1. Uçakta kara kutu nasıl işliyor?

    Uçaklarda uçuşa dair ayrıntılı bilgiler içeren kara kutular çok eski teknolojiye dayansa da hala önemini koruyor.
    Mayısta Akdeniz'e düşen Mısır Havayolları uçağının yerini tespit etmek neredeyse bir ayı bulmuştu. Uçağın düşme nedenine dair önemli bilgiler içeren kara kutunun 3000 metre denizin dibinde bulunması ise birkaç günü almıştı.

    Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA'nın yeryüzünden on milyonlarca km uzaktaki Mars'a uzay aracı gönderdiği bir çağda, ticari hava yollarının kara kutusunu bulmak neden hala zor?

    Fakat her şeye rağmen, eski teknoloji olsa da kara kutu etkili ve gerekli bir cihaz olmaya devam ediyor.

    Kara kutu nedir?

    Uçuşa dair her tür veriyi kaydeden kara kutular ayakkabı kutusu büyüklüğünde ve yaklaşık 5 kg kadardır. Çarpma etkisini asgariye indirmek için uçağın kuyruk kısmında yer alır. Kutudaki sinyal sistemi suyla temas halinde devreye girer ve kutunun bulunması için 90 gün boyunca ve 6000 metre derinliğe kadar sinyal verir.

    ABD Federal Havacılık Dairesi FAA, uçakların düşmesi halinde araştırmacıların işini kolaylaştırmak için uçaklara iki kara kutu taşıma zorunluluğu getirmiştir. Bunlardan biri, uçağın son 25 saatindeki konum, yükseklik hız gibi 88 farklı alanda uçuş bilgilerini içerir. İkinci kutu ise kokpitteki son iki saatlik ses kaydını.

    Veri kaydına ait kutudan kazanın nasıl olduğu, kokpitteki ses kaydından ise nasıl olduğuna dair bilgi edinilir.

    Adı kara kutu olsa da kutular aslında siyah değil parlak turuncu renktedir. Bütün bilgiler hafıza çiplerine kaydedilir. Bunları dış etkilerden korumak için kutular iyi yalıtılmıştır. Dışı titanyum ya da çelik kaplı kutunun içinde yüksek ısıya karşı dayanıklı 2-3 cm kalınlığında bir yalıtım sistemi, onun da altında alüminyum kaplama vardır.

    Isıya ve suya dayanıklı

    Çarpma etkisine karşı özel koruma testlerinden geçen kutu 1100 derece ısıda bir saat, tuzlu suda 30 gün dayanacak şekilde yapılmıştır. Kara kutunun içerdiği bilgi çarpma sonrasında da kullanılabilir ve işe yarar olduğu içindir ki bu teknoloji bugün bile geçerliliğini koruyor.

    Bu bilgi sayesinde düşme nedeni tespit edilip yeni önlemler ve düzenlemeler için gerekli adımlar atılabiliyor.

    Yolcu uçakları için kara kutu zorunluluğu ilk kez ABD'de 1958'de gündeme geldi. Havilland Comet adlı ilk ticari yolcu uçaklarının üst üste düşmesi buna neden olmuştu.

    Daha sonra ise jet yolcu uçaklarının gövdesi havada basınç değişikliğine dayanamayarak parçalanıyor, uçaktaki herkes ölüyordu. Uzmanlar bunun nedenini anlamaya çalışıyor, ama yeterli bilgiye ulaşamıyordu.

    Kara kutu tarihi

    İlk kara kutular sadece pusula konumu, yükseklik, hız, zaman ve dikey alçalmaya dair bilgi içeriyordu. Bunlar metal çubuklar üzerindeki izlerden tespit ediliyordu. 1960'larda ABD hükümeti kokpit ses kaydı zorunluluğu da getirdi. O zamanlar ise bu veriler manyetik teyplere kaydediliyordu.

    1980'lerde dijital havacılık elektroniğinin devreye girmesiyle uçuşla ilgili çok daha fazla bilgi toplamak mümkün oldu. Hafıza çipleri ise bütün bu verilerin depolanması sorununa çözüm getirmişti.

    30 yıl sonrasında teknoloji hızla ilerlemişken biz hala kara kutu kayıtlarına ulaşarak uçak kazalarıyla ilgili bilgi edinmeye devam ediyoruz.

    Kara kutunun hasar gördüğü ya da bulunamadığı bazı ender durumlar da olur. MH370 uçuş sayılı Malezya Havayolları uçağı ile 11 Eylül 2001'de New York'taki ikiz kulelere çarpan uçakların kara kutusu bulunamamıştı.

    Kara kutu bulunduğunda genellikle kaza nedenine dair veriler ortaya çıkar. Mart 2015'te Germanwings uçağının Fransa'da Alp Dağları'na çakılmasının ardından, kara kutudaki bilgiler pilotun kasıtlı olarak alçaldığını ve dağa çarpmadan önce hızlandığını gösteriyordu. Ses kayıtları ise "Tanrı aşkına, aç kapıyı!" sözlerini ve yolcuların çığlıklarını duyuruyordu. Bütün bunlardan yardımcı pilot Andreas Lubitz'in pilotu dışarı çıkarıp kokpiti kilitlediği ve uçağı kasıtlı olarak dağa çarptığı sonucuna varıldı.

    Yeni öneriler

    Fakat bunlar 90'ların teknolojisi. Yeni alternatifler üzerinde de çalışılıyor. Örneğin bazı askeri uçaklarda çarpma anında uçaktan fırlayıp çıkan kayıt cihazları deneniyor. Bazıları ise kokpit videoları öneriyor. Fakat pilot sendikaları mahremiyet ve kaza halinde ailenin izlemek zorunda kalması gibi nedenlerle buna karşı çıkıyor.

    Uçaklarda yeni bir sisteme geçmek tüm havayollarının bütün uçaklarında yeni düzenlemelere gitmek zorunda kalması demek. Uydu üzerinden anında bilgi akışı ve depolanması seçeneği ise oldukça pahalı bulunuyor.

    FAA uçuş kayıtları bakımından yakın zamanda herhangi bir değişikliğe gitmeyi planlamıyor. Fakat "uçak kazalarının araştırılması ile ilgili yeni teknoloji konusunda bu sektördeki şirketler ve uluslararası ortaklarla çalışıldığı" söyleniyor.

    Değişim yavaş olsa da geliyor gibi görünüyor. Merkezi Kanada'da olan ve Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO), birkaç yıl içinde havayollarına normal uçuş halinde 15 dakikada bir, sıkıntılı durumlarda ise dakikada bir uçaklarını izleme zorunluluğu getirmeyi öngören yeni düzenlemeler yaptı.

    ICAO'ya üye ülkeler bunun gereklerini yerine getirecek yasal düzenlemeleri yapmak zorunda.

    Bazı havayolu şirketleri ise bağımsız girişimlerde bulunuyor. Fransız uçak şirketi Airbus geçen yıl, fırlatılabilir kayıt kutularının onaylanması için Avrupa Havacılık Güvenliği Ajansı'na baskı yaptığını açıklamıştı.

    Fakat öyle görünüyor ki kara kutu bir süre daha kullanılmaya devam edecek. Uçağın düşmesi ardından ister dağda ister okyanus diplerinde bulunmaya ve kaza nedenine dair hayati bilgileri içermeye devam ettiği sürece kara kutu bir yere gidecek görünmüyor. lale and dilek
  2. Kütleçekimin varlığı bizim için o kadar doğaldır ki, çoğu zaman aklımıza gelmez bile. Antik düşünürlerin çoğuna göre kütleçekim bir kuvvet bile değildi. Nesnelerin Dünya’nın merkezine batmaya eğilimli olmaları gayet doğaldı. Gök cisimlerinin birbirlerine çekilmeleri ise başka bir konu olarak düşünülüyordu.

    Artık nesneleri Dünya’ya doğru çeken kuvvetle, gezegenleri yörüngede tutan kuvvetin aynı şey olduğunu biliyoruz. Kütleçekimi 4 temel doğa kuvvetinden biri olarak kabul ediyoruz. Yine de diğer 3 temel (elektromanyetik, güçlü çekirdeksel ve zayıf çekirdeksel) kuvvetten farklı olarak, kütleçekimin kuantum kuramını bulamıyoruz. Şimdi bu çok tanıdık, ama bir o kadar da gizemli güç hakkında birkaç önemli noktayı inceleyelim.

    1. Kütleçekim, en zayıf doğa kuvvetidir.
    Kütleçekimin gücü gökadaları birarada tutmaya yetmesine rağmen, aslında çok zayıftır ve canlılar her hareket edişlerinde onu sürekli yener. Örneğin masanın üzerinde duran kitabı kaldırdığınızda, koskoca Dünya’nın o kitaba uyguladığı kütleçekime meydan okumuş olursunuz.

    Kıyaslamak gerekirse, atom içindeki bir proton ile bir elektron arasındaki elektriksel kuvvet, aralarındaki kütleçekim kuvvetinin kentilyon (uzun ölçeğe göre, yani 1’den sonra 30 sıfır) katı kadardır.

    2. Kütleçekim ile ağırlık farklı şeylerdir.
    Uzay istasyonundaki astronotlar havada süzülürken “sıfır yerçekimi”nde olduklarını söyledikleri olur. Aslında bu doğru değil. Astronotun üzerine etkiyen kütleçekim kuvveti, Dünya’da etkiyen miktarın yaklaşık %90’ı kadar olur. Bununla birlikte, astronotlar ağırlıksızdır. Çünkü ağırlık, Dünya’dayken zeminin (ya da sandalyenin, yatağın, üstünde durdukları her neyse onun) astronotlara geri uyguladığı kuvvettir.

    Çok katlı bir binanın hızlı asansöründe bulunan bir basküle çıkıp, asansör yükselip alçalırken göstergesine bakın. Farklı değerler gösterecektir ve siz de asansörün hızlanıp yavaşlamalarını hissedeceksinizdir. Kütleçekim kuvvetinde ise herhangi bir değişiklik olmamıştır. Fakat yörüngedeyken astronotlar uzay istasyonu ile birlikte hareket eder. Onları uzay gemisinin kenarından geri itecek herhangi birşey olmadığından ağırlıkları olmaz. Einstein bu düşünceyi özel görelilik kuramında kullandıktan sonra genel görelilik kuramı haline çevirmiştir.

    3. Kütleçekim ışık hızında ilerleyen dalgalar yaratır.
    Genel görelilik kütleçekimsel dalgaların varlığını öngörmüştü. Eğer ortak bir yörüngede kilitlenmiş iki yıldız veya iki beyaz cüce ya da iki kara delik varsa, kütleçekimsel dalgalar şeklinde enerji kaybederek, birbirlerine doğru yaklaşırlar. Hatta Dünya da Güneş etrafında dolanırken böyle kütleçekimsel dalgalar yayımlar, ama enerji kaybı ihmal edilebilecek denli ufaktır.

    Kütleçekimsel dalgalara ilişkin dolaylı kanıtlara 40 yıldır sahiptik. Doğrudan gözlem ise ilk olarak Şubat 2016’da LIGO gözlemevi tarafından gerçekleştirildi. Saptanan kütleçekimsel dalgaların kaynağı, iki kara deliğin çarpışmasıydı.

    Görelilik kuramının sonuçlarından biri, hiçbir şeyin ışıktan daha hızlı gidemeyecek olmasıdır. Bu kütleçekim için de geçerlidir. Güneş’in başına birşey gelse, bunu ancak 8 dakika sonra görebileceğimiz sıklıkla söylenir. Böyle bir olayın yaratacağı kütleçekimsel etki de aynı sürenin sonunda Dünya’dan hissedilebilir olacaktır.

    4. Kütleçekimin küçük ölçekteki davranışını açıklama çalışmaları başarıya ulaşamamıştır.
    Doğanın diğer üç temel kuvveti en küçük ölçekte kuantum kuramlarla tanımlanmıştır. Hepsi de Standart Model’de uyumlu biçimde biraraya gelir. Ama bilimciler ne kadar çabalasalar da, kütleçekim için kuantum kuramı oluşturamıyor ve Standart Model’e dahil edemiyor.

    Bu çabanın sürdürüldüğü araştırma dallarından biri ilmek kuantum kütleçekimi adıyla biliniyor ve uzayzamanın yapısını tanımlamak için kuantum fiziği tekniklerini kullanıyor. Uzayzamanın en küçük ölçekte parçacık benzeri bir yapısı olduğunu söyleyen bu kuram, bir anlamda evrenin piksellerden oluştuğunu öne sürüyor. Bir diğer ünlü araştırma dalı ise sicim kuramı. Bu kuramda tüm parçacıkların erişilemeyecek denli küçük boyutlardaki çok minik sicimlerin farklı titreşimlerinden oluştukları varsayılıyor.

    5. Kütleçekim, graviton adı verilen parçacıklar tarafından taşınıyor olabilir.
    Standart Model’de madde parçacıklarının birbirleri ile etkileşmelerini sağlayan kuvvet taşıyıcı parçacıklar vardır. Örneğin elektromanyetik etkileşim foton tarafından taşınır. Buna benzer şekilde kütleçekimin kuantum kuramı (parçacıklar biçiminde ifadesi) oluşturulabilirse, kütleçekim kuvvetinin taşıyıcısı olan parçacık graviton olarak adlandırılacaktır. Fakat elimizde henüz böyle bir kuram yok; gravitonun varlığına ilişkin herhangi bir işaret de yok.

    6. Kuantum kütleçekim, olası en küçük ölçekte belirir.
    Kütleçekim çok zayıftır, demiştik. Şunu da eklemek gerek: Kütleçekim ters kare yasalardan biri olduğundan, iki nesne birbirlerine ne kadar yaklaşırlarsa, aralarındaki kütleçekim kuvvetinin şiddeti o denli artar. Planck uzunluğu adı verilen ve evrendeki olası en küçük uzaklık olan aşırı küçük mesafe mertebesinde ise kütleçekim kuvvetinin şiddeti, diğer kuvvetlerinkine yaklaşır. İşte o ölçekte kuantum kütleçekimin etkileri ölçülebilecek denli büyük olur. Ama o denli küçük ölçekte deney yapmak da şimdilik mümkün gözükmüyor.

    dilek
  3. İngilizce bir kelimenin telaffuzundan emin olamadıysanız youglish adlı siteden farklı aksan seçenekleriyle öğrenebilirsiniz. Site youtube'daki videoları derleyip aradığınız kelimeyi karşınıza çıkarıyor.
  4. michael fagan adlı bir abimiz 1982 yılında kraliçe elizabeth'e bir ziyaret yapmaya karar veriyor.
    gece yarısı buckingham sarayı'nın duvarından atlayıp su borusuna tırmanarak açık pencereden içeri giriyor ve mutfaktan şarap çalıyor. kraliçenin yatak odasına girerek kraliçe ile sohbet ediyorlar.
    sonra korumalar tarafından saraydan uzaklaştırıyor.

    ingiltere'de bir mekana izinsiz girmek o yıllarda suç olmadığından hakkında saraya girmekten değil şarap çalmaktan dolayı kovuşturma açılıyor fakat psikolojik durumundan dolayı bundan da ceza almadan kurtuluyor.

    kaynak
  5. 1981 yılında yemin ederek ABD Başkanlığına göreve başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar. Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Baş kahyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır. Sadece yemekler de değil… Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir. Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını. Aslında, ABD kamuoyunun büyük çoğunluğu da pek bilmiyordu. ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi ve birinci Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary Clinton‘ın, bu yıl yayınlanan “Hard Choices” kitabının Haziran ayındaki tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’ söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı. Hillary Clinton, sekiz yıl kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nin Stanford Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı. Borç batağından, Bill Clinton’ın art arda yayınlanan kitaplarının, ücretli konuşmalarının gelirleriyle düzlüğe çıkacaklardı. Son borçlarını da 2004 yılında ödeyerek borçlarını temizleyeceklerdi.

    Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500 bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş parasız ayrılacaktı? Nancy Reagan’ı çok şaşırtan sebepten dolayı…

    ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki herşey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da… Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.

    Çünkü, ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya ‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘’1600 Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçe’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevirilmiş olsa da, aslında İngilizce’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz Ev‘dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, haftasonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki başkanlık dinlenme evinin haftasonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, kardeşi bile olsa, bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.

    Gerald Ford’tan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8 yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır. İstedikleri yemekler pişirilir, malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder. Ve doğal olarak fiyatın yüksekliğine alışmaları zaman alır. Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir. Devlet konutu diye cüzi ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor. Hatırladığı en büyük tepki ise Jimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a ait. Memleketleri Atlanta’da yemeğin de malzemelerin de çok daha ucuz olduğunu söyleyip durmuş aylarca. Ama ‘first lady’nin şikayetleri, fiyatları aşağı çekmeye yetmemiş. George W. Bush’un eşi Laura Bush da, “Spoken from the Heart” adlı anı kitabında, Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar pahalı olduğundan yakınıyor. Onu en çok zorlayan konulardan biri de, hergün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisinin ödemesi olmuş. Bayan Bush kitabında, faturanın aylık geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm msaraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor. ‘’Faturada ağzımı açık bırakan kalemler de vardı’’ diye aktaran Bayan Bush şu örneği veriyor:

    ‘’Ülkenin First Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden tahsil ediliyordu.’’
    ABD Başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir. Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar. Yani ayrıca bir serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda… Belki de bu yüzden Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.

    Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir. ”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür. Ve yine Beyaz Ev, kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur. Çünkü Amerikan tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 30 bindir. Başkanın penceresinin bir kaç on metre uzağındaki bahçe demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.

    Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir. Başkan Truman’a göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane‘den başka bir şey değildi. Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum balığı gibi hissettiğini anlatır. Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti. Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir. Bu gerçeği, bir hizmetçisi, Baba George Bush’un eşi Barbara Bush’a şöyle söyler bir gün:

    ‘’Buraya her dört yılda bir başkanlar gelir gider… Biz kalıcıyız’’.

    kaynak
  6. Hesap makinelerinde ne işe yaradığını bilmediğimiz "M+" , "M-" , "MR" tuşları meğerse çok işe yarıyorlarmış

    "M+" tuşu memory anlamına gelir. "M +" tuşuna bastığımızda ekranda bulunan sayılar hesap makinesi hafızasına alınır. Bu tuşa basınca ekranda "M" harfi çıkar. Ardından yapacağınız bütün hesap işlemlerinden sonra ortaya çıkan sayı "M+" tuşuna basmanız ile birlikte önceki hafızada bulunan sayı ile toplanır. "M-" ise çıkartır. son olarak "MR" tuşuna bastığınızda hafızada bulunan toplam sayı ekrana gelir. Bu işlem ile çoklu hesaplamalarınızı rahatlıkla bir kalem kâğıda gerek kalmadan yapabilirsiniz.

    kaynak
  7. Ömer hayyam denklemleri çözerken bilinmeze Arapça "şın" harfini vermiş. bu ispanyollara geçerken "şey" adını almış ve oradan yunanlara geçerken "xay" haline dönüşmüş. Bu da bizim bugünki kullandığımız "x"e kadar böyle gelmiştir. Matematikte bilinmeyene "x" dememizin hikayesi buymuş işte.

    kaynak

    Not: ayrıca amin maalouf'un semerkant kitabında da geçiyor diye biliyorum yanlış olmasın.
  8. vajinada bulunan laktik asitten bira üretilmesi. kaynak