1. bu teori hakkında, küresel çapta, enteresan bir yaklaşım söz konusudur.
    olay ''inkar'' ve ''red'' sözcüklerinde saklı. bu kelimeler özellikle belirli şekillerde kullanılıyor ve bu yöntem ile toplumların bilinçaltına bir mesaj gönderiliyor.
    doğrusu için;
    (bkz: evrim inkarcısı)
    (bkz: allah redcisi)
    evrim teorisi gibi tutarlı bir olgu ancak inkara tabiidir, redde değil. allah inancı ise, inanç olarak ele alınırsa reddedilebilir; inkar edilemez.
    esas problemi klasik hristiyan inancıyla olan ancak yaygın islam inancı üzerine çöreklenmiş gruplar tarafından üzerine atlanarak (bkz: israiliyat) polemik malzemesi yapılan olgudur.

    evrimi inkar edenler kuş familyalarını da komple inkar ediyor demektir. kuş kafalılar familyası.
    t
  2. olur da elli yıl sonrasını görürsek, semavi dinlerin evrim vardır, ve yaratıcı tarafından kurulmuş bir mekanizmadir diyerek kabullenecegi kanundur...
  3. "rabbin, meleklere şöyle demişti: "yeryüzüne bir halife yerleştireceğim/atayacağım"^:2/30^

    bu ve bunun gibi nice ayetlerde açık kapı bırakılan yaratılma aşamalarına imalardan sonra^:isteyene tefsirli link yollanır^ evrimin islamla tezatlık içinde olması gibi bir dogma kabul edilemez. müslümanların bu dine/geleneğe farz mahiyetinde uyduğu, hatta genleriyle diğer kuşaklara aktardığı trajedisini gözardı etsek de evrimi kabul eden gayrimüslimlerin evrimin kurandaki yerini araştırmadan, sırf müslümanlara karşı entelektüel üstünlük kurma amacıyla silah olarak kullanmalarınıı^:gerçi türkiyede bunun yapılabileceği sadece birkaç yer yerleşim yeri mevcut^ fesatlık olarak nitelendiriyorum.
    o yüzden üstte yazılan ve birçok evrimin tartışıldığı forumda oynanan yer kapma oyununu da acınası buluyorum. olur da "elli yıl sonra semavi dinler evrimi yaratılış mekanizması olarak kabul edebilir"miş.. yazar burada "evrim benim babamın malı, kimseylende paylaşmam" diyor. sanki paylaşırsa ait olduğu seküler dinin büyük bir bölümünün varoluş amacını falan yitireceğini ruhunun pardon beyninin derinliklerinde falan hissediyor olmalı.
    sde
  4. teori hakkında çok konuşamayacağım ama okuduğum izlediğim kadarıyla (bkz: ben tatmin oldum) bu konu hakkında sokaktaki adamın yorum yapması biraz tuhaf geliyor. bu uzmanlık isteyen bir iş ve bizim kabulümüz de reddimiz de beyhude. tanrıyı kendi tekelinde sanan birileri de başlıyor evrim yoktur demeye. adama bakıyorsun din adamı. bırakın bu konuları bilim açıklığa kavuştursun. evrimin varlığının dini inançları yok edeceğini veya tanrının olmadığının kanıtı sananlar tekrar düşünsün derim. komik varsayımlar bunlar. böyle bir beklenti içinde olmanın tuhaflığı da ayrı bir tartışma konusu.
  5. evrim kuran'da yoktur.

    "işte böylece kuran'ı apaçık ayetler, olarak indirdik. allah, şüphesiz, dilediğini doğru yola eriştirir'' (22 hac - 16).

    "andolsun ki biz size açık açık bildiren âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik." (24 nur-34).

    gorundugu gibi kuran'daki ayetler açıktır. sen bazı ayetlerin lafzini kenara itip altında başka anlamlar aramaya çalışırsan hata edersin.

    ayrıca kuran'da böyle bilimsel veriler yazıyor diyelim. önce sen çıkar bunları ortaya, bilim açıklasın. bu kitap 1300 yıldır elimizde. bu gercekler burada yaziyorsa senin onceden bunlari gormus olman gerekir. sen bilime öncülük et o zaman. bilimi arkadan takip etme.
  6. madem eski bir konu yeni bir mecrada peydah oldu sözümüzü devam ettirelim.
    öncelikle konunun çerçevesini küçültmek hepimiz için sağlıklı olur kanaatindeyim. yoksa evrenin ve dünyanın yaratılışına girersek konuya hakettiği değer verilmemiş olacak.
    canlı varlıkların evrimini kuran kapsamında ele alacak olursak toplum tarafından büyük bir önyargıyla yaklaşılacağını biliyorum. gayet normal de karşılıyorum. o yüzden erginliğinden on seneler sonra sevişmeye olanak tanıyan gelenekler bütününde ikilemler arasında kalmaya maruz bırakılan, özgür düşünmekten alıkonan ve isyan kıvılcımlarının henüz çakmadan şirk ana temasıyla engellendiği araftaki insanlar beni dinlerler umarım.

    ilk insan? adem.
    doğru.
    insan? hayvanlarda olmayan tüm cafcaflı özelliklere sahip olan meret.
    insansı? işte konumuz burada düğümleniyor.

    Rabbin meleklere: “Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim” dedi. Onlar da: “Orada fesat çıkarıp kan döken birini mi meydana getireceksin; biz seni hamdinle (bizde açığa çıkardığın varlığını değerlendirme hâliyle) tespih (her an yeni hâle dönüşen isteğine kulluk ederek) ve kudsiyetini (her türlü eksiklikten berî oluşunu) dillendirmiyor muyuz?” dediler. (Buyurdu): “BEN sizin bilmediklerinizin Aliymiyim!..”

    eğer meale karşı çıkanlar olursa ehl-i sünnet bir çeviri daha:
    Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.

    Halife: Ardıl, vekil, birinin yerine geçen anlamına gelir.
    tabi buradaki halife mevzusunu değişik biçimde yorumlayanlar olmuş. ki iki tarafta birbirlerini yalanlayamayacak kadar kurandan kanıtlara sahipler.
    burada yaratılacak olan halife allah'ın halifesi mi? yoksa kendisinden önce yeryüzünde yaşamış bir başka neslin halifesi mi? ayrıca belirtmek gerekir ki “O Allah’ki sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.”^:6/165^ burada halife sözcüğü yeryüzünün halifeleri olarak tamlama içerisinde kurulmuş. kuran'ın hiçbir yerinde ise halife sözcüğü allah'a nispet edilmez.

    tekamülü evrimsel boyutta ele alacak olursak demek istediklerimi ahmed hulusi çok güzel bir şekilde açıklıyor.

    "O devirde yeryüzünde bir tekâmül sürecinden geçerek bugünkü "insan"a son derece benzeyen; fakat zihnî fonksiyonlar yönünden düşünce, muhakeme gibi insanî vasıflardan yoksun; "homo-saphien" olarak adlandırılan, insan bedeninde hayvanlığı yaşayan topluluklar vardı... Ki biz bunlara "insansı" demekteyiz.
    Bunlar, kişisel menfaatleri için birbirlerine her türlü zararı verebiliyorlar; kan döküp, fesat çıkarıyorlardı! Yaşamları yalnızca hayvansal düzeyde olup, yeme-içme, çiftleşme, olabildiğince her şeye sahip olma gibi son derece sınırlı bir şekilde devam ediyordu.
    Elbette o zaman yeryüzünde en bilinçli varlıklar olan "CİN"ler de bunlar üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabiliyorlardı.
    Melekler de kendi kapasiteleri ve gördükleri örnekler kadarıyla, "Halife" olacak "insan"ı, o an'a kadar yaşam süregelmekte olan "insansı"lar gibi değerlendirerek; yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı bir varlık zannetmişlerdi.
    Oysa, "Âdem" ismiyle işaret edilen "şekillenmiş çamur" yani "hücresel beden" sahibi varlığa, yani "insansı"ya, belli bir kıvama -sevveytu- geldikten sonra Allâh, "ruhundan üfle"miş; böylece o, bir "mutasyon" geçirmişti! Bundan sonra da "insansı"lar arasında ilk "insan" olmuştu Hz. Âdem."


    sanırım en büyük ve ardı engellenemez yanılgı ilk insan olan ademi insansı olan atası homo sapiens'le karıştırmak. oysa kuran böyle bir konuya pozitivist bir bakış açısıyla geçit verirken cahilliğini mikrofonlara konuşturan bir kitle ile karşı karşıyayız.
    sde
  7. birkaç sonucu vardır;

    1- insan sıradan bir hayvandır. doğada pek de avantajlı olmayan, birçok yırtıcı karşısında fiziksel olarak yenik düşen, hayatta kalmak için sosyal becerilerini zaman içinde geliştirmiş bir canlıdır.

    2- insan bir son değil, yüzmilyonlarca türden biridir. muhtemelen 3-5 milyon yıl sonra (soyumuz tükenmezse) bizden de farklı türler evrimleşecek, biz de onların yanında ilkel kalacağız. tür içi istisna bu noktada kabul değil (peygamber, hoca, idareci, sahabe vb.)

    3- insan mükemmel falan değil, her bir canlı gibi güçlü ve zayıf yanları var. eğer tasarlanmış ise, ancak yeni mezun bir makina mühendisi düzeyinde tasarlanmış. her hayvan gibi hastalıklara açık, kendisine zorluk çıkaran birsürü özelliği var.

    bunları kabul eden herhangi bir din bulursanız haber verin, katılmak isteyen birsürü arkadaşım var.
  8. Biyolojide hiçbir şey, evrimden başka bir şey ışığında anlam ifade etmez ve aynı şekilde evrim olmadan, modern biyoloji diye bir şey var olamaz.

    Darwin ve Darwin zamanında yaşamış diğer biyologlar, gerek canlıların karşılaştırılmalı incelenmesinde, gerek coğrafi dağılımlarında evrime dair inandırıcı kanıtlar bulmuşlardır. Darwin’in zamanından beri kanıtlar daha güçlü ve daha kapsamlı hal almış, son dönemde ortaya çıkan bilim dalları (genetik bilimi, biyokimya, moleküler biyoloji, ekoloji, etoloji…) çok güçlü ek kanıtlar sağlamış ve kuramı ayrıntılarına kadar doğrulamıştır.

    Bilim adamları artık evrim olgusunu destekleyecek kanıtlar elde etme çabasında değildir. Evrimsel biyolojiyi araştıran bilim adamları, bu tartışmayı yüzyıl önce geride bırakmış ve artık evrim sürecinin nasıl meydana geldiğini daha fazla ve ayrıntılı olarak anlama çabası içindedir.

    Yaygın kanının aksine, evrim kuramının buluşu ilk kez Charles Darwin ile başlamamıştır. Örneğin büyük Fransız doğabilimci Jean-Baptiste Lamarck Darwin’in doğduğu yıl basılan Zoolojinin Felsefesi (Philosophie Zoologique) kitabında, ilk geniş kapsamlı evrim kuramını ortaya attı. Kendi kuramına göre Lamarck “organizmalar çağlar içinde daha alçak birimlerden daha yüksek biçimlere evrilir ve bu süreç bugün de devam etmektedir. Bu süreçte her zaman zirve noktası insandır” demiştir. Bugün biliyoruz ki, doğada üstün biçim yoktur ve hiçbir organizma, bir diğerine üstün değildir. Lamarck’ın bugün için yanlış olduğu kanıtlanan bir başka kuramı da kullanma veya kullanmama ile kazanılan veya kaybedilen özelliklerin (modifiksyon) kalıtımla miras alınabilmesiydi. Edinilmiş özelliklerin kalıtım yoluyla aktarılması yirminci yüzyılda reddedildi.

    Aynı şekilde Darwin’den bağımsız olarak Alfred Russel Wallace, türlerin evrimini açıklayan süreç olarak doğal seçilimi keşfetmiştir. Fakat Wallace evrimin ilerlemeci olduğunu düşünüyordu. Darwin ise Wallace’ın bu makalesinden bir yıl sonra Türlerin Kökeni kitabını yayımlayacak ve burada evrimin mutlaka ilerleyici yönü zorunluluğunun olmadığını savunacaktı.

    Şu artık rahatlıkla denilebilir ki evrim olgusu tam bir kesinlikle yerli yerine oturtulmuştur. Evrimin kabul edilip edilmemesi, semavi dinlerin evrimle çelişmesi, bu kesinliğe şüphe düşürmez. Organizmaların evrimsel kökenleri, Dünya’nın yuvarlaklığı veyahut kütle çekim teorisi gibi keskin bir kesinlikle tesis edilmiş bilimsel bir sonuçtur. Biyologlar evrimin bir olgu olduğundan bahsederken, kuşkuların ötesine geçen net bir kabul ile araştırmalarını yaparlar.

    Az önce de bahsettiğim gibi artık evrimin varlığı/yokluğu yüzyıl önce tartışma konusu olmaktan çıkmış, evrimsel sürecin anlaşılması üzerinde yoğunlaşılmıştır. Bazı mekanizmalar net bir şekilde açıklığa kavuşturulmuş olsa da (örneğin insanın primatlardan bugüne olan evrimi defalarca ve defalarca kez en ince ayrıntısına kadar net bir şekilde ortaya konulmuştur) başka bazı meseleler o kadar kesin değildir, ve bazıları da şu an için tahminden öteye gitmemektedir (örneğin Dünya’da hayatın ne zaman başladığı, ilk canlıların özellikleri gibi)

    Yine de bununla birlikte, bu meselelerdeki belirsizlik evrim olgusuna şüphe düşürmez. Galaksilerin kökeniyle ilgili bütün ayrıntıları bilmememiz, galaksilerin varlığından şüphelenmemize ya da özellikleri hakkında öğrendiğimiz her şeyi çöpe atmamıza yol açacak bir gerekçe değildir.

    Şunu tekrar etmekte fayda var. Evrimsiz bir biyoloji düşünülemez. Evrim olmadan tıp düşünülemez. (Her iki senede bir grip virüsünün salgınlar yapmasından, bakterilerin gittikçe sorun oluşturan antibiyotik direnci geliştirmesine, hızlı üreyen sineklerde yalnızca 30 nesil içinde maya üreten suşların oluşturulmasına kadar, evrim bilimin her yerindedir)

    Kopernik’in madde ve evreni anlamak üzere araladığı kapıyı, Galileo, Kepler, Newton ve birçok bilim adamı sonuna kadar açmıştır. Bu sayede 1500’lü yıllardan başlayan serüven sayesinde Dünya’nın evrenin merkezinde olmadığı, Güneş etrafında dönen basit bir gezegen olduğu, evrenin genişliği ve genişlediği, evrende tüm maddelerin hareket halinde olduğu ve hatta bu hareketlerin doğaüstü kanunlarla değil; formülize edilebilir, ispatlanabilir doğa kanunlarıyla açıklanabileceği gösterildi.

    Sonuç olarak, nedenler yeterince bilinirse, bütün fiziksel olgular açıklanabilirdi.

    1543’te Kopernik sayesinde başlayan ve diğer bilim adamları ile süregelen ilerlemeler, insanlığın evreni kavrayışını bölünmüş bir kişilik haline çevirdi. Bu durum 19. yüzyıl ortasına kadar devam etti. Şöyle ki; bilimsel açıklamalar cansız madde alemine hükmeder hale gelmişken; canlıların kökenini ve yapısını ise doğaüstü bir yaratıcı açıklıyordu.

    Bu kavramsal şizofreniyi çözen Darwin oldu. Charles Darwin, doğanın ve canlıların da (bir insan ömrünün yetmeyeceği yavaşlıkta olsa da) hareket halinde olduğunu, bu hareketin doğaüstü bir nedene başvurmadan açıklanabileceğini göstererek Kopernik’in başlattığı devrimi tamamladı.

    Bu sayede bütün çeşitliliğiyle organizmaların kökeni ve uyarlanması, bilimin alanına dahil edilmiş oldu.


    Devamı gelecek...


    Ekleme:
    Yazdığım şey evrim teorisi değil evrimin kendisidir. Evrim başka bir şeydir, evrime açıklama getiren evrim teorileri bambaşka bir şeydir. Kanunlar, teoriler bir bilimsel gerçeği açıklayan teoremlerdir. Ben burada bu gerçeği yazmaya çalıştım. Kütle çekimi gerçeği başka bir şey, kütle çekimini bilimsel olarak açıklayan kütle çekim teorisi başka bir şeydir.

    Ayrıca kanun tabiri bilim alanında sık kullanılan bir tanımlama değildir (Örneğin Newton'un kütle çekim teorisi, Einstein'ın özel görelilik teorisi gibi)

    Aptal müfredatımızın bize attığı kazıklardan biri olan, "hipotezler teori olur, yeterince zaman geçer ve deneylerle desteklenirse kanunlaşır" diye bir şey yoktur. Emin olun evrim her gün ama her gün binlerce kez dünyanın farklı laboratuvar koşullarında deneylendirilmiş, fosil kayıtları ile, genetik bilimi ile ispatlanmıştır. Kısaca anlatmak istediğim; evrimin kanun olması önündeki engel (!) primattan insan oluşmasının çok zaman alması, deneylendirilememesi falan değil... Nitekim laboratuvar ortamında kısa sürede üreyen canlılar üzerinde yapay evrim tüm hızıyla deneylendirilmektedir.

    Bu yazıyı evrim kullanım kılavuzu adlı kitaptan derledim. Evrime ilgisi olanların mutlaka ama mutlaka satın almasını öneririm.

    Ben yine bu kitaptan altını çizdiğim yerleri derlemeye devam edeceğim.

    1- şu anki yazı
    2- (#110605)
    3- (#111414)
    bilim
  9. Daha önceden başlangıcını yaptığım derleme yazısına devam ediyorum. Önceki yazı için;
    1- (#110434)
    2- Şu anki yazı
    3- (#111414)

    Sonraki yazımda doğal seçilim nedir? En uygun olanın hayatta kalması gibi soruları açıklamaya çalışacağım.

    Derlemenin bu kısmı, evrimin biyocoğrafya, karşılaştırmalı anatomi ve embriyoloji alanından kanıtlarından genel olarak bahsedecek. Başlayalım;

    Darwin’in değerlendirdiği evrim kanıtları paleontoloji (fosil araştırmaları), biyocoğrafya (canlıların coğrafi dağılımı), karşılaştırmalı anatomi ve embriyolojiye dayanmaktaydı. Moleküler biyolojinin gelişmesiyle birlikte evrimsel biyoloji en ikna edici kanıtlarını bulmuş olmasına rağmen Darwin zamanında moleküler biyoloji emekleme aşamasında bile değildi.

    1950’lerden sonra (yani Darwin’den yaklaşık yüz yıl sonrası), DNA’nın keşfi ve gen haritasının çıkarılması ile birlikte moleküler biyoloji alanında yapılan çalışmalar canlıların evrimsel tarihinin yeniden inşa edilmesini, evrim ağacının eksiksiz şekilde kurulmasını mümkün kılmıştır.

    Evrim araştırmalarındaki muazzam ilerlemeler sayesinde, canlı organizmaların evrimsel tarihindeki bilgi boşluklarının artık bulunmadığını ileri sürmek şu anda mümkündür.

    Sırayla evrimin kanıtlarına genel geçer şekilde göz atalım;

    Biçimsel Benzerlik
    İnsanlar, atlar, fareler, balinalar, yarasalar, kuşlar ve kaplumbağalar bulundukları doğal ortamın çeşitliliğine rağmen, çarpıcı derecede birbirine benzer iskeletlere sahiptir. Tümüyle pratik bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, aynı kemiklerden oluşmuş ön uzuv yapılarıyla bir deniz kaplumbağası veya balinanın yüzmesi, bir atın koşması, bir insanın yazı yazması, bir yarasanın uçması heyecan vericidir. Bir mühendis, tüm bu amaçlar için ayrı ayrı ve her bir canlı için daha kullanışlı uzuvlar yaratabilirdi. Fakat bu kadar benzer iskelet yapılarının (ki az sonra bahsedileceği üzere bunlara homolog organ denilir) farklı hayat tarzlarına uyum göstermesinin cevabını yalnızca evrim açıklayabilir.

    Bilim insanları bu tür yapılara homolog ya da kalıtımla miras alınmış benzerlikler der. Yani homolog bir yapı, bütün türlerin benzer yapıyı gösteren ortak bir atasından evrilmiş ve sonra doğal seçilimle değişerek, farklı hayat tarzlarına uyum sağlamıştır. Homolog organların benzerliklerinin oranı ne kadar fazlaysa evrimsel akrabalık da o kadar yakındır denilebilir. Örneğin, memeli türlerinin kendi arasındaki benzerlik, memelilerle kuşlar arasındaki benzerlikten fazladır; memelilerin kuşlarla olan benzerliği ise balıklarla olan benzerliğinden daha fazladır.

    Dolayısıyla, yapıdaki benzerlikler evrimi ortaya koymakla kalmaz, organizmaların evrim ağacının yeniden inşa edilmesini mümkün kılar.

    Hayvanların anatomisi, onların hayat tarzına uymak için tasarlanmış olduğunu gösterir. Ama bir mühendisin tasarlayacağı gibi “zeki” bir tasarım değil, doğal seçilimle ortaya çıkmış, “kusurlu” bir tasarımdır. Organizmanın tasarımının bir yaratıcı tarafından tasarlandığını gösteren argümanların aksine, insan ve diğer canlıların vücudundaki kusurlar, evrimin kanıtıdır.

    Ayrı soylarda bazen, bağımsız olarak benzer özelliklerin evrildiğini görürüz. Bunlar analog yapılar olarak bilinir. Bu yapılar homolog yapılara benzeseler de, ortak bir atadan değil, canlıların aynı ortamda yaşamalarından ileri gelen bir “yakınlaşmadan” kaynaklanırlar. Örneğin yunuslar geçen 50 milyon yıl boyunca karadaki memelilerden evrilmiş su memelileridir (evet yunus bir balık değil memelidir). Fareler insanlardan ne kadar uzaksa, ikisi de suda yaşayan canlılar olmasına rağmen yunuslar da balıklardan o kadar uzak akrabadır diyebiliriz.

    Yine de yunuslar, balıkların bedenlerine benzeyen aerodinamik bedenler geliştirmişlerdir. Yunuslarla balıklar arasındaki dışarıdan bakınca birbirine benzeyen analog yapılar, homolog organların aksine ayrıntılarda birbirinden çok farklıdır. Örneğin insanlar, köpekler, balinalar ve yunusların ön uzuvlarının iskeletleri, benzer şekilde düzenlenmiş bileşenlerden oluşur; humerus, ulna ve radius. Bilek kemikleri (karpal kemikler), el tarakları (metakarpal kemikler) ve parmak kemiklerinin sayısı (falankslar), düzenlenmesi aynıdır.

    Bir yunusun ve bir ton balığının yapılarının, yüzmek ve okyanuslarda yaşamak için “tasarlandığı” açıktır. Ama tasarımın ayrıntıları çok farklıdır. Örneğin yunusların aksine, ton balıklarında nefes almak için solungaçlar bulunur. Bu farklılık söz konusu yapıların analog olduğunu gösterir. Benzer şekilde bir kuşun ve bir yarasanın kanatları uçmak için tasarlanmış olsa da, anatomik ayrıntıları bakımından büyük farklılıklar gösterirler.

    Embriyolojik Benzerlik
    Darwin’in ardından gelen evrimciler, embriyoların gelişimindeki benzerlikler üzerinde yaptıkları çalışmalarla birçok evrim kanıtları buldular.

    Balıklardan kertenkele ve insanlara kadar tüm omurgalılar, embriyo döneminin ilk aşamalarında çarpıcı şekilde benzerlik gösteren biçimlerde gelişmişler, ancak embriyo olgunluk dönemine yaklaşırken, kendi türlerine doğru farklılaşmışlardır. Bu benzerlikler, yakın ilişkili olmayan organizmalar göre (insan ve kertenkele), birbiriyle daha yakından ilişkili organizmalar arasında (insan ve maymunlar gibi) daha uzun süre varlığını korur.

    İnsanların ve suda yaşamayan başka omurgalıların embriyolarında, solungaçlarla nefes almamalarına rağmen, solungaç yarıkları görülür. Bu yarıklar bütün omurgalıların embriyolarında bulunur, çünkü ortak ataları, bu yapıların ilk kez gelişmiş olduğu balıktır. Ayrıca, insan embriyolarında, gelişimlerinin dördüncü haftasında gayet beliren bir kuyruk görülür, altıncı haftada bu kuyruk en uzun boyutuna ulaşır. Köpekler, atlar ve maymunlar gibi başka memelilerin embriyolarında da benzer kuyruklara rastlanır. Ne var ki, insanlarda bu kuyruk nihayetinde kısalır ve yetişkinlerde bir kalıntı olarak kuyruksokumu kemiği halini alır. Embriyolojik kalıntılar, zeki tasarım iddialarına ters düşer; doğumdan sonra kaybolacaksa, neden bir yapının gelişimin erken aşamalarında tasarlanması gereksin ki?

    Evrim sayesinde embriyolojik dönemde görülen kalıntıları anlamlandırabiliyoruz.

    İnsandaki solungaç yarıkları gibi, hiçbir zaman tam olarak gelişmemiş embriyolojik kalıntılar, her tür hayvanda ortaktır. Ne var ki bazıları, yetişkinlerde evrimsel ataları yansıtan kalıntılar olarak varlığını sürdürür. İnsanlarda bu kalıntılardan biri apendiks’tir (apandisit)

    Apendiks, otoburlar gibi memelilerde bulunan, geniş bir körbağırsakla birlikte bakteri yardımıyla sindirilmesi için selülozun depolandığı bir organ olmasına rağmen, insanlarda düşük miktarda işlevi olan (insanda apendiks düşük miktarda lenfoid doku bulundurur) bir kalıntıdır.

    Kalıntılar, tasarımla yaratıma karşı kanıt oluşturan, ama doğal seçilimle evrimin sonucu olarak tam anlaşılabilir kusurluluk örnekleridir.

    biyocoğrafya
    Bitkiler ve hayvanların dünya çapında farklılık gösteren coğrafi dağılımı ve takımadaların farklı floraları evrimin kanıtıdır. Yaklaşık 250.000 bitki türü, 100.000 mantar türü ve bir milyonu aşan hayvan türü, kendisine özgü ekolojik ortamda (ki buna “niş” denir) bulunur. İnsanlar, köpekler gibi bazı türler dünya üzerinde çok geniş coğrafi dağılıma sahipken bazı türler yalnızca sınırlı bir çevrede çeşitlenmiştir.

    Evrim, biyolojik çeşitliliğin, yerel veya göçmen türlerden evrimleşen yeni türlerin doğal çevrelere uyum sağlamasının nasıl olduğuna açıklama getirir.

    Örneğin;
    Yaklaşık üç milyon yıl önce Panama kanalının ortaya çıktığı tarihe kadar, Kuzey ve Güney Amerika’daki memeliler birbirinden yalıtılmış halde yaşıyorlardı. Bu kanal oluştuktan sonra kuzeyden güneye veya güneyden kuzeye doğru bitki ve hayvan türleri göç etmiştir.

    Dünyadaki kıtaların her birinde o kıtaya özgü hayvan ve bitki toplulukları bulunur. Afrika’da gergedanlar, hipopotamlar, aslanlar, sırtlanlar, zürafalar, zebralar, lemurlar, şempanzeler ve goriller bulunur. Afrika’yla hemen hemen aynı enlemde yer alan Güney Amerika’da ise bu hayvanların hiçbiri bulunmaz, bunlar yerine pumalar, jaguarlar, lamalar, rakunlar, keseli sıçanlara rastlanır. Avustralya’da keseli memeliler büyük çeşitlilik gösterir. Plasenta’dan yoksun olan bu hayvanlarda erken dönemdeki gelişimin büyük bölümü, rahim yerine annenin dış kesesinde gerçekleşir. Bu coğrafi izolasyon ve coğrafyaya dayalı çeşitlilik yaratılış argümanlarıyla değil, evrim teorisi ile açıklanabilir.

    Bu çeşitlilik sadece farklı çevrelere uyum sağlayabilmekten kaynaklanmaz. Elbette Güney Amerika’daki hayvanlar Afrika’daki doğa şartlarında yaşayabilir. Buna güzel bir örnek olarak Avustralya’daki tavşan belası verilebilir; tavşanlar spor olsun diye avlanabilmeleri amacıyla Avustralya’ya götürülmüş, onların beklediğinden daha fazla üremiş ve tarımın başına bela olmuştur;

    Thomas Austin Winchelsea, 1859’da Victoria yakınlarında bulunan arazisinde avlamak üzere İngiltere’den Avustralya’ya iki düzine tavşan getirtmiş. Bu tavşanlar araziden kaçmanın bir yolunu bulmuşlar ve büyük bir hız ile üremeye ve yayılmaya başlamışlar. Birkaç sene içinde 2 düzine tavşancığın nüfusu on binlerle ifade edilmeye başlanmış. İlerleme hızları senede orman içinde 10-15 kilometre, düz sahada ise 130 kilometreye dağılmış. Verdikleri zarar ile baş edemeyen halk bu konuda yönetimden çare talep eder olmuş. Yıl 1900’a geldiğinde sürekli avlanıp yakalanmaya çalışılmalarına rağmen tüm kıtayı sarmaya başlamış. Tavşanlar tarihe bir memelinin bir bölgeye en çabuk yayılışı olarak geçmiştir. Daha fazlası için tıklayınız

    Dünyanın farklı kısımlarında hayatın gösterdiği dikkat çekici çeşitlilik, doğal seçilimle ilerleyen evrimin kanıtıdır.

    Devamı gelecek…

    Homolog organlarlara örnek için tıklayınız

    Embriyolojik benzerlikler, kuyruğa örnek
    bilim