• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.35)
beyaz geceler - fyodor mihailoviç dostoyevski
öykünün başkahramanı olan yazar sekiz senedir petersburg'da yaşayan yalnız bir adamdır. hiç arkadaşı yoktur belki ama ne gam, bütün petersburg onundur nasılsa. petersburg'daki insanlar her şeyidir onun. onlar mutluysa o da mutludur, onlar hüzünlüyse o da hüzünlüdür. herkesin yazlıklara gidip de sokakların bomboş kaldığı bir yaz gecesi nastenka girer hayatına. onun gibi yalnız, hüzünlü nastenka… ilk kez bir kadına açılır; yalnızlığını, nasıl iflah olmaz bir hayalperest olduğunu anlatır. nastenka'nın da ondan pek bir farkı yoktur aslında. anlattıklarını dinledikten sonra yazara söz verir: onu asla bırakmayacaktır. sonra başlar kendi hikâyesini anlatmaya… (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. “...biz hepimiz az çok hayalperestiz!” -fyodor dostoyevski

    bahsi geçen kitabın can yayınları baskısında sabri gürses'in derlediği roman öncesi bölüm de romanın kendisi kadar ilgi çeker. dostoyevski'nin hayalperestlik üzerine sarfettiği sözleri burada bulunabilir. yazarın petersburg günlüğü'nde yer alan gençlik yıllarına ait bazı anılarına da yine bu bölümden ulaşılabilir.

    “eskiden, gençlik hayallerimde, kendimi bazen perikles, bazen de neron zamanındaki bir şovalye, bazen walter scott’ın the monastery romanındaki edward glendinning vb. olarak hayal etmeyi severdim. gençken kendim için ne hayaller kurmadım ki... hayatımda daha dolu, daha ışıklı ve temiz bir an olmadı. o kadar hayal kurmuştum ki, bütün gençliğim boyunca gezip durmuşum.”

    insan gerçekten hayret ediyor. kendi gençliğimde neyi hayal ettiğimi söylemeyeyim ama eminim ki arkadaşlarımın arasında benzer hayaller kuranlar vardır! acaba ben de dostoyevski olma hayali kursam kısa yoldan onun hayallerine sahip olur muyum? belki arkadaş olurduk.

    her ne kadar hayalperest olsa da dostoyevski insanın varlığını gerçekçilikle açıklar, bu uğurda hayal kuranlara bir haller olduğunu söyler. ona göre eylemliliğe, doğrudan yaşamaya, gerçekliğe susamış, ama zayıf, kadınsı, kibar karakterlerde az çok hayalperestlik denen bir hal doğar ve insan sanki insan değil de, tuhaf bir orta cins, hayalperest olur. beyaz geceler'de yer alan bir diyalogta ana karakter kendini ilgi duyduğu nastenka'ya 'tip' olarak tanımlar. bu arada, kitabı okumayanlar bile 'tip'in akıbetini tahmin edebilirler; söz konusu tanışma cümlesi anlık prim yapsa da uzun vadede başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
  2. Bu kitabı okumanızın üstünden beş ve ya daha fazla yıl geçtiyse şöyle bir radyo tiyatrosu vardır ki aynı hisleri tekrar yaşamanızı sağlar : Yutub linki
    bozuk
  3. ah nastenka ah... kitabı okurken aklıma her zaman benim nastenkam geldi.ben de onun yanında olmuş ve ilk fırsatta terk edilmiştim.

    yalnızlıktan evlerle arkadaş olup konuşan dostoyevski'nin nasıl tekrar hayata döndüğünü trajik bir şekilde anlatıyor.aşık olmamak mümkün mü nastenka'ya ve sonrasında arkasından üzülmemek...

    birkaç saatte okuyup bitirelecek içinde belkide kendinizden parçalar bulacağınız sevdiğim bir roman tavsiye ederim.puan 6/10
  4. kitabı elif önermişti sanırım o yüzden pek sallayamayacağım kitaba. ama bir numara yok kitapta. zaten dostoyevski' nin çaylaklık dönemlerine ait bir hikaye bu. bir adam var, kıyıda köşede kalmış bir adam ama herkes gibi söyleyecek bir şeyleri var onun da ve bunları söyleyecek hatunu bulunca da başlıyor konuşmaya. hatuna cümlelerden başka verebilecek bir şeyi olmadığından konuştukça konuşuyor ki bu bağlamda kendime çok yakın hissettim bu karakteri. para, araba, popülarite, yakışıklılık vs. yoksa, olanlardan gidersin hatuna. sonuçta tüm ilişkiler karşılıklı faydacılık üzerine kurulur. işte adamımız da konuşabilen biri ki sonuçta dostoyevski konuşturuyor adamı, kız da etkileniyor haliyle ve iletişimde kalıyor adamımızla. adam anlatıyor kız dinliyor, kız çok güzel olduğundan adam kadar güzel konuşmasına gerek kalmıyor haliyle adamı kendine bağlamak için ki adam zaten kadına hasret o da ayrı konu.
    hikaye bundan ibaret, bu iki genç insanın birbirleriyle tanışıp buluşmaları ve aralarında geçen konuşmalarından. tıpkı kürk mantolu madonna' da olduğu gibi bunda da kimilerine göre muazzam bir aşk anlatılıyor olabilir, oysaki hikaye basit her zamanki gibi. pek fazla seçeneği olmayan bir adamın güzel bir kadına karşı duyduğu hayranlığı -mecburen- fedakarlıkla göstermesinden ibaret o tutkulu aşk denilen şey iki kitapta da. kürk mantolu madonna da benzersiz bir üslup ve dil kullanımı var ki zaten o kitabı özel yapan o yoksa hikayesinde bir numara yok.

    -spoiler-
    bu iki aşık(!) insandan birisinin elinde bir seçenek daha olduğundan ve dahası o seçeneğin elinde cümlelerden daha fazlası bulunduğundan tercih edilen de o oluyor tabii tıpkı gerçek hayatta olduğu ve olması gerektiği gibi.
    -spoiler-

    vasat altı bir hikayeydi bana göre. ne anlatılan aşk hikayesinde, ne karakterlerde ne de üslupta övgüye değer çok bir şey yok. basit bir hikaye. tabii şunu da unutmamak gerek, dostoyevski standartları için basit diyorum. yoksa karakterlerin ruh hallerinin yansıtılmaları, hikayedeki gerçekçilik övgüye fazlasıyla layık ancak dostoyevski gibi bir adamı övmek için doğru kitap bu değil. bundan çok daha üst seviyede işler yapmış bir yazar dostoyevski.
  5. tek seferde bitirip "neden bu kadar acele ettim ki." diye hayiflanmaniza sebep olabilecek dostoyevski klasiği. benzersiz bir anlatım, benzersiz iki karakter.
  6. dört günün, ömür boyunca nasıl bir travma yaratabileceğini betimleyen kitap.
  7. petersburg'da, bir haziran akşamında okuduğum kitap. petersburg her hatırıma geldiğinde garip bir hüzün duyarım, çünkü benim için petersburg bu kitap olmuştur artık.
  8. okumaya başladığımda ne zaman bittiğini anlamadığım, çok akıcı ve hisleri çok güzel bir şekilde okuyucuya hissettiren bir kitap.

    gelmeyecek bir treni beklemekti nastenkayı sevmek, romandaki karakterimizde öyle yaptı onun gideceğini ve tekrar gelmeyeceğini bile bile sevdi.
  9. galiba dostoyevskiyi de dostoyevskiden de anlamıyorum.

    benim için hiçbir anlam ifade etmedi kitap. çapraşık ve hiç mantık bulamadığım, nasıl başladığı hiç belli olmayan, kaba tabirle "aman saf bu kız yaa " diye diye okuduğum, son derece soğuk ve yapay bulduğum kitap.

    tamam hemen lince girişmeyelim. dostoyevski diye hemen göklere çıkarmak zorunda değildiz. di mi?
    benim için geçerli olan görüş. ne de olsa "dostoyevskiden anlayan bir edebiyatsever" olduğumu iddia etmedim.