1. dil, biz insanları evrimin zirvesine çıkartan iletişim aracıdır. o zaman önce dilin nasıl geliştiğine ve bizi evrimin zirvesine nasıl taşıdığına sırayla değinelim.

    öncelikle insansı canlıların beyninde broca alanı (beynin ses çıkartmayla ilgili bölümü) ve wernicke alanı (beynin yazılı ve sözlü dilin anlaşılmasıyla ilgili bölümü) adında, ses çıkartma ve konuşmadan sorumlu bölgeleri vardır. bazı paleonörobiyologlar 1.65 milyon yıl öncesine kadar yaşamış olan insansı homo habilislerin beyin yapılarının konuşabilmek için uygun olduğunu iddia etmektedirler. homo habilisler dik yürüyen, hatta belli bir amaç için ilk defa alet yapan insansılardır. peki beyinlerinin altyapı bakımından uygun olması konuşabilmeleri için yeterli miydi?

    günümüz şempanzelerinin beyinleri incelendiğinde wernicke alanlarının gelişmişlik bakımından fena sayılmayacağı ama, broca alanlarının az gelişmiş olduğu gözlemlenmiştir. peki bu ne demek? etrafınızda olup bitenleri kapasiteniz ölçüsünde analiz edebiliyorsunuz, vücut dilini okuyabiliyorsunuz, yaptığınız analizler doğrultusunda iyi kötü sesli iletişime de geçiyorsunuz, hadi az daha zorlasanız cümle de kuracaksınız ama çıkartabildiğiniz sesler çok kısıtlı. belgesellerde şempanzelerin abartı dudak hareketleri şimdi daha anlamlı oldu mu? en azından kendi aralarında anlamlı.

    insanlarla ortak ataların uzak olduğu şempanzelerde de gelişmiş bir wernicke alanının varlığı evrimsel açıdan şu sonucu ortaya çıkarıyor. önce wernicke alanı gelişti, sonra broca alanı. insansı canlılar içinde de broca alanı en gelişmiş canlı biz olduğumuz için konuşma dilini geliştirebilen tek canlı da biziz. peki gelişmiş bir broca alanı konuşabilmek için yeterli midir?

    konuşma dili geliştirebilmek için vokal sistemin de çok gelişmiş olması gerekmektedir. iyi bir nefes kontrolü için gelişmiş diyafram, diğer primatlara göre daha aşağıda yer alan ve daha gelişmiş gırtlak, çok etkin kıvrak bir dil, akciğerler, soluk borusu, ses telleri, kafa içi boşluk, burun, sinüsler, damak, diş ve dudaklar. bunların hepsi konuşma dili geliştirebilmek için tek tek çok önemli fakat diyafram ve gırtlağa ayrıca değinmekte fayda var. önce gırtlağa değinelim.

    gırtlak ses tellerinin bulunduğu, ön soluk borusunun üst kısmında yer alan ses ve soluk organıdır. ayrıca soluk borusunu sıkıştırarak yeme ve içme sırasında soluk borusuna yiyecek ve içecek kaçmasını da önler. diğer insansı canlılardan gırtlağımızın boyun omuru hizasında daha aşağıda yer almasıyla ayrılıyoruz. bu şu demek: biz hariç diğer primatlar su içerken nefes alıp verebiliyorlar, çünkü gırtlakları daha yukarıda. biz de daha aşağıda olması sayesinde konuşabiliyoruz. fakat insanlarda da şöyle bir durum var: küçük bebeklerde de gırtlak ilk başta yukarıda olduğu için, anne sütü emerken bir yandan da nefes alabiliyorlar. daha sonra büyüdükçe gırtlak aşağıya doğru iniyor ve küçük çoçuklar da anlamlı bir şekilde konuşmaya başlayabiliyorlar.

    konuşma dilinin gelişiminde diyaframın önemi biraz daha varsayımsal. varsayımsal kısmını şöyle açalım. öncelikle insansı canlıların ilk ne zaman su ürünü tükettikleri net olarak bilinmiyor. kenya'da kurumuş bir göl veya nehir yatağında, kemiklerinde taş kesik izleri taşıyan bazı balık, kaplumbağa ve timsah fosilleri bulunuyor. fosiller bizi 1.80-1.95 milyon yıl öncesine götürüyor. yani alet kullanabilen homo habilis dönemine. su ürünleri içerdiği omega-3 ve omega-6 asitleri ile hızlı bir beyin gelişimine ışık tutuyor olabilir. bu canlıları avlamak için suyun içine dalıp çıkma da zamanla iyi bir diyafram ve nefes kontrolüne sebep olmuş olabilir. iyi bir diyafram ve nefes kontrolü de doğal olarak anlamlı sesler çıkartabilmeyi kolaylaştırmış ve hızlandırmış olabilir. olabilir mi?

    ispatlanamıyor olmasının sebebi de her hangi bir insansı canlıya ait fosilde, bu kadar eski tarihe uzanan su ürünü tüketildiğine dair net bir ize rastlanmamış olması. yani taşla ezilip kesilen balık fosili orada ama onu herhangi bir insansının yediğine dair ortada fosil yok. kemik kalıntılarında tatlı su balığı yediğine dair net izlere rastlanan ilk insan ise tianyuan insanı dediğimiz doğu asya'da yaklaşık 40 bin yıl önce yaşamış insandır. ispatlı bir bilgi olduğu için balık tüketimi olarak başlangıcı mecburen bu şekilde kabul ediyoruz. belki bir gün homo habilisin de balık tükettiği bilimsel olarak ispatlanır. belki de ispatlanmıştır da benim haberim yoktur.
  2. yazı dizimin bu bölümünde işaret diline değinmek istiyorum. aslında bu yazıyı işaret dili başlığı altında paylaşsam belki daha doğru olabilirdi ama yazı dizimin ilerleyişi açısından burada paylaşmam gerektiği düşüncesiyle fikrimi değiştirdim.

    öncelikle işitme engelli insanlar üzerinde yapılan araştırmalara değinmek istiyorum. bu insanlar kendi aralarında işaret diliyle konuşurlarken beyinlerinin hangi bölgelerinin aktif olduğu incelenmiş. evet, sesli iletişim kurabilen işitme engeli olmayan insanların konuşurlarken beyinlerinin aktif olan bölgeleriyle aynı. broca ve wernicke bölgeleri. ilk yazımızda bu bölgelere değindik. halbuki beynin daha çok görsel olaylarla ilgili sağ yarı küresinin aktif olması beklenirdi, değil mi? hayır.

    bir de edward klima ve eşi ursula bellugi'nin çalışmalarına değinmek istiyorum. hayır, klimanın mucidi değil, klimanın mucidi willis carrier. edward klima işaret dili üzerine uzmanlaşmış bir dilbilimci. beyinlerinin sağ yarı küresi ve sol yarı küresi hasar görmüş işitme engelli insanlar üzerine bir araştırma yapıyorlar ve sonunda ödül de alıyorlar. işaret diliyle iletişim sırasında beyninin sol yarı küresi hasar görmüş kişiler, sağ yarı küresi hasar görmüş kişilere göre, ilgili kelimelerin karşılığı işaretlerde daha fazla hata yapıyorlar. halbuki işaret dilini görsel bir iletişim aracı olarak düşündüğümüz için, beyninin sağ yarı küresi hasar görmüş işitme engelliler daha fazla hata yapmalıydı, değil mi? hayır.

    işaret diliyle de olsa iletişim sırasında beynin sol yarı küresinin daha çok aktif olduğu bu araştırmayla da gözlemlenmiş oluyor. hatta yapılan araştırmalar işaret dilinin kendi içinde bir gramer yapısının da olduğunu gösteriyor. evrimsel açıdan işaret dilinin konuşma diline giden yolda nasıl bir basamak olduğu sanırım biraz şekillenmiştir. buna yazı dizimin ilerleyen bölümlerinde daha fazla değineceğim. şimdi işaret diline geri dönelim.

    işitme engelli bireyler doğuştan olduğu gibi sonradan da bu duruma gelmiş olabilirler. hatta işitme engelinin seviyesine göre iletişim becerileri de farklılık gösterebilir. aldıkları özel eğitimin ve çevrelerindeki insanların bilinç seviyelerine göre okuyabilme (sessiz okuma), yazabilme gibi becerileri de geliştirebilirler. bu bireyler için eğitim ve çevrelerindeki insanların farkındalık seviyeleri, beyin ve sosyal zeka gelişimleri için çok önemlidir. neden derseniz?

    çocukken yaz tatillerinde köye giderdik. köydeki çocuklar bana bir kız göstermek istediler. zincirle ağaca bağlı bir kızdı. ona yaklaşmamı istediler. yaklaşmak isteyince saldırgan ve sinirli bir şekilde üstüme doğru atıldı. diğer çocuklar gülüştü, çünkü böyle olacağını biliyorlardı. o an 12-13 yaşlarında bir kız çocuğunun bu şekilde ağaca bağlanmasına çok üzülmüştüm. şimdi o kızın işitme engelli olduğunu tekrar düşününce olay aslında çok daha vahim bir hal alıyor. 78-79 yıllarında, bilinçsiz bir aile hatta bilinçsiz bir toplum içinde, işitme engelli olarak dünyaya geliyorsunuz. gerekli eğitimi alamadığınız için çevrenize uyum sağlayamıyorsunuz. uyum sağlayamadıkça dışlanıyor ve hor görülüyorsunuz. ve bu tutum sizi saldırganlaştırıyor. saldırganlaştıkça çözümü sizi ağaca baklamakta buluyorlar. sonra çocuklar sanki zincirle bağlı bir köpeği sinirlendirir gibi sizinle uğraşıyorlar ve çaresizliğinizle eğleniyorlar...

    doğuştan işitme engelli insanların bir iç sesi yoktur. bir dakikalığına iç sesinizin olmadığını düşünün. gerçi bunu düşünebilmek için dahi bir iç sese ihtiyacınızın olması da güzel bir paradoks. tabi durum değerlendirmelerini görsel olarak beyninizde canlandırabiliyorsanız bunu başarabilirsiniz. işitme engelli olmadığı halde iç sesi olmadığını iddia eden insanlar bunu bu şekilde başarabiliyorlar. peki işitme engelliler nasıl başarıyorlar? onların iç sesleri de işaret dili olarak tezahür ediyor. yani iç dünyalarında kendi kendileriyle işaret diliyle iletişim kuruyorlar. şimdi bu insanların eksiksiz, iyi bir eğitim almalarının gerekliliği çok daha iyi anlaşılmıştır.

    dünyadaki toplumsal, sosyal, ekonomik düzen ve eğitim sistemi doğal olarak, işitme engeli olmayan insanların yaşam koşullarına uygun olarak gelişmiştir. fakat bu düzene uyum sağlaması gereken, işitme engelli %4-5 bir topluluk vardır. yani kabaca 360 milyonun üzerinde, amerika nüfusu kadar bir insan topluluğu demek.

    işaret dili bölgeden bölgeye farklılık gösterse de, evrensel ortak bir işaret dili geliştirilse? ilkokul dörtten itibaren, lise sona kadar, haftada iki saat din kültürü ve ahlak bilgisi yerine, işaret dili eğitimi verilse? acaba farkındalığı artmış, empati kurabilme yeteneği gelişmiş bir toplum elde edebilir miydik? ya da zaten toplumun farkındalığı ve empati yeteneği belli bir seviyeye çıktıktan sonra böyle bir atılım mı olağandır?
  3. 2009 yılında etiyopya'da 4.4 milyon yıllık ardipithecus ramidus (ardi olarak isimlendirilir) türü insansı fosil bulunana kadar, iki ayak üstünde dik yürüyen insansı canlılara ait en eski fosilin yine etiyopya'da aynı bölgede bulunan ve "lucy" adıyla adlandırılan 3.2 milyon yıllık australopithecus afarensis türü insansı olduğu sanılıyordu.

    bu keşif çok önemli bir keşifti. dört ayak yürüyüşten iki ayak yürüyüşe geçişe bir nebze de olsa ışık tutuyordu çünkü, dik yürüyüşe geçiş öyle 100-200 bin yıl içinde başarılacak bir evrimsel gelişme değildi. ardi'nin fizyolojik olarak hem iki ayak üzerinde yürüyebilme kabiliyetine sahip hem de ağaçta yaşamaya uyum göstermiş bir canlı olması işi daha da ilginç yapmaktadır. fakat ardi ne günümüz insanı kadar dik yürümekte ne de maymunlar kadar ağaca tırmanmakta beceriklidir.

    5-10 tane kemik parçasından milyonlarca yıl önce yaşamış ve yok olmuş canlılarla ilgili bu kadar varsayımsal fikirlere nasıl ulaşıyorlar? öncelikle kazı ekipleri farklı bilim dallarında uzmanlaşmış bilim insanlarından oluşuyor. bu ekipte hangi bölgede kazı çalışması yapılmasının daha uygun olacağı konusunda fikir veren jeoloğu, arkeoloğu, bulunan kemik parçalarının vücudun hangi parçasına ait olduğu ve hangi fonksiyonla çalıştığı konusunda fikir veren osteoloğu, fizyoloğu, fosili bulunan canlının yaşadığı dönemdeki koşullara nasıl uyum sağlamış olabileceği konusunda fikirlerini sunan antropoloğu, paleontoloğu, paleoantropoloğu, sosyoloğu, vs... değerli bilim insanları bulunuyor. peki bunlar ardi hakkında nasıl bir varsayımda bulunmuşlar?

    ardipithecus fosillerini inceleyen bilim insanları dişi ve erkek arasında çok fazla boy ve kilo farkı olmadığını, erkeklerin üst köpek dişlerinin de dişilerinkinden çok uzun olmadığını görüyorlar ve ardipithecusların büyük ihtimalle tek eşliliği seçtikleri kanısına varıyorlar. o kadar da varamazlar değil mi? hayır, varıyorlar.

    öncelikle dişi ile erkek arasında büyük bir boy ve kilo farkı olmaması cinsel seçilim açısından cüssenin ve gücün çok önemli olmaması demektir. erkek şempanzelerde üst köpek dişleri dişilerinkinden belirgin bir şekilde daha uzundur ve erkeklerin kendi aralarında gövde gösterisi bakımından çok önemli bir silahtır ve cinsel seçilimde önemli bir etkendir. zaten en güçlü ve sağlıklı olanın üst köpek dişleri daha uzun ve keskin olur, bu da dişiye net mesajdır. "diş göstermek" deyimi de aslında bizi hırlayan köpeğin dişini göstermesinden ziyade uzak primat atalarımızın kimin daha güçlü olduğunu göstermek için yaptıkları eyleme kadar götürür.

    böylece diş yapıları sayesinde erkek ardipithecuslar arasında dişilerle çiftleşebilmek için şiddetli mücadeleler olmadığı, şempanzelerle kıyaslayınca daha ılık canlılar olduğu sonucuna ulaşıyoruz. peki erkek ardileri dişiler tarafından seçilir kılan neydi?

    iklim yavaş yavaş değişmeye başlamış, ormanlar yiyecek konusunda eskisi kadar bonkör değildi ve güvenli alanları terk etmeye başlamanın artık zamanı gelmişti. zemine inip, ormanlık alandan açık alanlara dağılıp, yırtıcılara yem olmadan yiyecek bulup bunu dişisiyle paylaşmak bir cinsel seçilim tercihi olmuştu. iki ayak üzerinde daha hızlı hareket edebilen, etrafını daha iyi kolaçan eden, yırtıcılara yem olmadan ağaçlardaki yuvasına geri dönebilen bir adım öndeydi ve genetik mirasını bir sonraki nesillere taşıyabilecekti.

    20-25 bin nesil sonra lucy isimli dişi australopithecus, 3.2 milyon yıl sonra insanlar tarafından keşfedileceğinin farkında olmadan etiyopya afar topraklarında iki ayak üzerinde adımlarını atıyordu... attığı her adım, alet yapıp kullanma becerisine giden yolda altın bir adımdı...

    devam edecek...
  4. ardipithecus fosilleri bulunana kadar iki ayak üzerinde yürüyen ilk insansıların australopithecuslar (meşhur lucy ve kavimi) olduğu düşünülüyordu. fakat bilim her yeni bir buluşla kendini güncellemekteydi. "altın adım" ödülü lucy'nin elinden alınıp ardi'ye verilmişti. ödülü elinden alınan lucy bir şekilde yine ön plana çıkmalıydı. peki bu uğurda ne yapabilirdi ki? bir filmde scarlett johansson ile parmak uçlarını birleştirse?

    insansı canlılarda alet kullanımı el anatomisinin verdiği bir avantajdır. 1 dakikalığına baş parmağınızın da işaret parmağının yanında diğer parmaklarla aynı hizada olduğunu düşünün. elinizin anatomisine uygun tasarlanan, ergonomik, hemen hemen çoğu aleti kullanamayacağınızı hayal etmişsinizdir. ağaçta yaşamaya uyumlu primatlarda avuç içinin daha uzun olması daha kalın ağaç dallarını da kavrama yetisi verirken, bizlerde daha dar ve kısa avuç içiyle baş parmak diğer 4 parmağın tam karşısında ve hepsiyle ayrı ayrı aynı seviyede pozisyon alabilme özelliği kazanmış, deyim yerindeyse özgürlüğünü ilan etmiş ve bize de muazzam bir el becerisi kazandırmıştır. yoksa o akıllı telefonlarımızı sürekli elimizden düşürürdük, tabi icat edebilseydik. kuzey gibi telefon tutuşu da işte insanın hep ileriye gitmektense bazen geri gitmeyi tercih ettiğinin küçük bir göstergesidir :)

    insan evriminde alet kullanımının 2.6 milyon yıl önce başladığı düşünülüyordu. tanzanya olduvai gorge bölgesinde keşfedilen taştan aletler, bunların 2.6-1.7 milyon yılları arasında kullanıldığını işaret ediyordu. bu taş alet endüstrisine oldowan, kullanılan aletlere de mode 1 adı verilmiştir. bu aletleri "yetenekli insansı" adı verilen homo habilislerin kullandığından emin olmakla beraber, ilk olarak australopithecus garhilerin kullandığı düşünülmektedir. a. garhi türü 2.6-2.5 milyon yılları arasında o bölgede yaşamıştı. homo habilis beyin hacmi, el ayak yapısı ve becerisi ile "homo" ünvanıyla adlandırılan ilk insansı ata olmayı hak ediyordu. peki beceri konusunda ödülü gerçekten hak ediyorlar mıydı?

    daha sonra kenya'da lomekwi 3 adlı arkeolojik bölgede yapılan kazılarda taştan aletler bulunmuştu. bu normal bir şeydi. fakat aletlerin 3.3 milyon yıl önce yapıldığının tespiti? işte bu noktada her şey alt üst olmuştu. insansılar sanılandan 700 bin yıl önce alet kullanmaya başlamışlardı. veriler bu aletleri yapanların o dönem o bölgede yaşayan australopithecus afarensisleri işaret ediyordu, yani lucy ve türünü. homo habilisler kadar becerikli olmasalar da, kullanılan teknik daha ilkel ve farklı olsa da ilk alet yapanlar onlardı. eğer alet kullanımı ile ilgili çok daha eski bir veriye ulaşılırsa ben de lucy'nin ilk konuşan insansı olduğunu iddia edeceğim ama ispatlayamam :)

    bu sırada çin shangchen bölgesinde de enteresan şeyler olmaktaydı. bazı bilim insanları manyetostratigrafik tarihleme (volkanik lavlar soğumaya başlayıp kayaçları oluştururken o dönemki yer manyetik alanı yönünde mıknatıslanma - ısıl kalıntı mıknatıslanma- kazanırlar. bu sahip oldukları demir iyonu içeren mineraller sayesinde olur. yani her kayaç oluştuğu tarihin manyetik alan bilgisini içerir ve paleomanyetik bilgiyi milyonlarca yıl korur. manyetik alan yönü belli aralıklarla, dünyanın her yerinde aynı zamanda ve yönde değişir. incelenen kayacın manyetik alan bilgisi ile günümüz manyetik alan bilgisi kıyaslanarak kayacın yaklaşık yaşı da tespit edilir) ile 2.12 milyon yıllık taş aletler keşfettiklerini söylemekteydiler. "manyetik alan değişimi üzerine de kurgu bir yazı yazabilirim, tüm elektronik aletlerin birden bozulduğu bir apokalipse olabilir mi? :)"

    çin'de 2.12 milyon yıllık taş alet bulunmuşsa ne olmuş ki? gerçi söz konusu çinliler olunca artık inandırıcılık bakımından iki defa düşünüyorum. zaten 3.3 milyon yıllık aletler bulunmuştu, gayet doğal. hayır değil. durum çok karışık. öncelikle homo erectusların yaklaşık 2 milyon yıl önce homo habilislerden evrildiği düşünülüyor. peki homo habilisler 1.65 milyon yıl öncesine kadar varlıklarını nasıl sürdürdüler? yani bir grup homo erectusa evrilirken diğer grup neden olduğu gibi kaldı?

    afrika dışında bulunan en eski insansı fosil gürcistan dmanisi'de bulunan 1.8 milyon yıllık homo georgicustur. eğer homo erectusların yaklaşık 1.9 milyon yıl önce afrika'yı terk ettikleri düşünülürse dmanisi'de 1.8 milyon yıllık fosiller ve oldowan teknolojisi taş aletler bulunması normal karşılanabilir. peki dmanisi insansısının beyin hacminin homo erectustan daha küçük olduğunu söylersem? bacak yapısının homo erectusla uyumlu olsa da, omuz yapısının çok daha eski insansı australopithecuslarla uyumlu olduğunu eklesem? peki shangchen'de 2.1 milyon yıl önce o aletleri kim yapmıştı? dilin gelişimi ve insan evrimine etkisi derken kendimi açmazlarda buldum.

    muhtemelen homo erectuslardan çok önce ilk homo habilisler afrika'yı terk etmişti. dmanisi'de kalan ve o coğrafyaya uyum sağlayan homo habilisler varlıklarını homo georgicus olarak devam ettirmişlerdir. zaten küçük kafatası yapıları da bununla örtüşmektedir. homo habilisler oradan çin'e ve doğu asya'ya yayılmışlardır. çin'de 2.1 milyon yıl önce alet bırakmaları da bu varsayımla uyumludur. asya kıtasında evrimlerini homo erectus olarak devam ettirmişler, java adası'nda 1.6 milyon yıl önce java insanı denen homo erectus erectus fosilini bırakmışlardır.

    homo erectus'a evrilen homo habilisler tersine göçle sanki gurbetçi gibi ana vatan afrika'ya geri dönmüşler ve kuzenlerinin hala habilis kalmasını derin üzüntü ve kederle karşılamışlardır. halbuki erectuslar uzun göç yollarında farklı iklim koşulları ile mücadele ederek dayanıklıklarını arttırmış, yeni keşiflerle ve maceralarla kendilerini sosyal olarak daha çok geliştirmiş, avcılık yetenekleri artarak daha çeşitli besinlerle tanışmış ve çok daha büyük beyinle homo erectus ergaster olarak geri dönmüşlerdi. afrika'da 1.65 milyon yıllık homo habilis fosili ve 1.9 milyon yıllık homo erectus ergaster fosili bulunması da bu varsayım sayesinde açıklanabilmektedir.

    erasmus eğitimini asya'da alan erectuslar kısa süre sonra oldowan teknolojisini kapatıp, yaklaşık 1.76 milyon yıl önce acheulean taş alet sanayisine geçip, mode 2 alet üretimine geçmişlerdir. habilisler de teknolojik gelişimlerin gerisinde kalan her toplum gibi tarihin tozlu sayfalarına kazınmıştır. tüm bunlar iki ayak üzerine dinelme ve bir baş parmak evrimi sayesinde gerçekleşmiştir, saygılar...
  5. insan evriminde alet kullanımının önemini hepimiz biliyoruz fakat, acaba dilin gelişiminde de bir rolü olabilir miydi? bazı paleonörobiyologlar beynin el becerisinden sorumlu nöronları ve konuşmadan sorumlu nöronları aynı bölgede olduğu için alet kullanımının dilin geliştirilmesine pozitif etkisi olduğunu iddia eder. karşıt görüş ise el becerisi ve dilin çok farklı mekanizmalara sahip olduğu ve evrimsel yönden ortak bir motivasyona sahip olamayacaklarını söyler. o zaman elimizdeki bilgileri tekrar ortaya dökelim ve kararı sizlere bırakalım.

    daha önce belirttiğimiz gibi beynin konuşma ve dilden sorumlu alanları broca ve wernicke alanlarıdır. bu bölge çevresinde ayna nöronlar dediğimiz nöron grupları bulunur. peki ayna nöronlar nedir? bilim insanları maymunlar üzerinde deney yaparken, çeşitli video izletilen maymunların hareketsiz bir şekilde izledikleri halde beyinlerinde bazı motor nöronların aktif olduğunu gözlemliyorlar. bunu çok şaşırtıcı buldukları için daha farklı deneyler yapmaya karar veriyorlar.

    el becerisi isteyen herhangi bir alet kullanımıyla ilgili bir videoyu "mesela el matkabı kullanan bir insan videosu" izleyen maymunların nöronları aktif olurken, otomatik çalışan bir makineyle ilgili "mesela otomatik bir dokuma tezgahı" video izleyen maymunlarda bu nöronlar aktif olmuyor. bilim insanları bu nöron gruplarını ayna nöron olarak adlandırıyorlar ve gözleme dayalı taklit ederek öğrenmeden sorumlu olduklarına karar veriyorlar.

    ayna nöronların insanlarda da varlığı çok kısa bir süre önce keşfedilmiştir ve bilim açısından çok önemli bir keşiftir çünkü, insanı insan yapan öğelere ışık tutmaktadır. ayna nöronlar özellikle görsel ve işitsel duyulara duyarlı nöron gruplarıdır. yanınızda birisi esnediğinde sizin de esnemeniz, birisi bıçakla bir şey doğrarken elini kestiğinde sanki siz de kendi elinizi kesmişsiniz gibi tepki göstermeniz, hüzünlü bir film izlerken gözlerinizden yaşların süzülmesi, başkasının söylediği şarkının sizin de dilinize dolanması, bir işin nasıl yapılacağını yapan kişiyi izleyerek öğrenmeniz, sürü psikolojisi ile çoğunluğun yaptığı şeye ayak uydurmak "otobüse binerken ya da bedava baklava dağıtılırken oluşan izdiham", hatta birisini topluca linç ederken hissedilen rahatlık gibi pek çok şeyden ayna nöronlar sorumludur.

    ayna nöronlar el becerisine dayalı aktivitelerin gözlemi sırasında rol sahibiyse işaret diliyle iletişim sırasında da bir rolleri olabilir mi? çok büyük ihtimalle evet. daha önce işaret diliyle iletişim kuran işitme engelliler üzerinde yapılan deneylerde beyinlerinin broca ve wernicke alanlarının aktif olduğunu söylemiştik. dudak okuma becerisinin kazanılmasında da ayna nöronların görevli olduğunun gözlemlendiğini söylersek, sanırım taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştır.

    "önce eru vardı", pardon o başka bir şeydi :) her şeyin temelinde ayna nöronlar vardı. ilk insansılar el becerisi kazanmaya başladıkça, ayna nöronlar sayesinde bir birlerinden taklit ederek alet yapımını ve kullanımını öğrendiler. ilk insansıların yaptığı "hand axe", el baltası dediğimiz bazı taştan aletler var. bunların bir çoğu pratik kullanım için uygun ve ergonomik değildir, hatta pek çoğunda herhangi bir kullanıma dair bir iz bile yoktur. yani, "kullanma da yanında yat" mantığıyla yapılmış :) 2 milyon yıl önce sanatsal atılımlar için henüz çok erken olduğunu göz önünde bulundurursak, atalarımız niçin bu aletleri yapma ihtiyacı duymuş olabilirler ki?

    "hanım koş, hele bana bir taş getir, komşunun oğlu değişik bir şey yapmış, bakalım ben de yapabilecek miyim" psikolojisiyle, ne amaçla yapıldığını umursamadan ve ne işe yarayacağını bilmeden içgüdüsel duygularla yapılmış olabilir mi? :) peki sizce? evrimsel süreçte atılan her adımın bir amacı ve bu adımın ortaya çıkardığı bir sonucu vardır. hiçbir şey boşuna yapılmaz. peki bu arada alet yapımını ve kullanımını neden erkeğin üzerine indirgenmiş bir eylem olarak lanse ediyoruz?

    alet yapımı kadın atalarımız tarafından önemli bir cinsel seçilim kriteriydi. yani aslında kim daha becerikli ise o daha fazla tercih ediliyordu. daha güzel ve simetrik alet yapabilen daha becerikli ve zekiydi. daha zeki ve becerikli olan daha iyi avlanma stratejisi uygulayabiliyordu. daha iyi strateji geliştirebilen klanın diğer üyelerine daha çok liderlik ediyor olmalıydı. evet atalarımız karşı cinsle sevişebilmek için kullanmadıkları bu aletleri yapmış olmalılardı. nitekim cinsel seçilimde karşı tarafı manipüle etmek ucuz değildir ve bedeli vardır. cinsel seçilim için masaya lüks bir arabanın anahtarını koymak ucuz ve ilkel bir davranıştır ama bedeli pahalıdır. bazı homo erectusluktan çıkamamış arkadaşlar hala bu içgüdüyle hareket etmektedirler ve başarılı olanları da vardır :)

    alet kullanımı direkt konuşma dilinin gelişimini tetikleyen bir süreç olmasa da dolaylı yoldan etkileri olmuştur. elleri daha becerikli ve zeki bireyler seçildikçe, kullanılan işaret dilinin de daha karmaşık ve gelişmiş bir hal alması gibi. ya da ilerleyen süreçte farklı aletler yapıldıkça bunların proto-dil ve sesler seviyesinde isimlendirilmesi gibi. el becerisi, taklit, öğrenme, empati gibi olgulardan sorumlu olan, dilin de gelişiminde önemli bir payı olan ayna nöronlara evrimsel gelişimimizde çok şey borçluyuz.

    mö: 1 milyon - tüm klan dev gece ateşinin etrafında toplanmıştı...