-
çocuk ruhumu yakalayıp
asıyorlar kulağından bir ağaca.
gözleri faltaşı bir resim;
korkularım
sallanıyor vahşi tarihin rüzgârında.
kurudukça çiroz,
büzüşüp
çekiliyorum kemiklerime doğru.
taş çağının hayvan koklayan mızrakları
sürüyor izimi.
havlıyor yakınımda
karanlığın köpekleri.
tutulmasam keşke hiç.
bir yaprak gibi koymasam
insanlar arasına kendimi.
parmaklar arasında ufalanmasam...
saklansam yüzümün arkasına.
bir daha hiç çıkmasam!
bir daha hiç çıkmasam!
saygıdeğer her şeyin cehennemi
yakıyor beni.
tutulunca üzgünbalığı,
uzanıyor boynum son çırpınışlarıyla
insandan uzağa...
ben hep onların oynadığı yerde ölüyorum!
geçip gidemiyorum gözlerinden ağların.
öpüyor boynumu naylon.
insanın yorgun yokuşu; o oyuncu
tırmanıyor hayatıma.
önüne dökülen bir sepet gibi,
hep seçiyor içinden beni.
elleyip duruyor her yerimi.
oynadıkça
kolları bacakları kopan
bir bebek gibi
atıyor ortalığa çırpınan gövdemi.
ağır kokuyor sıkıntıların en dibi...
sevsen bin bela açıyor çiçeği.
sevmesen
öğrenilmiyor bir başına
bu iki ayaklı muamma.
bir görüntüye yaklaştıkça
kayboluyorum başka görüntülerde.
yüzümü bu yüzden.
sadece yüzümde gezdiriyorum.
akseden her aksilik korkutuyor aynamı.
çünkü hep
oynayanlar kırıyor onu...
ne zaman
yanlış yaşayanlardan bir şarkıya
kopyamı versem
seviniyor...
bir nakarat kadar
iddialı ve cıvık
anlıyor kemiklerimi.
içimi dolduran zerreler
birleştikçe ve irkildikçe,
ömrümün ilk cinayeti
yaşamak denen o serseri
yerleşiyor kalbime şah gibi...
arayıp da bulamayanlara
leblebi gibi
-buradayım! atıyor
tuhaf
darmadağın kareler.
oynadıkça matlaşan, inatlaşan
o iki ayaklı muamma
çiziyor yüzünü suya.
derin seyredemiyorum hiçbir zaman.
oynaşan
kımıldayıp, çırpınıp duran insan
tutulmuyor
çok kaygan!
çok kaygan!
sevda surları
dibe çöken kurşunlar
iri mi bu kadar?
sığmıyor hiçbir şeyin içi içime.
oysa cenin çocuklar
giriyor kötülüğün bile içine.
taşa düşsem
yayılıyor hafifliğim çamur gibi.
çamura düşsem
yutuyor beni ağırlığım taş gibi.
nereye gitsem
yabancıyım aleme.
alem bana ne zaman gelse
çarpıp kırıyor yüzümü
tanrının suretleri.
onlar bana hiç, ben onlara...
sessiz sedasız dönüyor işte dünya.
pullarımı sıyırıyor bir bıçak gibi tarih.
karanlığın iblisleri;
insanlar sarıyor her yanımı.
girip içlerine
açılsam mı engini bile olmayan
yaşamak dedikleri acı sularına?
kapılar bile
örtülmek için seviyor açıklığı.
hiçbir şey örtülmese
açıklık bu kadar sever mi kapıları?
açılıp kapanan
bir kapı mı olsam
şaşkın bir delik gibi
anahtarı yitik bir hayatın yüzünde?
ah önünde durup
hep geri döndüğüm
insan ile oyun!
-çöp kutusu!
-parlak teneke!
tekmelesen de
düşmeyeceğim
süslü içine...