1. ufukta kaybolmuş giden geminin ardından gözleri doldu, kendisinin bile anlayamadığı bir şeyler mırıldandı. ellerini saçlarından çekti, keçeleşmiş saçlarından vazgeçmesi için bir kez daha kendini ikna etmeye çalıştı. 57. şimdilik hala rahat rahat sayabiliyorum en azından diye düşündü. hala düşünebildiğini düşündü. 57. yalnızlık. tekneleri batarken yuttuğu tuzlu sudan daha çok yaktı canını, düşünceleri bulandı.

    sahile yakın ağaçlardan birinde duran kuşlara bağırdı. yaşayıp yaşamadığını bilmek istiyordu hepsi bu. kuşlar korkmadı, kaçmadı, yaprakları zor kıpırtadan bir rüzgar kadar bile etkilemedi bağırması. gitti ağacın dibine oturdu. tekrar gözlerini ufuğa dikti. sonsuz çizginin aklını, duygularını, sesini kesişini izledi bir kez daha. güneş battı, sonsuz çizgi kayboldukça o da kayboldu uykusunda.

    güneşle doğruldu yattığı yerden. adanın biraz içlerinde duran meyve ağaçlarına doğru yürüdü. kuşların su içtiği yerden içti suyunu. 58. susayıp, acıktığı bir gün daha. en azından kuşlar var, bağırmasına alışmış, onu artık bir ağaçtan farklı görmeyen kuşlar. dış dünya ile tek bağı olan kuşlar. içinden hayallerine uçan kuşlar. açlığı geçene kadar meyve yedikten sonra kayalık bir bölgeye yürüdü, taşlara tek tek baktıktan sonra keskinleştirebileceğini düşündüğü bir tanesini seçti. başka bir taşla bilemeye başladı, gözleri ufukta elleri taşta. bir kaç saat sonra ufuk kadar keskinleştirmişti taşı. başını bir kayaya dayadı, keskinleştirdiği taşla gerdiği saçlarını kesmeye çalıştı. daha fazla yoldu mu kesti mi anlamadı ama bir zamanlar kendisine güven veren uzun saçlarından kurtuldu.

    güneş tepeye yaklaşırken bir ağacın gölgesine sığındı. güneş yakıyordu, günler yanıyordu, geceler yanıyordu, bir taşa bağlanmış batıyor gibi batıyordu hiçliğe. kendi ismini sayıkladı, sonra biraz daha yüksek sesle tekrar. ismini duymayalı neredeyse iki ay olmuştu. isminden şüphe etti, etinden şüphe etti, zihninden şüphe etti. yalnızlık hava gibi kaplamıştı adadaki günlerini. o buradaydı, sıcak kumları hissediyordu, kurtlu meyveler midesini bulandırıyor, tuzlu su hala ciğerini yakıyordu. o buradaydı, batık gemisinden bile kilometrelerce uzakta, haritalarda çizip isim vermeye değer vermedikleri bir adada. yengeçler biliyordu varlığını, yakalanmamak için kaçarken. kuşlar farkediyordu, bağırmak yetmeyip taş fırlatmaya başladığı zaman. ama bu kadardı işte. etki ettiği ne varsa bu isimsiz adadaydı ve varlığının son parçası ezdiği yengeçler gibi eziliyordu yalnızlıktan, bu isimsiz adada.

    ikindi vakti bir geminin daha ufukta göründüğünü sandı, gemi yoktu, ses yoktu, iz yoktu. keskinleştirdiği taşla ağaca bir şeyler yazmaya başladı. yardım istemiyordu, hikayesini yazmıyordu. ismini yazdı, yazabildiği en düzgün şekilde. tarihte bir yerde varolduğunu kanıtlamak istiyordu, hepsi bu. sahile yürüdü sonra, denize yürüdü, ufuğa yürüdü. yürüyemediği yerde yüzmeye başladı. güneş batıp da ufuk kaybolana kadar yüzdü. sonra durdu. güneşi kovalamak gibi bir derde düştü. battığı yerden daldı sulara, derine indikçe bulmaya inancı arttı. kolları çekmez olunca kendini, bitince nefesi, artık çıkışı yoktu. artık yoktu, isimsiz bir adada ismini verdiği bir ağaçtan başka.

mesaj gönder