• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.17)
ay ve şenlik ateşleri - cesare pavese
yaşamını bir otel odasında kendi elleriyle noktalayan, çağdaş italyan edebiyatının büyük ustası cesare pavese (1908-1950) 1949 yılının eylül-kasım ayları arasında yazdığı son romanı "ay ve şenlik ateşleri"nde, kalemiyle yarattığı dünyanın bireşimini yapıyor sanki. kendi geçmişiyle ve okurlarıyla hesaplaşıyor. amerika'da para-pul sahibi olduktan sonra, ikinci dünya savaşının hemen ertesinde doğduğu köye dönen anguilla, eski arkadaşı nuto ile yaptığı konuşmalar aracılığıyla çocukluğunun günlerine, kişilerine döner ve direnişçilere ihanet ettiği için öldürülen genç bir kızın ölüsünün yakıldığı ateş, aynı zamanda geçmişin de küllerini savuran bir şenlik ateşine dönüşür. kişisel anılarla bezeli geçmişi dengeleyen şimdiki zaman da, aynı oranda çetindir ve simgesini ailesini öldürdükten sonra evini tutuşturarak bir başka şenlik ateşi yakan köylü valino'da bulur...

(kitap bilgisi idefix'ten alınmıştır.)
  1. roman hakkında yıllar önce yazdığım ayrıntılı bir yazıyı da ekleyeyim.

    ***

    cesare pavese’nin ay ve şenlik ateşleri adlı romanında ikinci dünya savaşı sonrasında, çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği topraklara, italya’nın salto kasabasına geri dönen ve burada eski arkadaşı nuto ile yaptığı konuşmalar aracılığıyla geçmişini sorgulayan bir kahramanın yaşadıkları ve düşündükleri anlatılmaktadır. romanda savaş sırasında ve sonrasında yaşananlar, psikolojik bunalımlar, toplumsal değerlerin, kurumların, aidiyet duygusunun, eşitlik, özgürlük, ahlak, bağlılık gibi kavramların sorgulanışı imgesel bir anlatımla okura sunulur.

    romanın en önemli iki kişisi, anlatıcı anguilla ve kasabanın marangozu olan eski arkadaşı nuto’dur. anguilla, bebekken, bir sepet içinde, bir katedralin merdivenlerine bırakılmış, sonra virgilia ve padrino adlı bir çift tarafından devletten para almak için evlat edinilmiştir. virgilia, padrino ve kızları angiolina ve giulia ile birkaç yıl italya’nın gaminella köyünde yaşayan anguilla, virgilia’nın ölümü ve padrino’nun kızları ile başka bir kasabaya yerleşmesi üzerine mora çiftliği’nde ırgatlık yapmaya başlamıştır. çiftliğin sahibi sor matteo, okuması yazması olmayan bir toprak ağasıdır. sor matteo’nun kızları irene ve silvia, anlatıcının ilk gençlik döneminde hayran olduğu iki kişidir. askere gidene kadar bu çiftlikte çalışan anguilla, askerden sonra, dünyanın sadece yaşadığı kasaba kadar olmadığını görmek için amerika’ya gitmiştir. amerika’da para ve saygınlık kazandıktan sonra ise gençliğinin geçtiği topraklara geri dönmüş, ama nuto dışında kimse tarafından tanınmamıştır.

    nuto, salto kasabasının marangozudur. gençliğinde, şenliklerde çalgıcılık yapmış, savaş çıktığında ise direnişçileri desteklemiş, ancak yaşlı annesinin ve evinin yakılmasından çekindiği için direnişe fiilen katılmamıştır. nuto, anlatıcının gençliğinde hayran olduğu, hep olmak istediği kişidir. akıllı, bilgili, duyarlı biridir. kasabada yaşayan ve boş inançları olan kişilerden farklıdır. yazgıya inanır, ama boş inançları olan kişilerden değildir. insanları maddi ve manevi açıdan sömüren papazlara da, sadece kendini düşünen toprak ağalarına da, kapitalist düşünceyi destekleyen okumuş kişilere de içten içe tepkilidir. ancak bu tepkisini, artık, açıkça belirtmekten kaçınır; çünkü konuşmanın bir işe yaramadığı düşüncesindedir. ona göre, dünyanın daha güzel ve daha yaşanır olması için, herkes, az ya da çok, bir şey yapmalıdır.

    anguilla, bir ev satın almak için nuto ile birlikte gaminella’ya gittiğinde, gençliğinde beraber çalıştıkları valino’yu görür. valino’nun büyük oğlu savaşta, karısı ise daha önce çalıştığı çiftlikte ölmüştür. on yaşındaki oğlu cinto, çok çalışmaktan ve iyi beslenememekten dolayı bacağı sakat kalan bir çocuktur. valino’nun evinde, baldızı ve yaşlı annesi vardır. öfkelendiği zaman, cinto’yu ve kadınları döven valino, anlatının sonlarına doğru, kadınları öldürür, evini ateşe verir ve intihar eder. küçük çocuk cinto ise, nuto’nun evinde kalmaya başlar.

    cinto, romanda, anlatıcının çocukluğunun simgesi gibidir. anlatıcının cinto ile ilgilenmesi ona acımasından değil, onda kendisini ve çocukluğunu görmesindendir. cinto’nun kendince oynadığı oyunlar anguilla’nın da çocukluğunda kendince oynadığı oyunlara benzer. kendisini yoksulluktan ve ırgatlıktan kurtaran anlatıcı, cinto’nun da kurtulmasını, dünyanın ya da en azından neler kaybettiğinin farkında olmasını istemektedir.

    “dünyayı hâlâ cinto’nun gözleriyle görebilmek, aynı babayla, belki aynı topal ayakla, onun gibi gaminella’da her şeye yeniden başlayabilmek için neler vermezdim, hele bunca şey bildiğim, kendimi savunmayı öğrendiğim şu ara. onun için üzülmüyordum, kimi kez kıskanıyordum onu. gece gördüğü düşleri, meydandan seke seke geçerken aklından geçenleri bile bildiğimi sanıyordum. böyle yürümemiştim ben, topal değildim çünkü. ama kaç kez şenliğe, panayıra, castigliona, cossano, campetto ve başka yerlerdeki atlıkarıncalara kızları, kadınları götüren arabaların gürültüyle geçtiklerini görmüştüm ve o uzun yaz gecelerinde giulia ve angiolina ile birlikte fındıkların, incirin altında, köprünün korkuluğunun üstünde, gökyüzüne ve hiç değişmeyen bağlara bakmıştım. ve sonra gece, bütün gece boyunca şarkı söyleyerek, kahkahalar atarak, belbo’nun iki kıyısından birbirlerine seslenerek dönenlerin gürültüsü gelirdi sokaktan. işte böyle gecelerde uzaktaki tepelerden bir ışık, bir şenlik ateşi görecek olursam çığlıklar atar, yerde debelenirdim, çünkü yoksuldum, çünkü çocuktum, çünkü bir hiçtim. yaz aylarında görülen bir rüzgâr esip, bir yağmur boşanıp da eğlenceyi bozacak olsa, neredeyse sevinirdim. şimdi bunları düşündükçe o dönemi özlüyor, yeniden yaşamak istiyorum.”

    anlatıcı, küçükken yaşadığı pek çok olumsuzluğa, “piç” olmasına, kendisine “yılanbalığı” adı takılmasına, bir evi ve ailesi olmamasına, köksüz ve bağsız olmasına rağmen cinto’nun yerinde olmak, geçmişi yeniden yaşamak istemektedir. çocukluğunda yaşadığı hayal kırıklıklarını, yalnızlığı ve dışlanmışlığı bile özlemektedir. büyük bir heyecanla beklediği şenliğe götürülmeyip köpek ve öküzlerle evde bırakıldığı gün yaşadığı öfkeyi tekrar yaşamak istemektedir.

    “herkesin, cirino’nun, komşuların bile canelli’deki şenliğe gittikleri ve tahta ayakkabılardan başka ayakkabım olmadığı için bana, “ayakkabısız gelemezsin. sen kal, etrafa göz kulak ol,” dedikleri o ağustos gününün öğleden sonrasında mora’nın avlusunda olabilmeyi de istiyorum yeniden. mora’da ilk yılım olduğu için karşı çıkamamıştım. oysa kaç zamandır bekleniyordu o şenlik: canelli’nin ünü çok büyüktü, sabunlanmış kaygan direğe tırmanma yarışı, çuval yarışı yapılacaktı; sonra top oynanacaktı.

    patronlar, kızları, küçük kızla emilia da gitmişlerdi büyük arabayla; ev kapalıydı, köpek ve öküzlerle ben kalmıştık. bir süre bahçe kapısının gerisinde durup yoldan geçenlere baktım. herkes canelli’ye gidiyordu. dilencileri, sakatları bile kıskandım. bunun üzerine kiremitleri kırmak için güvercinliğe çakıl taşı atmaya başladım, taşların düşüp taraçanın çimentosu üzerinde sektiklerini duyuyordum. denileni yapmış olmamak için, çapayı kaptığım gibi tarlalara gittim. “işte,” diyordum içimden, “eve göz kulak olmuyorum. yangın çıkarsa çıksın, hırsız girerse girsin.” tarlada, yoldan geçenlerin konuşmalarını da duymuyordum. bu durum beni daha öfkelendiriyor, korkutuyordu, ağlamak geliyordu içimden. çekirge avlamaya koyuldum, bacaklarını kopartıyor, eklemlerini kırıyordum. “oh olsun,” diyordum, “canelli’ye gitseydiniz siz de.” bağırıyor, bildiğim bütün küfürleri ediyordum. korkmasam, bahçelerdeki çiçekleri de kopartacaktım. irene ile silvia’nın yüzlerini düşünüyordum, onların da çişlerini yaptıklarını söylüyordum kendi kendime.”

    irene ve silvia kardeşler, romanda, geri dönüş tekniğinin kullanıldığı bölümlerde anguilla’nın bakış açısıyla okura tanıtılır. iki kardeşin yaşadıkları aşklar, ilişkiler, çevrelerindeki erkeklerin onlara bakış açıları, babaları sor matteo’nun ve kendilerinin kötü sonları okura anguilla tarafından aktarılır. irene ve silvia’nın üvey kardeşi santa’nın yaşadıkları ise, anlatının sonuna kadar gizemini korurken anlatının son bölümünde anguilla ve nuto’nun diyalogları aracılıyla, yani göstermeci anlatım tekniği ile okura aktarılır. santa, savaş sırasında direnişçilerin güvenini kazanmış ve faşistlere casusluk etmiş, bu durumun direnişçiler tarafından anlaşılması üzerine de öldürülmüş ve cesedi yakılarak yok edilmiştir.

    romandaki olaylar ağırlıklı olarak italya’da, torino yakınlarındaki gaminella, belbo, salto, canelli, camo, piemonte gibi köy ve kasabalarda, mora çiftliği’nde geçmektedir. bazı bölümlerde cenova’da, amerika’da yaşanan olaylar konu edilmektedir. romanda yer unsuruna önem verilmiş, anlatılan yerler ayrıntılarıyla betimlenmiştir. romanın ana kişisinin büyüdüğü yerlere geri döndüğünde gördükleri, yaşadıkları ve hissettikleri konu edildiği için anlatılan yerlerin roman kişisi üzerindeki etkisinden bahsedilmektedir.

    “böylece çok uzun bir süre, içinde doğmamış olduğum bu köyü dünyanın tümü sandım ben. şimdi dünyayı gerçekten gördükten ve bir sürü küçük köyden oluştuğunu öğrendikten sonra, çocukluğumda pek de yanılmamış olduğumu anlıyorum.”

    küçükken yaşadığı yerlere yıllar sonra geri dönen anlatıcının çocukluk dönemindeki düşünceleri ile ilgili söylediği bu sözler, anlatıcı için çocukluğunda yaşadığı yerlerin ne kadar önemli olduğunu da gösterir. bu sözler, günlüğünde, “doğduğum yer nasılsa ben de öyleyim.” diyen pavese’nin görüşlerini de yansıtmaktadır.

    romanda “yer” unsuru sadece anlatıcının düşüncelerini aktarmak için kullanılmamış, bazen simgesel değer de kazanmıştır. yaşlı, yoksul ve öfkeli valino’nun baldızını ve annesini öldürdükten sonra evini ateşe vermesi ile yoksulluğun ve çaresizliğin simgesi olan ve kapalı bir yer olan ev, yok edilmiştir. anlatıcının, belbo üstündeki köprüden geçerken cenova’da yaşadıklarını anlattığı bölümde “yer”, yine simgesel bir değer kazanır:

    “ilk kez cenova sokaklarında yürüdüğümde uğradığım düş kırıklığı aklıma geldi; yolun ortasından yürüyor, bir tutam ot arıyordum. evet, liman vardı, kızların yüzleri vardı, dükkânlar, bankalar vardı, ama bir kamış, bir çalı kokusu, küçücük bir asma neredeydi? ayla şenlik ateşlerinin öyküsünü de biliyordum. ancak bildiğimi, artık bilmediğimi anlamıştım.”

    görüldüğü gibi, anlatıcının büyüdüğü yerlere geri dönüşü sonrasında bu yerlere, buralardaki kişilere, olaylara, inanışlara yabancılaşması, her ne kadar büyüdüğü yerleri özlese de orada yaşananlardan uzak kalması cenova ve gaminella karşılaştırması aracılığıyla aktarılır. “çok yer görmek, hiçbir yere bağlı olmamak demekti.” diyen anguilla, yaşadığı yabancılaşmayı yine yer unsuruna bağlar.

    romanda, padrino’nun ve kızlarının başka bir kasabaya gitmesinden sonra mora çiftliği’nde çalışmaya başlayan anguilla için mora çiftliği’nin önemli bir yeri vardır. irene ve silvia bu çiftliğin sahibi sor matteo’nun kızlarıdır. gaminella’ya geri dönen anguilla, mora’ya gitmeyi ve orayı görmeyi hep erteler; çünkü anlatıcı için mora, irene ve silvia’nın yaşadığı olumsuzluklarla özdeşleşmiştir.

    romanın anlatımında süredizimsel zaman kullanılmamış, olaylar çoğunlukla geri dönüş tekniği ile aktarılmıştır. romanın bazı bölümlerinde şimdiki zaman, bazı bölümlerinde geniş zaman, bazı bölümlerinde de geçmiş zaman kipleri kullanılmıştır. romanda “yakın geçmiş” ve “uzak geçmiş” zamanda gerçekleşen olaylar anlatılır. anlatıcının çocukluk ve gençlik yıllarının, irene ve silvia’nın aşk hikâyelerinin, mora’da yaşananların anlatıldığı bölümler uzak geçmiş zamanda, anlatıcının amerika’dan dönüp bir ev satın almak istediği, valino’nun kadınları öldürüp evi ateşe verdikten sonra intihar ettiği, cinto’nun nuto’nun evine yerleştiği bölümler yakın geçmiş zamanda gerçekleşir. süredizimsel zaman kullanılmaması nedeniyle romandaki olaylar zincirini takip etmek, klasik romanlara göre biraz daha zordur.

    ay ve şenlik ateşleri’nin dil ve anlatım özelliklerine bakıldığında, romanın, cesare pavese’nin günlüklerinde açıkladığı yazınsal görüşlerinin bir uygulaması niteliğinde olduğu görülür. roman, türkçe çevirisinden incelendiği için dil özellikleri üzerine sağlıklı yorumlar yapmak pek mümkün olmasa da anlatım özelliklerinden ayrıntılarıyla bahsedilebilir.

    öykü ve romanda imgesel ve simgesel anlatımın önemini vurgulayan pavese, ay ve şenlik ateşleri’nde imgelere, simgelere, çözümlemelerden çok göstermelere, göz önünde canlandırmaktan çok, kişilerin duygu ve düşüncelerini anlatma amacı taşıyan betimlemelere yer vermiştir.

    romana adını veren “şenlik ateşleri”, roman boyunca imge görevi üstlenir. anlatıcının çocukluğunda ve gençliğinde bazen uzaktan gördüğü, bazen şenlik meydanında üzerinden atladığı ateş, savaş sırasında yakılan santa’nın ve savaş sonrasında valino’nun yaktığı evin ateşine dönüşür. uzak geçmişin ve özlenen çocukluğun ateşi, yakın geçmişin insanların cesetlerini bile yok eden ateşi olur.

    gençliğinin geçtiği yerlerde dolaşırken daha önceki düşüncelerini sorgulayan anguilla, geçmişinden hiçbir zaman kopamayacağını şu imgelerle anlatır:

    “burada büyümüş olmak, şarapla mısır ezmesi gibi içine işlemiş olması gerekirdi buranın, ancak o zaman konuşmaya gerek duymadan bilirdin burayı; ve içinde bunca yıldır bilmeden taşımış olduğun şey, şimdi bir araba zincirinin şıngırtısında, bir öküz kuyruğunun vuruşunda, bir çorbanın tadında, gece meydanda duyulan bir seste uyanıverirdi.”

    nuto’nun yıllarca şenliklerde klarnet çalması, eğlenmesi ve insanları eğlendirmesi, savaştan ve babasının ölümünden sonra ise klarnet çalmayı sigarayı bırakır gibi bir anda bırakması savaşın insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin, insanların artık hiçbir şeye güvenlerinin kalmayışının ve dünyadan zevk almamaya başlamalarının simgesidir.

    “ ‘çalmayı seviyordun,’ dedim. ‘niye bıraktın? baban öldü diye mi?’
    nuto her şeyden önce çalgı çalarak insanın evine bir şeyler götüremediğini, karnın doysa da parayı ödeyeni bilemediğini, sonunda insanın bıktığını söylüyordu. ‘sonra savaş çıktı,’ diyordu. ‘belki kızların bacakları kaşınıyordu yine, ama onları dansa kaldıracak kimse mi kalmıştı? savaş boyunca insanlar başka türlü eğlendiler.’

    ‘sahi,’ dedim ona, ‘kadınlarla aran nasıl? bir ara hoşlanırdın. dans etmeye bayılır hepsi.’
    nuto gülerken sanki ıslık çalar, ciddiyken bile.
    ‘alessandria hastanesi’ne malzeme sağladın mı?’
    ‘umarım sağlamamışımdır,’ dedi. ‘senin gibi birine karşılık kim bilir kaç tane zavallı çocuk vardır.’ ”

    bu diyalogda geçen alessandria hastanesi, doğumevidir. yazar, anlatıcı ve arkadaşı nuto’nun aralarındaki samimiyeti ve savaş hakkındaki düşüncelerini göstermeci anlatım yöntemiyle okura aktarır.

    anguilla’nın mora çiftliği’nde ırgatlık yaptığı zamanlarda piyano çalan irene ve silvia ile arasındaki ayrım, “eller”le simgelenir.

    “piyano sesini duyduğumda, kimi kez ellerime bakar, benimle o erkekler arasında, benimle o kadınlar arasında bir ayrım olduğunu anlardım. şimdi bile, neredeyse yirmi yıldır ağır iş yapmadığım, adımı sandığımdan da iyi yazabildiğim halde, ellerime bakınca onlardan olmadığımı, herkesin çapa kullandığımı sezebileceğini anlıyordum.”

    aristokratlar ve köylüler arasındaki ayrım, aynı zamanda betimleme de içeren farklı bir bölümde, bu kez müzik simgesiyle anlatılır. anlatıcı, çocukluğunda, mora çiftliği’nin sahibinin büyük kızı irene’yi piyano çalarken dinlemiştir. yazar, irene’nin çaldığı müziğin anlatıcıyı, anlatıcının dâhil olduğu toplumsal sınıfı ve yaşadığı yeri yansıtmadığını anlatmak için simgelerin yanında betimlemelere de başvurur.

    “nuto sanki klarnet çalıyormuş gibi dudaklarını büzerek dinlemişti, ben de pencereden odadaki çiçeklere, aynalara, irene’nin dimdik sırtına, çaba harcayan kollarına ve notaların üstündeki sarışın başına bakmıştım. ve tepeyi, bağları, dere yataklarını görmüştüm ve bu müziğin bandonun çaldığı müziğe benzemediğini, başka şeylerden söz ettiğini, gaminella için, belbo’nun ağaçları için, bizim için bestelenmemiş olduğunu anlamıştım. uzakta, salto’nun canelli yönündeki kesitinde kurumuş çınarların arasında nido’daki kırmızı konak da görülüyordu. ve irene’nin müziği bu konağa, canelli’deki patronlara göreydi, onlar için bestelenmişti.”

    romanın pek çok bölümünde böyle imgelere, simgelere ve belli bir amaç doğrultusunda yapılan betimlemelere rastlamak mümkündür. yazarın biçemi durumuna gelen bu anlatım tarzı, okuru sararak metnin daha akıcı olmasını sağlamaktadır.

    ay ve şenlik ateşleri hem cesare pavese hem de eleştirmenlerin büyük bir çoğunluğu tarafından yazarın en önemli yapıtı olarak kabul edilmektedir. ay ve şenlik ateşleri’nden önce yazdığı metinlerin tamamı, bu romanın öncülü olma özelliği taşımaktadır. roman, pavese’nin yazınsal olgunluğunun göstergesidir. günlüklerinde öykü, roman, şiir ve tiyatroda biçim ve içerik unsurları ile ilgili ayrıntılı bilgiler ve örnekler veren pavese, ay ve şenlik ateşleri’nde bu görüşlerinin tümünü uygulamaya çalışmıştır.

    romanda, öyküde ya da tiyatroda birçok kişi konuşsa bile konuşanın aslında yazarın kendisi olduğunu düşünen cesare pavese ile ay ve şenlik ateşleri’deki anlatıcı arasında benzerlikler vardır. birinci kişi anlatıcının yazarın düşüncelerini daha iyi yansıtabileceğini düşünen pavese, ay ve şenlik ateşleri’nde birinci kişi anlatıcı türünü kullanmıştır. böylece kendi düşüncelerini roman kişisi aracılığıyla okura iletmiştir.

    ay ve şenlik ateşleri’nin anlatıcısı anguilla, çocukluğunu ve gençliğini gaminella ve mora çiftliği’nde geçirdikten sonra amerika’ya giden, zengin olan ve bir zamanlar yaşadığı yerlere geri dönen biridir. çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği yerlere geri döndüğü zamanki düşünceleri şöyledir:

    “böylece çok uzun bir süre, içinde doğmamış olduğum bu köyü dünyanın tümü sandım ben. şimdi dünyayı gerçekten gördükten ve bir sürü küçük köyden oluştuğunu öğrendikten sonra, çocukluğumda pek de yanılmamış olduğumu anlıyorum.”

    pavese de çocukluk yıllarında, yaz aylarını geçirdiği santo stefano belbo’daki çiftliğin, babasının ölümünden sonra satılması üzerine köy yaşamından uzak kalmış, ama yaşamı boyunca köy yaşamına özlem duymuş, anlatılarında da köy yaşamına ve belbo’ya yer vermiştir. günlüğünde, çocukluğundaki bu yaşantının bütün yaşamını nasıl etkilediğini şu sözlerle anlatır:

    “on üç ya da on iki yaşında köydeki evinden ayrıldığın, dünyayı ilk gördüğün, kafanda kurduğun hayallerle (serüvenler, kentler, adlar, insanı etkileyen gürültüler, bilinmeyen şeyler) içinin içine sığmadığı o garip an. o kentlerin, serüvenlerin, hazların ve bilinmeyen dünyaların arasından geçerek o ayrılış ânının senin için gelecekte ne kadar zengin olduğunu anlamanı sağlayacak uzun bir yolculuğun başladığını ve ayrılırken geriye baktığında dünyadan çok köyünle dolu olduğunu bilmiyordun. şimdi dünya da, gelecek günler de yaşantı olarak, ustalık olarak senin içinde; o zengin ve tükenmez giz ise, o zaman sahip olma çabası göstermediğin çocukluğundadır.

    her şey insanın çocukluğundadır, o anda şaşırtıcı bir irkilti gibi duyulan geleceğin büyüleyici niteliği bile.”

    ay ve şenlik ateşleri’nin bir zamanlar yaşadığı köye sevgi ve bağlılık duyan anlatıcısı, bu noktada cesare pavese ile özdeşleşir. pavese, çocukluk döneminde edinilen birikimin bir yazarın en önemli imge kaynağı olduğunu düşünür. ay ve şenlik ateşleri’ndeki anlatıcı, çocukluk dönemlerine dönmek isteyen, yaşadığı olumsuzlukları bile özleyen biridir. pavese’nin, şiirlerinde anlattığı kişiler için söylediği şu sözler, ay ve şenlik ateşleri’nin anlatıcısı için de söylenebilir:

    “şiirlerimde rastlanan kimseler, bir zamanlar bırakıp kaçtıkları köylerine dönen, oraya dönmekten sevinç duyan, yalnız renkli ve çarpıcı şeyleri gören insanlardır; çalışmaktan pek hoşlanmayan, en basit şeylerden tat alan, iriyarı, iyi yürekli, yargılarında kesin, fazla acı çekmeyen, doğaya uymaktan ve bir kadının mutluluğundan hoşnut, ama aynı zamanda özgürlüğün ve ‘kendi başına’ olmanın tadına da varabilen, her sabah yaşamaya yeniden başlamaya hazır insanlar.”

    romanın ikinci bölümünde anlatıcı ve arkadaşı nuto, romana adını veren şenliklerden birini izlerler ve adsızlık, bir aileye üye olmama, piçlik ve savaş üzerine konuşurlar. bu bölümde şenlik sahnesi anlatıcının gözünden şöyle aktarılır:

    “bağrışmalar, şarkılar, yere vuran top sesleri duyuyordum; hava kararınca ateşler yakıldı, havai fişekler atıldı; içtiler, eğlendiler, ilahiler söyleyerek geçtiler; üç gece boyunca dans ettiler meydanda; araba, borazan, havalı tüfek seslerinden geçilmedi. bir zamanların aynı görüntüleri, aynı şarabı, aynı yüzleri. insanların ayakları altında koşuşan oğlan çocukları aynıydı; boyun atkıları, ikili öküzler, koku, ter, kadınların esmer bacaklarındaki çoraplar aynıydı. ve sevinçler, acılar da, belbo kıyılarında verilen sözler de. tek ayrım, bir zamanlar elimdeki ilk aylığımın üç-beş kuruşuyla şenliğin içine dalıp atış tezgâhlarına, salıncaklara koşmuş olmam ve saçları örgülü küçük kızları ağlatmış olmamızdı.”

    şenlik sahnesinin anlatıldığı bu bölümde anlatıcı büyümenin ve olgunlaşmanın kişiyi değiştirdiğine dair düşüncelerini aktarır. pek çok eylem ve ritüel aynı kalmasına rağmen, anlatıcı artık o ritüellerdeki kişi değildir.

    “bir dönem gelir, yaptığımız her şeyin sonunda bir anı olacağı gerçeğini düşünmek zorunda kalırız. bu, olgunluktur. olgunluğa erişmek için, insanın birtakım anıları olmuş olması gerekir.”

    pavese’nin günlüğündeki bu sözleri romandaki anlatıcının “büyümek” ile ilgili sözleriyle özdeşleştirilebilir:

    “o zamanlar büyümenin ne anlama geldiğini bilmezdim, zor işlerin üstesinden gelmek olduğunu sanırdım, bir çift öküz satın almak, üzümün ederini belirlemek, biçerdöveri çalıştırmak gibi. büyümenin çekip gitmek, yaşlanmak, ölümlere tanık olmak, mora’yı şimdiki gibi bulmak olduğunu bilmiyordum.”

    alıntılanan bölümlerde romandaki anlatıcının kendi geçmişine yabancılaştığı, kendini geçmişte yaşadığı yerin gelenek ve göreneklerinden kopmuş hissettiği, yeni değer yargıları ve yaşamda farklı bakış açıları edindiği görülür. aynı yabancılaşma, pavese’nin yaşamında da vardır. iki arkadaşının intiharı ile yaşama bakışı değişen pavese, toplum baskısından, cehaletten, boş inançtan ve boş inançları olan insanlardan uzaklaşmak ister. günlüğünde “kader” ve “boş inanç” kavramları arasındaki ayrımı şu sözlerle ifade eder:

    “mitsel bir iniş çıkışa, rasyonel bilgi yoluyla çözülmesi olanaksız, önceden belirlenen bir ritme sahip bir yaşam yazgısal’dır; öyle olmadığını bilerek kendini mitsel düzen olarak görmekte ısrar eden bir yaşam boş inançlı’dır ve rasyonalist yoldan anlaşılır.

    “boş inançlı bir insan, tarihin eskittiği, artık geçerli saymama olanağına sahip olduğumuz bir efsaneye inanmaya devam eden insandır. … kaderci, kendi içinde inandığı gerçek bir efsane olduğunun farkına varan kimsedir.”

    romanda da pavese’nin kader ve boş inançlar ile ilgili düşüncelerinin yansıması vardır. şenlik ateşlerinin toprağı verimli hale getirdiği, ayın farklı evrelerinde yapılması ve yapılmaması gereken şeyler olduğu üzerine nuto ile konuşan anlatıcı, bu tür inanışların kader değil boş inanç olduğunu düşünür.

    anlatıcı ile pavese’nin kadınlara bakış açısı da çok benzerdir. pavese, kadınlarla olan ilişkisinde hep mutsuzdur. kadınlara düşman olduğu bile söylenebilir. anlatıcı için de kadınlar hiçbir zaman mutluluk kaynağı olmamıştır. romandaki kadınlar, ahlaki zaafları bulunan, casusluk yapan, kardeşinin ölümü üzerine kardeşinin eşi ile yaşamaya başlayan, zor durumdaki bir çocuğu yalnız bırakabilecek kadar acımasız olan, kendi doğurduğu çocuğu bir sepetin içinde bırakıp gidebilen kişilerdir.

    “… benim devrimlere karşı duyduğum ilgi de hiçbir zaman yüzeyde olmaktan öteye gitmedi. elbette sorun, bir devrimin patırtısını, söylevlerini, kan dökücülüğünü ve başarılarını betimlemek değil, onun manevi havasında yaşayıp hayatı o açıdan gözleyip yargılamak olmalıdır.”

    diyen pavese’nin devrim konusundaki bu düşünceleri, romandaki anlatıcının pasif devrimciliğinin kaynağıdır. romanın önemli izleklerinden biri olan “savaş” da pavese’nin düşüncelerinin yansımasıdır:

    “savaş insanı barbarlaştırır, çünkü insanın bir savaşa katılabilmesi için kendisini her türlü pişmanlığa, inceliğe ve soylu değerlere karşı duygusuzlaştırması gerekir. insan sanki bu değerler yokmuşçasına yaşamak zorundadır ve savaş bittiği zaman o değerlere yeniden dönebilme gücünü de yitirmiştir.”

    pavese’nin bu görüşleri, nuto’nun kişiliğinde belirir. gençliğinde eğlenmeyi seven, insanlara güvenle bakan nuto, savaştan sonra, savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünmeye başlar:

    “birçok yeri dolaşmış, bu çevredeki yoksulluğu görmüş olan nuto, bu savaşın bir işe yarayıp yaramadığını sormazdı hiç. savaş kaçınılmazdı, bir tür alın yazısıydı. nuto’ya göre, olacak bir şey herkesi ilgilendirir ve dünya kötü kurulduğu için düzeltilmesi gerekirdi.”

    romanda pavese’nin kişisel görüşlerini yansıtan daha pek çok örnek verilebilir. pavese’nin sadece kullanılan temalarla ilgili değil olay örgüsü oluşturma biçimleri, zaman, yer ve kişilerle ilgili görüşleri de romanın yapısına yansımıştır. olay örgüsünü süredizimsel zamana göre kurgulamayışı, geri dönüş tekniğinin çokça kullanılışı, yazarın yaşadığı yerlerle ilgili görüşlerini anlatıcının bakış açısıyla aktarışı, kişilerden çok anlatımın, düşüncelerin ön planda oluşu, verilmek istenen düşünceler için kişilerin sadece araç olarak kullanılışı ay ve şenlik ateşleri’nin pavese’nin yazınsal görüşlerini en iyi örnekleyen romanı olduğunun göstergeleridir. ayrıca, anlatımda imgelere, simgelere, belli bir amaç için kullanılan betimlemelere, mitlere yer vermesi de düşüncelerinin artık imgelerle ortaya çıktığını düşünen pavese’nin idealize ettiği anlatım özelliklerini yansıtır niteliktedir.

    ***

mesaj gönder