmış. bende ise iman yok. açık açık konuşmamış olsak da babam da durumun farkında ama birbirimizi kabullenmişiz ve böyle mutluyuz. sömestr tatili dolayısıyla yaklaşık 3-4 aydır yokluğumdan mütevellit beni özlemiş olan peder ve ev ahalisi bir dediğimi iki etmez. beni memnun etmek için herşeyi yaparlar. o gün de babam "hadi gel iskender yiyelim" dedi. yıllar boyu memur çocuğu olarak yaşamışız yokluk nedir biliriz. çift maaş, 2 çocuk olmasına rağmen yıllar boyu tek maaş 3 çocuk havasında bir hayat sürmüştür bizim evde. o yüzden yarı isteksiz yarı istekli yaklaşık 5 dakikalık bir itiraz dalgasının(baba ne gerek var boşu boşuna masraf, aç değilim o kadar vs vs...) ardından iskender yemeye karar verilir. iskenderciye doğru yürürken o gün her zamankinden daha fazla dilenci olduğu farkedilir hem de her türlüsünden. ilk karşılaşılanın ayağı sakatken 15 metre ileridekinin gözleri kördür. ikisine de para verilir. sonra 20 metre sonra dilenci müşterinin ayağına gelir iş için bursaya geldiğini bulamadığını vs vs bi şeyler sıralar. ona da verilir. ardından savaştan kaçtığını belirten suriyeliler gelir. onlar da es geçilmez. ve daha niceleri. yaklaşık dağıtılan 35-40 lira sonrasında dayanamayıp cahil, salak, kibirli, her boku bildiğini sanan o 20 lik veletten beklenen soru-cümle gelir: baba verip durma şunlara. zaten yarısından fazlasının durumu bizden iyi bunu sen de biliyosun. senin gibiler verdikçe daha fazla yüz buluyolar. niye hepsine veriyorsun ki? işte baba o an oğluna o ana kadar hiç yaşamadığı bir hayat tecrübesi yaşatır ve bunun farkına varmaz bile: haklısın oğlum biliyorum ben de çoğunun beni kandırdığını ama ya birisinin gerçekten ihtiyacı varsa ve o anda ben yardım etmemiş olursam? o zaman allah katında hesap veremem... baba ne söylediğinin farkında değilmişçesine hayır direk söylediği sözün etkisinin farkında varmadan yürümeye devam eder. oğlan 1-2 saniye duraklar ardından az önce azıcık önünden yürüdüğü babasının hemen arkasından yürümeye devam eder çünkü biliyordur hayatı boyunca asla onun önünden yürümeye hakkı olamayacktır. birlikte iskenderciye girerler. o ana kadar birlikte gittikleri iskendercide 2.5 porsiyondan aşağı yemeyen çocuk o gün 1 porsiyonu bitiremez, utanır. babasını karnının tok olduğu savıyla savuşturur. işte o gün farkettim nelere sahip olamadığımdan çok nelere sahip olduğumu. evet çocuk ne allaha inanaır ne peygambere. hatta babasının allah katında hesap vereceğini düşünmesine o güne kadar gülmüştür. o gün bu gündür hala bilmez hesap var mı kitap var mı ölümde sonra adalet var mı? ama o günden sonra bi daha gülmez. inanmasa bile gülmez sadece susar geçer. ve o günden sonra farkeder. dünyanın en şanslı ve en zengin adamı olduğunu. o zaman farkeder niye ailesini sevdiğini. kan bağından dolayı değildir bu sevgi. asla ulaşamayacağı bir insana duyduğu sevgidir. evet yarın bugün 3 üniversite bitirsem üstüne 3 doktora yapsam, 3 ciltlik 3 akademik seri yazsam her şey hakkında bir fikri bulunabilen bir entelektüel olsun atomu parçalasam bile asla ulaşamayacağımı bildiğim bir adam var önümde benim. ve önümdeki o adam aynı zamanda arkamdaki, dünyanın en güvenli limanının ta kendisi. çünkü o adam kendi ailesi başta olmak üzere başkaları için hayatından vazgeçmiş. çünkü o adam ki oğlunun hafızasına yerleştirdiği tek bir anı yok: başkalarına kötülük ettiği. o adam ki 20 yıldır oğlunun gözü önünde değiştirmediği yamalı ceketiyle mutlu. çünkü iyilikten zevk alan bir adam o ve kendisi kadar olmasa da oğluna da bunu bir miktar aşılayabilmiş bir baba...
  3. "bilgin ve karakterin, bu olsun." (masa düzlemine eliyle hayali bir dikdörtgen çiziyor) "bu senin temelin. ne inşa edeceksen, her ne öğreneceksen bu temele göre yorumlayacak ve geliştireceksin. sokağa bir çık. insanlara bak. haberleri aç, politikayı biraz takip et ve oradaki insanları da gözlemle. göreceksin ki, birçoğunun ya temeli yoktur ya da bütün fikirleri onlara empoze edilmiştir. ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin, her ne fikirden oluşursa oluşsun, bu temeli koruyabilirsen mutsuzluk denen şey senden uzak olacak."

    rakı böyle bir şey işte.
  4. "bir adamın nasıl biri olduğunu öğrenmek istiyorsan parasını nasıl harcadığına bakman yeterlidir"
  5. bayrama son günler, benim hala giyecek bir bayramlığım yok. ama olsun, babamın çok güzel bir sözü var, o yeter benim için:

    "yavrucuğum, önemli olan bayramda yeni kıyafet giymek değil, temiz kıyafet giymektir."
  6. çok küçükken, her düşüşümden sonra "dikkat et düşersin!" diye dalga geçmesiydi. canım acısa da babamın o lafına gülerdim.

    başka da aklıma gelmiyor. keşke daha çok anımız olabilseydi.
  7. ya lise 1 ya da lise 2'yim. ergenliğim aklımdan daha fazla göze çarpıyor o zamanlar. şimdi düşündüğümde asla cesaret edemeyeceğim şeyleri düşünmeye tenezzül etmeden yaptığım yıllar.

    çıktım okuldan ve arkadaşlarımla takılmaya gittim. içiyoruz, sohbet, karara, kikiri vs. ama zekaya bak telefonu kapatmışım ailem ararsa hiç rahatsız olmayayım şimdi durduk yere diye. tam carpe diem yani. neyse efendim okuldan 15.00 civarı çıkmışım. olmuş saat gece 03.00. telefon hala kapalı tabi. iki dakika keyiflenelim dedik bi de anne baba dırdırı mı çekecez değil mi? tabi eve dönerken alttan alttan vurmaya başladı... biraz pişmanlık, biraz yusuf. zili çaldım(hayvan herif hem gecenin üçünde geliyosun hem anahtar taşımıyosun) ve babam açtı kapıyı. dimdik duruyo karşımda ve kıpırdamadan gözlerimin içine bakıyo. yüzünde öyle bir ifade var ki adamı bitirir. 12 saattir oğluna ulaşamamış ve oğlunun sarhoş olduğu her halinden belli. neyse, ömründe bana fiske vurmayın adama "vur baba bana, hakettim bunu" dedim. karşılığında duyduğum, en temiz baba dayağından daha ağırdı herhalde: "oğlum keşke bu yaptığından sonra sana vurabilecek kadar bağ kalmış olsaydı aramızda." ve döndü arkasını gitti. ben oracıkta tükendim. tüm gece salya sümük birbirine karışmış vaziyette geçti. o gün yastığa başımı koyduğumda geçer sanmıştım ama geçmedi. ömrüm boyu da unutamam sanırım bu cümleyi.
  8. "unutmak diye bir şey yok, önemsememek diye bir şey var" ... babam bunu dediğinde "unuttuğum bir şeyi nasıl önemseyebilirim" diye ergen ergen konuşurdum. ama adam doğru söylüyor, bir şey önemsendğinde kendisini unutturmuyor.
  9. "yaşına güvenme, başın sıkıştığında ara, ben varım" öyle zamanda söylendi ki.. 690 kmden anında yetişti.
  10. "kızlarımla ben arkadaş olmazsam başkaları olurlar."