1. geçenlerde gratis'e gittim, alışveriş yaptım. tam öderken kadın ''25 tl ve üzeri alışveriş yaptığınız için 13 tl olan şampuan 3 tl' ye geliyor almak ister misiniz?'' dedi . mantıklı geldi ve 'isterim' dedim.
    buraya kadar her şey normal ama buradan sonra şunu fark ettim.
    şampuanı 3 tl'ye aldığım inanılmaz hor kullanıyorum. eğer 13 tl'ye alsaydım bu kadar hor kullanmayacağıma eminim. demek ki bir eşyanın değerini gerçek fiyatı değil, ona verdiğimiz fiyat belirliyor diye düşündüm.

    bu düşünce insan ilişkileri yönünden de genişletilebilir. ama bu kadar saçmaladığım yeter.
    beid
  2. ortalık mahvoldu can çekişiyor, güzelim kültür ağını mynetten bozma oyun ağına çevirdiler.
  3. kaç gece

    kaç gece daha uykusuz kalmalıyım,
    uykusuzluktan hiç etkilenmeden.
    kaç gece daha, kaybolmalıyım sessizliğin içinde,
    sesimi duyurabilmeyi umursamadan.
    kaç gece daha sigaramın sayısını saymalıyım,
    doktorumun bana ısrarla bırakmamı söylemesine rağmen
    kaç gece daha anmalıyım geçmişi mutsuzca
    neredeyse sayılı mutluluğu süzüp içinden
  4. bence saçmalamaya en müsait konu başarıdır. her şeyden önce başarıyı nedir tanımlamak gerekiyor. çünkü toplumun başarı saydıkları aslında senin adına başarısızlık olabiliyor. hayatı binbir türlü kölelikle geçirip başarıdan başarıya zıpladığını düşünenler var. aslında ondan da önce başarı ne içindir? sorusu sorulmalı. hedef belli ise mesela mutlu olmak için gibi bir cevapsa mutlu insanlar başarılıdır da denilebilir.

    burada maksat saçmalamak isteyenlere yol vermek. başarı çok müsait bir kavram saçmalamak için. bazıları buna hayatını adar mesela.
    abi
  5. umutsuzluğa düşerim ben çoğu zaman geleceğe dair hayallerimde.
    çıkış yolum bariz değildir, dallı budaklıdır hep. hangi yöne gittiğimi hayal etsem yatakta dönüp dururken her gece yarısı, tıkanıyor bir şekilde yolların geri kalanı.

    şu şöyle olsa bu da böyle, ne kadar güzel olacak değil mi söyle?
    şu şöyle olmuyor hiç, e bu da olmuyor haliyle böyle.

    yaa sabır diyorum. bekleyelim ve görelim.
    geçmeye başlıyor sonra saatler dört nala, günler günleri kovalamakta ve haftalar da bu telaşa katılmakta...ben de varım diyor hafta..bekleyelim istersen abim ay ile birlikte. diyorum ki haftaya: baban yıl eşlik etmezse sevinirim, annen mevsim bile gelse olur bekleyelim.

    beklenen gün gelmeden belli ediyor kendini gerçekler apaçık. ki güneşin bile değişir kızıllığı ve bağırır "geliyor düşmanım karanlık!". hani güneşli bir havada bile olsan bilirsin ya akşamın zamanını, ben de yüzüm gülerken bile biliyorum artık göz yaşının dinlemeyeceğini amanımı.

    tahta masamdaki umut kırıntılarını süpürüyorum daha fazla ezilmesinler diye üstüne alelade bir gazete kağıdını serince. oluruna bıraktığım her şeyin sonu bitap, müdahil olduklarım ondan daha harap. elimde bir şişe şarap ve ben sövüyorum.
  6. portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe, iki kedi de bulanınca, kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini aglamışım oracıkta.
  7. bireysellik güzel bir şey. kendini geliştiriyorsun, düşüncelerini netleştiriyorsun, zamanla kaliteli bir insan oluyorsun. fakat bireysellik beraberinde depresyon getiriyor. insan içtenliğe, samimiyete özlem kalıyor.
    fakat bireyselliğin zıttı bir yaşam beraberinde büyük sorunlar getirir ve düşünemeyen insanlar elde edilir. samimi, içten insanların yanında torpil ön plana çıkar mesela. zayıf insanlar, azınlıklar ezilir.

    bireyselliğini koruyabilen, kendini geliştirebilen ve mutsuz olmayan, sağlıklı insan ilişkilerine sahip olabilen kişiler nasıl bir denge kurularak elde edilebilir?
  8. çay sıcak. elimi yaktı.
    yanacaksin derdi medrese hocası cayır cayır hem de. bak şu mum alevine dayanabiliyor musun?
    cayır cayır ı bilmem ama yaktılar buz kesmiş yürekleriyle her gün.
    ne de kibarmis abimiz, otur hele şöyle nedir derdin, açlıktan ölen çocuklar var lan afrikada. güvenlik önemliymiş peh. çarpışan arabalara bile binemezsin sen. keşke ölsen. mide bulantisindan başka bir şey değilsin.
    çarpışan araba? bir kuraltanimazligin ve anarşinin insan beyninden çıkıp vücut bulmuş hali.
    carpisirsin. yanagin sallanır. hele tombulsan. obezite potansiyelin var senin. vah vah. afrika demiş miydim?
    carpisirsin. ağzın yüzün şekilden şekile girer. ve gulersin. ( siz hiç somurtkan çarpışan oto binicisi gördünüz mü) ha ha.
    carpisirsin. evet sarsilmak ihtiyacın var. sarsilirsin. sarsarken carptigin herifi.( herif? cinsiyetçi bir söylem, şöyle ki ; ataerkil toplumlarda ... amaan)
    çarpım tablosunu ezberlemeseydim ne olurdu ha? matematikçi oldum işte. oysa ben ne olmak istediğimi hala bilmiyorum. hayat çok kısa.
    bir kısa filmde rol almış ( baş rol ama figüran olamayacak kadar gururluyum ben ) oyuncu gibiyim. ucretim verilecek mi belli değil. verilirse bi paket kısa parlament alıp sağlam bir kebap yedikten sonra cigarami yakmayı düşünüyorum. keyif budur.
    kısa filmin senaryosu şöyle:
    bir lunaparkta ( luna ne lan ) çarpışan otoya binmek üzere iki arkadaş belirir. beklendiği üzere ( burada kader kavramına vurgu var ) araçlara biner bu iki arkadaş. eğlence başlar. birbirine çarpıp kahkaha atarlar. kamera zoom girer birinin ağzına. çürük dişleri var. sararmış iyice. kaçak sigara içiyor kesin. çirkinlik ana tema olur bu sahnelerde.
    eğlence biter.
    çay almaya giderler. daha çirkin olanı çayı ismarlar( bir güzellik yapmasa hepten kaybedecek ) daha az çirkin olan çayını alır ve ayağı kaldırım taşına ( başka bir nesne de düşünülebilir burada ) çarpar. çayı bacaklarına döker.
    ayağı yanar. bir of çeker. karsi ki dağlara bakılır.
    sonra ayağına çayı döken daha az çirkin der ki ikindi ezanı kaçta okunuyor ya ?
    the end.
  9. dinler ister gerçek ister uyduruk olsun, insanlık tarihi ve daha önemlisi insanlık denen topluluğun düşünce tarihi hakkında çok güzel veriler sunuyor bence. atıyorum 100 tane din olsa bunlardan en fazla 1 tanesi hakiki din olsa (hakiki afyon sucuğu der gibi oldu) geriye kalan 99'u için "ulan kafaya bak be" diyeceğiniz kadar yaratıcı. yani bu 99 dindeki 99 ayrı hikaye tamamen insan beyninin ürünü. westeros'ta yok böyle hikayeler.
    bi de şu var tabi. milenyum insanı fazla realistik. yani herşey gerçeğin kuralları ile sınırlı. gidip de birine "gerçek olan 7 tanrı var ve ben onların 7 peygamberinden biriyim" desen hayatta mürit toplayamazsın. ama eskiler öyle mi? kafalar hep bi fantastik hep bi orta dünyalı.
    düşünsene bundan 3000 yıl önce insanlar evreni bilimin kuralları ile değil kendi uydurdukları hikayelerle anlamaya çalışmışlar. yani bu gerçekten çok yaratıcı değil mi? yepisyeni bir evren yazmışlar kendilerince (tolkien utansın).
    onların dünyasında herşey mümkün olabilir. çünkü henüz imkansızlıklar keşfedilmemiş. bilim "wowowowow haram" dememiş. her zaman daha fazla seçenek var. birşeyin uçmaması gibi bi durum yok. simyayla ne biliyim büyüyle... uçabilir. zamanda geriye niye gidilmesin? gidilebilir.
    keşke öyle mi kalsaydık deyiverdim içimden sadece bir an. yanardağlar tanrılar bize kızdığı için patladı demek en azından tanrıların suça tepki vermesi açısından güzel bi umut değil mi?
    ay aman neyse iyi saçmaladım. daldan dala saçmaladım fakat güzel saçmaladım.
  10. panik atağımın kronolojik olarak üç evresi:

    1 - panik atak geçirirken allah'a dua edip rahatlamak.

    2 - panik atak geçirirken allah'a dua edip 'ben kiminle konuşuyorum ki böyle. iyice kafayı sıyırdım.' deyip daha da paniklemek.

    3 - panik atak geçirirken bildiğimiz şekliyle, dua edilecek bir allah yok ki deyip rahatlamak.