-
deplasmanda plasebo
allah'ım kaderimde anarşi ve protesto
antidepresanlar ve içi boş bir gardırop
ne de çok yer kaplıyor mesela al pacino
yardımın gerekiyor kadıköy'deyim stop.
allah'ım kaderim bu sentimental ambargo:
alternatif referans potansiyel salvo yok,
sadece klostrofobi, hicran türbülans ve şok;
cariyeler çekilmiş yeraltına cumburlop.
allah'ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin
kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor?
'deplasmandır bu dünya' diyor albino şeyhim
plasebo yutturuyor bana depresif doktor.
allah'ım kaderimden şikayetçi değilim
aksine bahtiyarım evrende bana da rol
verdiğin için şahsen, allah'ım bizler senin
falsolu kullarınız, n'olur bizden razı ol.
murat menteş -
aç aç aç
diye haykırıyor yüzlerce mahkum
canımız yanmış gibi değil
canımız yana yana
haykırıyoruz sahnedeki kadına
aç aç aç
bir koç başı gibi
zorluyor duvarları çığlığımız
açız çünkü açız
hem sade o kadına ve kadınlara değil
güneşe yeşile toprağa
ve açık havaya açız
adam gibi çalışmaya
insan gibi yaşamaya da açız
onun için de işte
sahnedeki kadına değil asıl
düzenin bazına asılıyoruz
aç aç aç
diye haykırıyoruz
kilitleri aç
kelepçeleri aç
demir kapıları açın
aç aç aç
açız çünkü açız
hem sade içerde değil
güneşe yeşile toprağa açık havaya
adam gibi çalışmaya
insan gibi yaşamaya
sade içerde değil
dışarda da açız
onun için de işte
sahnedeki kadına değil asıl
bu düzenin bazına asılıyoruz
aç aç aç
diye haykırıyoruz
bize okul bize yol bize fabrika açın
aç aç aç
yine de saklanıyor sahnedeki rakkas
bu acımıza son çare
bir açık versin diye bakıyoruz
canımız yanmış gibi değil
canımız yana yana haykırıyoruz
açamaz açamaz açamaz !
ama hala anlamıyor ki düzenbaz
gönül hoşluğuyla o açmazsa eğer
fırladığımız gibi
bu tarih denen sahneye
aç dediklerimizi biz
kendi ellerimizle açacağız.
can yücel -
ilk buluşmalar
buluşmamızın her anını
biz bir mucize gibi coşkuyla kutlardık
yeryüzünde yalnızca ikimiz vardık
sen bir kuş kanadından hafif ve inceydin
merdiven basamaklarından başdöndürücü bir hızla inip,
çiğ taneli leylakların arasından geçerek
beni aynalı camın öbür tarafındaki
kendi makamına götürürdün sen
gece indiğinde bana büyük şeref bahşedilir
ve tapınağın kapıları açılarak karanlıkta parlar
ve yavaşça secde ederdi çıplaklığın.
ve ben uyanarak "tanrı kutsasın" diye fısıldardım
ve bu kutsamanın cüretkârlığının tadını yaşardım
sen uyurdun
ve mavi gökyüzünün kapılarını çalardın rüyanda
vücudunsa yatağın içinde
dokunulmazlığının sıcaklığı ve buğusu ile hareketsizdi
ve kirpiklerin de,
ellerin de öyle,
sıcak…
irmakların nabzı kristal küre üzerinde atar,
dağlar tüter ve denizden serpintiler gelir
sense avucunda tutardın o kristal küreyi.
bir tacın içinde uyurdun
ve tanrı şahidim ki
benimdin sen
sen uyanır ve insanoğlunun
basit konuşma dilini yeniden yazardın.
ve "insan" sözcüğünü, gırtlağına yeni bir güçle doldurur,
ve "sen" sözcüğü, yepyeni anlamlarını ortaya serer,
ve kral anlamına gelirdi.
ve yeryüzündeki her şey dönüşürdü
hatta leğen, kova gibi basit şeyler bile
ve o sağlam kaya
aramıza bekçi gibi dikilip durduğunda
bilinmeyen yerlere sürüklenip giderdi.
mucizevi şehirler önümüzde bir serap gibi dağılırdı.
kaderimiz, elinde ustura olan
bir deli gibi arkamızdan kovalarken
biz bulutların üzerinde yatardık, yumuşacık…
ve kuşlarla yolumuz ortaktı sanki
ve balıklar, ırmaklar peşimizden gelirdi
ve gökyüzü uyanırdı gözlerimin önünde...
arseny tarkovsky (1962) -
"...
incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o sedef çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme sonbahar oluyorum sonrası hiç
..."
(bkz: hasan hüseyin korkmazgil) - (bkz: akarsuya bırakılan mektup) -
tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun. bile bile aldanmaya vardırıyordu işi. ama olmuyordu kendisi vardı.
önceleri terliydi avuçlarımdan kayıyordu
sonra sonra hem alıştım hem sevdim
dedim ki ne iyi bu kadındır gecenin yarısında
etleri var beyaz, gergin sıcaklığı var öp öp ısın
karanlık sokakları kötü lokantaları ısınmış rakıları
düşündüm göğsümden iki düğme çözdüm
gittim bir ormanı dört ucundan tutuşturdum geldim
burada bana göre bir şeyler vardı
oturdum
bu ellerimi nereye koysam yakışmıyor
dedim ki en iyisi kucağında dursun
şu kravatımı çiviye as gel
sigaramı yak birlikte at arabalarını düşünelim
sarı pirinçten pırıltılı koşumlarını düşünelim
bir zamanlar bilerek unuttugum 'küçük deniz sokağı'nı
denizi odun depolarını demli çayları
ben iyiyim bunlar da iyi şeyler sen nasılsın
kolların çıplak değildi ama hiç de zararı yoktu
bir gülünce tanıyordum sen değildin ne yapsam
elimden gelmiyordu
tanıyordum elimden gelmiyordu
yoksa ne guzel aldanacaktım
yabancılığın daha alımlıydı belki
ama seni bir ormanda yakalasaydım
ilk günlerin ilk çiçeklerin tadında
kandırdılar 23 lira 10 kuruşumu aldılar iki kadehe
90 kuruşu da ben tutup garsona verdim
sonunda şehre vardım gökyüzüne fişekler atıyorlardı
bir kalabalık vardı sarıydı utanmazdı geçkindi
böylesi daha yakışıyor bildiklerime
gün doğsun bir arınayım istiyorum
güneş tozlu caddeler kaygılarım beni bir arıtsın istiyorum
işte tam böyle istiyorum.
turgut uyar -
biliyoruz oysa:
alçaklıklara duyulan nefret de
bozar şeklini yüzün.
kısar sesi haksızlık karşısındaki
öfke de. ah, güleryüzlülüğe
ortam hazırlamak istemiş bizler
güleryüzlü olamadık kendimiz.
sizler fakat, geldiğinde vakit
insan insanın yardımcısı olduğu
zaman
hatırlayın
hoşgörüyle bizi. ^:bertolt brecht^^:bizden sonra doğanlara^ -
aşk
şimdi sen kalkıp gidiyorsun. git.
gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. gitsinler
oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
oysa allah bilir bugün iyi uyanmıştık
sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı,
bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun oturmuştu
bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
sanki hiç olmamıştı
oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı istanbullular
şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
öyle düzeltici öyle yerine getiriciydiki sevmek
ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken
bırakasalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
çünkü iki kişiydik
oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
seni bir kere öpsem ikinin hatrı kalıyordu
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
sonrası iyilik güzellik.
cemal süreyya -
ne güzel bir duruşun var senin,
doğayı kımıldatmadan.
(bkz: edip cansever) -
resulullah’la benim aramdaki farklar
resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim,
resulullah yolda ebubekir’i görse ‘es selamu aleyküm ya sıddık’ derdi,
ben yolda ebubekir’i görsem tanımam.
resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.
resulullah azrail’i yolda görse tanırdı;
ben azrail’i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.
resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah’ın resulü; fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?
resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki ‘kızım ha gayret!’;
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘anneciğim ölmesen…’
ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘anneciğim seni ben…’;
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz
resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.
ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının
anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf…
resulullah çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.
annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!
olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü.
(bkz: ah muhsin ünlü) -
geleceğim, bekle dedi, gitti
ben beklemedim,
o da gelmedi
ölüm gibi bir sey oldu.
ama kimse ölmedi
özdemir asaf