• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (4.63)
Yazar buket uzuner
balık izlerinin sesi - buket uzuner
anne tarafından afife jale'ye akraba oluyorum. babamın kökleri de piri reis'in amcası kemal reis'e uzanır, dedim gururla.
- camile ve kolomb gibi mi yani? dedi şaşırarak.
- hiç kimse bir başkasına benzemez! diye hırçınlaştım.
- afife piri! dedi hayranlıkla.
- afife piri! diye yineledim.
- denizlerin serüvenci oğluyla, sahne ışıklarının cesur, asi kızının torunusun, müthiş... olağanüsü... anlamalıydım... çoktan anlamalıydım...
(idefix)


  1. kitaptaki karakter isimlerinden yola çıkıp gerçek kişileri araştırmak da ayrı bir tat olarak kitabın tadına eklenir.
    mesut
  2. buket uzuner'in konularına ve üslubuna hayran olduğum için aldığım kitabı meğerse seneler önce okuyup unutmuşum.böyle güzel bi tesadüf olunca ben de devam ettim okumaya.seneler sonra hala aynı tadı alırken aynı zamanda yeni şeyler keşfedebilmek gerçekten muhteşem bi deneyimdi.okumanızı tavsiye ediyorum.
  3. okumayı bana asıl sevdiren... lisenin son yılında okumuş, testlerin, dershanenin o hafta yüzüne bakmamıştım. iyi ki de öyle yapmışım...

    bugün bir vesileyle o eski basımını tekrar aldım elime, o zamanlar benim için 'yeni' bir çok isimle tanışmama vesile olan, o yaşların belki de en doğal yanılsaması olan farklı olma hissini anlatan bu romanı yine aynı keyifle okuyabiliyor muyum diye baktım; değişen bir şey yok...bugün de işi gücü sermiş olduk. iyi ki de sermişim.

    bu roman buket uzuner'in aslında büyük bir hayranlık beslediği romain gary 'e yazdığı mektuplardan evrilttiği bir kitap. kendisinin böyle bir niyeti muhtemelen yok ama ben yıllar sonra hala büyük bir umutla o mektupları yayınlayacağı günü bekliyorum.

    postmodern bir romanı tadını kaçırmadan anlatmak bence biraz zordur; yazar kendisi anlatmış:

    !---- spoiler ----!

    haziran 1992 varlik

    dört yıl önce, akdeniz’de sıcak bir yaz günü (antalya 1988) romain gary’nin (emile ajar) ‘yalan roman’ adlı romanını okudum. o sıralar ‘güneş yiyen çingene’yi yazıyor, bir yandan da “ayın en çıplak günü’ne yayınevi arıyordum. ‘yalan roman’ iki saatte yutularak okunan, bittiğinde de insanda yalnızlık ve boşluk duygusu yaratan kitaplardandı. aynı geceden başlayarak, romain gary’ye yollanmak üzere mektuplar yazmaya başladım. iki yıl sonra, çoktan aramızdan ayrılmış bu sevgili yazara (1980’de intihar etmişti) yazılmış yüzlerce mektup vardı defterlerimde. aslında yeni bir kitap projesi de böyle doğar. fakat romain gary’ye “yalan mektuplar’ başlığıyla yazdığım mektupları bir kitap haline getirmekten kaçışımın kendimce haklı nedenleri vardı. birincisi, romain gary’ye olan derin hayranlığım-ki, aşk bir hayranlıktır ve hayranlık boyunca yaşanır-benzeyen yanlarımızın doyumsuz lezzetini yalnızca kendime saklama kıskançlığıydı. ikincisi, ‘balık izlerinin sesi’nin (kısaca bis diyeceğim) normal ve siradan insanlara ve değer yargılarına sarsıcı bir eleştiriyle yaklaşan bir felsefeye sahiti ki, bu eleştirinin tonu yer yer suçlayan, sataşan, dışlayan noktalara varıyordu. acaba benim metafor olarak kullandığım normallik anlaşılacak mıydı? çünkü konu yanlış anlamaya çok müsaitti. o zaman bu romanı, bis’i (romanın ilk adı metafor’du) kendime saklamaya karar verdim. ben yazarken aylarca roman/öykü karakterlerimle canlı bir ilişki içinde yaşar, kimi zaman onlarla tartışır, paylaşır roman bittiğinde de onlardan ayrılmanın sıkıntısını duyumsarım. yakın çevremdekiler bu dönemde benden adamakıllı çekerler, ama kaçacak delik bulduklarında oraya da ulaşır ve yazdıklarımı anlatırım . işte bis’in bu döneminde çevremdeki herkesin kendini normallerden dışladığını ayrımsadım. yani hiç kimse siradan veya normal olmayı kabullenmiyordu. o zaman bis romanının hemen herkesin içinde yatan farklı, aykırı, sıradışı kişiyi yakaladığını hissettim. beni tahrik eden de bu oldu. o içimize sakladığımız gizli çılgına, deliye, dahiye dokunmak duygusu… çünkü bütün sıradanlığımıza karşın hepimizin içinde bir sıradışı yatar.
    ...
    bis, kitaplarım arasında en çok kendim için yazmış olduğum sayılabilir. hem zaten delilikle dahilik arasındaki o ince çizgiyi kim görebilmiş ki…

    !---- spoiler ----!
    mesut
  4. fantastik ögeleriyle masalsı, hayal ile gerçeğin iç içe geçtiği ütopik bir roman.

    normallik, normal dışılık, seçilmişlik kavramları üzerinden sürdürülen romanda normale karşılık gelen sıradan insanken, seçilmiş olarak tanımlananlar ise dahilerdir. seçilmişler seçilmişliklerinin temelini genetik miraslarından alırlar. kitabın baş karakteri afife piri, afife jale'nin ve piri reis'in soyundan gelmektedir. kitabın diğer seçilmiş karakterleri ise jeanne d’arc'ın, cervantes‘in, george sand’in vs kanını taşımaktadırlar. açıkçası bu soy meraklı tavrıyla kitap beni pek yakalayamadı. defalarca tekrarlanan "seçilmiş"kelimesinden özel olarak hoşlanmadığımı da söyleyebilirim.

    sıradan insanın zıttı olarak görülen seçilmişlerin normallerden hangi yönlerle ayrıldığı kitabın bazı bölümlerinde anlatılmış. örneğin seçilmişlerin başkalarının özel hayatlarıyla ilgilenmediği, unvanlara, etiketlere ihtiyaç duymadığı, şanla, şöhretle ilgilenmediği, genelleme yapmadığı, yönetilmeye ihtiyaç duymadığı söylenmekte. söylenmekte de kitaptaki olayların akışı bunun zıttını göstermektedir. seçilmişler de bir yerde normal ve sıradan mıdır acaba?

    değişik bir romandı. okuduğum ikinci buket uzuner kitabı. anlıyorum ki ya buket uzuner okumak için çok geç kalmışım yada buket uzuner bana göre bir yazar değilmiş. epubını bulabilirsem bir de kumral ada mavi tuna'yı okuyup bu defteri kapatacağım sanırım. epub için mesajlarınızı bekliyorum.