-
uyanınca öp beni
gözlerin henüz yeni açılmışken
varlığımı fark edip gülümsemişken
yattığın yerden doğrul ve
öp beni
hisset beni
sana dokunduğumda
tam kalbine, işte oralarda bir yerlere
belki beceremem ama
yaptığımda hisset beni
ve uyanınca öp beni
bileklerimi
daha az önce lavanta esanslıyla
ovduğum bileklerimi
önce üzerinde burnunu gezdir
sonra öp
bu tüylerimi diken diken edince
gözlerimi kapatırım
ve sen durana kadar
açamam -
bilinmez gelecek umut doludur
kalbin sağanaksa bulut bol olur
gürleyen ruhum yavaşça yorulur
hayallerim yanar, usulca kor olur -
oturdum başlıktaki tüm entryleri okudum.
güzel bir şeyler bulmayı umdum.
gerçek şiir bu değil derken
gözlerimden bir kaç damla yaş sızdırdum.
şiir serbest çağrışımla yazmak değildir. şiir kelimelerle oynarken okuyanın zihninde bir resim yapmaktır. o resmi görmeye çalışan okuyucu beyninin içinde bir müzik duyar. müziği dinlerken mitolojik dünyaya ışınlanır sonrasında cennette gözlerini açar.
şiir ciddi bir iştir. herkesin yapabileceği bir iş değil. şiir denemeleri olmalı. -
bir ıstıraba döndü şimdi seni beklemek
nefes verir gibi kaybederken baharı
güzün ayazı ve rüzgarında
ufak bir çöp gibi sürüklenerek
bir mucizeye döndü şimdi senle kavuşmak
mahalle kabadayısına kafa tutan çelimsiz çocuk
veya yağmurdan kaçacak yeri olmayan köpeğinki
gibi bir mucize istemek
bir duaya döndü şimdi seni dilemek
ben ardından adarken bu satırları
bilmezsin ne cehenneme mahkum ruhum
bilmek istemem kime cennetsin sen
hangi gözlere gülüyor gözlerin
gül tacı dudaklarına yaraşır yeşillerle..? -
"gri günlerdi"
göğsünde köprü
rüyaya dek
ivme kazanan.
gittiğin izlek
ünlemsiz bir telaşın
nedeniyle yükselmiş
lokomotifi uzayın
ekin tarlaları
risk alarak, hasat zihnini aşacak!
dünya tinini ustaca susturunca
ismin tarih duvarlarına dilemmasız kazınacak ve... -
okyanuslar murekkep
agaclar kagit olsa
sevgimi anlatamam
divit kirik olunca
kitaplara yazsalar
ciltlerle kaplatsalar
sevgini okuyamam
gozler bozuk olunca
derdin nedir sorsalar
sus pus olup gelseler
kolumu saklarim ben
yen icine sarinca -
ilk aşk şiiri
metal değildi kalemtraşım
yeşildi, plastikti ve adi
çok kez kırardı kalemin ucunu
ve tabi kırılırdı kendi
ne zaman ki sen
sınıfın köşesindeki çöp kutusuna
neşeli adımlarınla süzülsen
lüle lüle sarı saçlarının peşisıra
koşup da yanıbaşında
bir çocuk biterdi
ihtiyaç yokken açılan kalemleri
birkaç günde biterdi
20 yıl geçmiş bile
ilkokulun ardından
izah edemediğim tek şey
bunca yıllık sorudan
"bu kadar kalemi napıyorsun bilmem"
demişti bir gün babam -
ne çok gezdim dünyayı ne çok eğlendim
depresyonuma yoldaşsın anksiyete
sınav öncesi sonrası hayatı dar ettin
stresten esnemek yordu anksiyete
sabah uyandım uykusuz gece yatmışım huzursuz
rüyalarıma belasın anksiyete
bilmediğimle karşılaşınca elim olur buz
yazıma kış tarlama kırağısın anksiyete
bereketi kaçıyor işimin istemiyorum müşteri
sen varken gelirse diye anksiyete
teşvik priminin kanlısısın ezeli
şevkime bent kurdun anksiyete
ansızın bir gerginliktir basıyor göğsüme
anlıyorum ki kapıyı çaldın anksiyete
bir çarpıntı vuruveriyor hızla gönlüme
işte beklediğim semptomun anksiyete
panik atak nedir tatmadım henüz
o da olsun psikolojik hastalıklar dördüz
willem kulun neyler iyileşmezse bu arız
yol ver aşam seni anksiyete -
toprağından koparmak istediğim her çiçeğin
kökünden kavradığım her dalını
zaman zaman nazikçe
bazenleri haince
ama her daim şevkle
sahibi olduğum için
ve hatta bir güzel yediğim için
dişlerimin arasında liflerini
narince kıvrılan ince belini o çiçeğin
işim bittiğinde ait olduğu toprağa tükürdüğüm
bitecek bir işim olmadığında çöpe attığım
ya da öyle yaptığımı sandığım için
bir defa bile geriye dönüp bakmadığım
baktığımda vicdanımın sesini duyacağım için
portakalda bir çiçekte bulunduğundan
daha çok tat ve vitamin bulunduğu için
çiçeklerin yenmeyeceğini ağzımda bıraktıkları
çirkin kıvamdan öğrendiğim için
bütün çiçekleri rahat bırakmaya ant içtim
biri hariç -
ucu tiftiklenmiş bir ipi küflenmiş iğne deliğinden geçirmeye adadım kendimi
bir basamak çıkıp iki basamak düşerek öğreniyorum seni
sevmeyi
artık dinlemek istemediğini düşünüp kapatmak için uzandığın şarkıyım
ilk notalarımı çalmaya başladığımda fark ettiğin yanıldığını
elini çektiğin
ne denli tanıdık, kaç defa öpülmüş bir şarkı sözü olduğumu tahmin et hadi
cebinden boş ellerin dışında bir şey çıkart, sürprizle beni
hayır hayır, durdurma şarkıyı, nasıl olsa başlayacak yine çalmaya
sevgilim;
sorular biter, şarkılar susar.
ellerinle göz göze geldiğinde ne yapacaksın?
kendisini besleyeceğini sandığı için sana aç gözlerle miyavlayan kediyim ben.
kapının önüne pusu kurmuş, lacivert opel'in tamponuna
ellerin boş avuçlarla bakacak şaşkın suratına
hesap sorsa tokatlarsın onu.
iğne deliğiyle uğraşmaya devam ediyorum
bazı bazı ucuyla daha çok vakit geçiriyorum
kuduz bir köpek gibi salyalarımı akıtıyorum
hiç bitmeyecek bir şarkı olsaydım...
evimizin çatısında yüzde otuz eğimle oturup
dünyanın en çirkin kokusunu düşünüyorum, midem yanıyor
iğnenin ucu ve dilimin ucu, kalemimin ucu az önce gördüğüm
ve sinirimin ucu
hepsi bir kelime bilir her lisanda, o da benim öğrettiğimdir.
ucu tiftiklenmiş ipi göbek deliğime tepiştirdim
yüzde otuz eğimle yatarak hangi yıldıza göz kırpacağıma karar verdim
kaydı diye en son dilek tuttuğun yıldıza çekeceğim en fiyakalı jestimi.
sol gözümü kırpacağım ona, aramızda kalacaksa
(sol gözümü kırpamam aslında)
kırpmış havasında davranırım o da görür, mutlu olur.
benden en son kim ne dilediyse onu gerçekleştireyim der, hemen.
kafamı ondan çevirdiğim an dilimde döndürürken sarhoş ettiğim iğne girer göbek deliğime
başından beri ne için uğraştığımı biliyorsun sevgilim
ucu tiftiklenmiş ip şimdi iğnenin deliğinde. iğne de göbeğimin deliğinde.
avuçlarınla göz göze geldin mi şimdi?
bir kedinin suratına kapı çarptın mı hiç?
göbek deliğimden sızan kan bir gölcük oluşturdu orada, hiddetinden aldığı büyük hazla.
o yıldızı bulup aşağıya getireceğim
yüzüne tükür diye.
gökyüzüne çıkan merdivende bir basamak çıkıp iki basamak düşüyorum.
bir yıldızı onun hak ettiği incelikle pataklamayı umuyorum