1. şöyle bir düşününce, insanın en büyük "bug"ı seçme hakkının olması.evet kendi kararını kendi öz iradesiyle verme hakkı, ister evrimsel ister yaradılışsal sahnede düşünün insanlığın ilk ve en büyük problemi.
    ben yaradılış üzerinden ilerleyeceğim ilk olarak; allah adem ve havva'yı irade sahibi yaratıklar olarak yarattı ki bu olay yani irade sahibi varlıklar olan insanların yaradılışı o günden beri cennet gündemini hep meşgul etti. peki birçok güzel şey üzerinde kullanabilecek iken bu hakkını insan ne yaptı? kendisine yasak olanı seçti. o konuda adem babamız ve havva anamıza ben de cok kırgınım. sonuç olarak dünyaya tıkıldık ceza olarak ama akıllandık mı? hayır. öldürmek yasaktı öldürdük, çalmak yasaktı çaldık. hep kötü seçim yaptık. bu yüzden başkalarının hatalarından ben benim hatalarımdan başkaları zarar gördü. insanlik hep acı çekti.
    gelelim evrim sahnesine; burda da genetiğimize işlenen tek bir kural vardı: yaşa ve yaşat! başlarda uyduk. doğal seçildik falan. ama yine şaştık ve geliştikçe sadece yaşamak istedik. yaşatmak zor geldi. ve günün birinde türümüzün sonunu getireceğiz.
    bu bug bugün herşeyin bu kadar yoldan çıkmasının nedeni. yani kanser olmamızdan tutun da başımıza gelen doğal afetlere kadar az miktarda istisnayı saymazsak başımıza gelen herşey ya senin ya benim ya bizlerin ya da bizden öncekilerin aldığı yanlış kararlardan kaynaklı.
    eğer allah bizi seçme yetisi olmayan varlıklar olarak yaratsaydı sadece başımıza geleni yaşayacaktık. ve herkes kurallara uymakla yükümlü olduğundan-çünkü başka bir ihtimali düşünemeyecekti- kötülük olmayacak başımıza hastalık ve afetler dahil hiçbir kötü şey gelmeyecekti. çünkü kurallara uyacak hijyeni sağlayacak iklimi doğayı koruyacaktık. savaş çıkarmayacak aç bırakmayacaktık.
    ve yine eğer evrimin kurallarından başka bir seçeneği seçme hakkımız olmasaydı yaşarken yaşatacaktık.
    yani youreader dostlarım karar verme yetisi, seçme hakkı insanlık için en büyük bug oldu, ilk ve tarihsel süreçte hep.
  2. dinler ister gerçek ister uyduruk olsun, insanlık tarihi ve daha önemlisi insanlık denen topluluğun düşünce tarihi hakkında çok güzel veriler sunuyor bence. atıyorum 100 tane din olsa bunlardan en fazla 1 tanesi hakiki din olsa (hakiki afyon sucuğu der gibi oldu) geriye kalan 99'u için "ulan kafaya bak be" diyeceğiniz kadar yaratıcı. yani bu 99 dindeki 99 ayrı hikaye tamamen insan beyninin ürünü. westeros'ta yok böyle hikayeler.
    bi de şu var tabi. milenyum insanı fazla realistik. yani herşey gerçeğin kuralları ile sınırlı. gidip de birine "gerçek olan 7 tanrı var ve ben onların 7 peygamberinden biriyim" desen hayatta mürit toplayamazsın. ama eskiler öyle mi? kafalar hep bi fantastik hep bi orta dünyalı.
    düşünsene bundan 3000 yıl önce insanlar evreni bilimin kuralları ile değil kendi uydurdukları hikayelerle anlamaya çalışmışlar. yani bu gerçekten çok yaratıcı değil mi? yepisyeni bir evren yazmışlar kendilerince (tolkien utansın).
    onların dünyasında herşey mümkün olabilir. çünkü henüz imkansızlıklar keşfedilmemiş. bilim "wowowowow haram" dememiş. her zaman daha fazla seçenek var. birşeyin uçmaması gibi bi durum yok. simyayla ne biliyim büyüyle... uçabilir. zamanda geriye niye gidilmesin? gidilebilir.
    keşke öyle mi kalsaydık deyiverdim içimden sadece bir an. yanardağlar tanrılar bize kızdığı için patladı demek en azından tanrıların suça tepki vermesi açısından güzel bi umut değil mi?
    ay aman neyse iyi saçmaladım. daldan dala saçmaladım fakat güzel saçmaladım.
  3. sanki beynimizin kalkanıyız. tüm vücudumuz yani beynimiz ve beynimizden çıkan sinirlerimiz dışındaki tüm vücudumuz beyni var etmeye çalışan bir yapı ve korumaya çalışan bi kalkan. beynin içine yerleşmiş o bilinç halini bazen kişiliğimden yani kendim olan o bireyden ayrı tutuyorum. sanki ben- yani bombadil- beynimde yatan ve hiç iletişim kuramadığım o varlığa hizmet eden bir köleyim. bütün insanlık hatta hayvanlar için de böyle düşünüyorum. beyin çevreyi tanımak,kendini beslemek ve kendini geliştirebilmek için kendine bir vücut yaratmış ve tüm bu işleri kolaylaştırmak için yani sosyal bir varlık olup ihtiyaç alışverişi yapabilmemiz için kişiliği oluşturmuş gibi. o kişilik de mesela bombadil olmuş. bu varlık vücudu oyalayabilmek için kişiliği oluşturmuş, kişiliğimi bir arayüz olarak kullanmış gibi.
    "ben" diye bahsettiğimiz şeyin beden değil de kişiliğimiz olduğunu artık kabulleniyoruz zaten. bu yüzden beyin nakli değil de beden nakli aslında yapılacak olan ameliyat ama aslında birer "ben" değilsek? yani bilinmez varlıklar düşünün, ihtiyaçları olan tek şey bilmek olan. ama bilmek biraz da keşfetmek ve etkileşmekten gelir. keşfetmek için kendilerine birer beden yaratıyorlar. ama sadece bu şekilde bilgiye ulaşamayacaklarının farkındalar, ayrıca yarattıkları bedenlerin ihtiyaçlarını da karşılamaları gerekiyor. bu farkındalıkla etkileşmek gerektiğini anlıyorlar ve bu yüzden "birey"i yapan, kişiliği oluşturan nöronlar ve bağlantıları meydana getiriyorlar. ve işte insan! yarattıkları bu algılayıcı sistem kendi ihtiyacını karşılarken bir yandan da bu bilinmez varlığa gereksinim duyduğu bilgiyi kazandırıyor. ama biz sanıyoruz bizler yani insanlar kendi sahip oldukları bedenleri ve oluşan kişilikleri-benlikleri ile birer özgür varlık. halbuki bizler aslında o bilinmez varlıkların, keşfetme ve etkileşme mekanizması ile bilgi arayan makineleriyiz. ve otostopçunun galaksi rehberindeki gibi hayatın,evrenin ve herşeyin cevabını düşündüğümüz anlarda, neden var olduğumuzu sorguladığımız anlarda belki de beynimizdeki bu nöron yumağı, bu organik yapı içine gizlenen o bilinmez ve anlamlandıramadığı varlığı seziyor ve bilinci uyandırmaya çalışıyor. ya da bu sorgulama nöronlarımızda kayıtlı olan o varlığın bilgisini hatırlıyor ve o varlık bizi sorgulamaktan men ediyor ve bizler bu büyük soruların cevabını düşündüğümüz anlardan hemen sonra hayatımıza hiç birşey yokmuş gibi devam ediyoruz. çünkü nefes almamız, doymamız, harekete geçmemiz lazım. o varlık için keşfetmeye ve etkileşmeye devam etmemiz lazım.
    ve belki günü geldiğinde bu varlık kendine daha iyi bir araç bulması gerektiğinin farkına varacak. kişilik denen ayak bağını ortadan kaldırması gerektiğini düşünecek ve matrixteki gibi bir bilinç durumu meydana getirecek. bilgiye daha hızlı,masrafsız ve sorunsuz ulaşan bir araç yapacak kendine. ve bizler insanlık denen şeyin bir delüzyondan ibaret olduğunu bilmeden yok olacağız. bilinçlerimiz ya da ruhumuz da bu yok oluşun, bu hiç oluşun bir parçası olacak. tarihimiz, ürettiklerimiz , insanlık olarak meydana getirdiğimiz herşey dikkatimizi beynimiz denen ama aslında altında gizlenen varlığın kabuğu olan o varlıktan uzak tutmak için yaratılmış birer sahtelik, o varlık kendini bilgi ile doyururken benliğimizi/kişiliğimizi oyalayan birer oyuncak ya da oyunmuş, bunu bilmedeb sıfır olacağız. hiç var olmamış gibi olacağız.
    işte tramvayı beklediğim bazı zamanlarda insanları oraya buraya koştururken, birbirleri ile konuşurken görünce belki de aslında durum böyledir diye düşünüyorum. ben sanki beynimdeki o parazit varlığın, kendini bilinçli ve sahip sanan ama aslında ne olduğunun farkında olmayan kölesiymişim gibi hissediyorum. o kontrolü kaybettiğinde ya da artık bilgiye doyduğunda da öleceğim ve hiçliğe karışacağım. ya da o içinde yattığı bu kabuktan hep nefret etmiş olacak ve bilgiye doyduğunda benliğimi kendini yok etmeye yani intihar etmeye ikna edecek.
    psikoz hastaları ya da kişilik bölünmesi hastaları belki de bir şekilde bu varlıklarla normalden daha fazla iletişime geçen insanlar ve kendi benlikleri bu ikincil ve aslolan bilinç karşısında error veriyor.
    rüyalar da belki de uyurken benlik hiç birşeyle oyalanmadığı için dikkati bu parazit varlık çekmesin diye oluşan cafcaflı illüzyonlar.
    .
    .
    .
    hayır psikiyatrik bir rahatsızlığım yok. sadece bir ihtimali düşünelim istedim. saçmalık yani.