1. a rh ve pürtelaş

    bir yol buldum sana
    kolayca büyü diye
    önce emekle
    ve sonra yürü diye
    biz alışmışız seninle sevişmeye telaşla
    tenimizle, bedenimizle, kanımızdaki rh’la
    bir mezarlık buldum sana
    yaşamaktan korkma diye
    ölümün öldüğü yerde ölmekten kaçmak niye
    okuduğun kitap ol
    içtiğin su
    bir kabiliyet ol çocukken edinilen
    bir damla yağmur ol her yere yağabilen
    bir çift eldiven buldum sana
    el ele tutuşmaktan utanma diye
    nerede bir ışık huzmesi görsen güneş olacaktın
    nerede ay görsen sen iki kere parlayacaktın
    sen başka kucaklarda uyuyup uyanmayacaktın
    bir amaç buldum sana
    sebebiyetken sebepsiz olma diye
    soruyken cevapsız kalma
    kendini hep haklı sanma diye
    bir ilkbahar buldum sana
    ilk günlerinde gösterişsiz bir koza
    ruhunda kelebekler uçuşacak biz yaklaşırken yaza
    bir zamir buldum sana
    adı da ”sen”
    ne güzel ”biz” olurduk sen terk edip de gitmesen
    bir son buldum sana
    adı elveda
    baştan sona tekrar oku bu şiiri
    daha da yazmam sana…

    demiş can bonomo...
  2. abbas

    haydi abbas, vakit tamam;
    akşam diyordun işte oldu akşam.
    kur bakalım çilingir soframızı;
    dinsin artık bu kalb ağrısı.
    şu ağacın gölgesinde olsun;
    tam kenarında havuzun.
    aya haber sal çıksın bu gece;
    görünsün şöyle gönlümce.
    bas kırbacı sihirli seccadeye,
    göster hükmettiğini mesafeye
    ve zamana.
    katıp tozu dumana,
    var git,
    böyle ferman etti cahit,
    al getir ilk sevgiliyi beşiktaş'tan;
    yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

    cahit sıtkı taranci
  3. dudağında yangın varmış dediler

    dudağında yangın varmış dediler,
    tâ ezelden yayan koşarak geldim.
    alev yanaklara sarmış dediler,
    sevda seli oldum, taşarak geldim.

    kapılmışım aşk oduna bir kere,
    katlanırım her bir cefaya, cevre
    uğraya uğraya devirden devre
    bütün kâinatı aşarak geldim.

    yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü,
    ben gönlümü sana verdim götürü.
    sana meftûn olduğumdan ötürü
    sarhoş oldum neyzen, coşarak geldim.

    1937

    neyzen tevfik
  4. sizin için yola çıkmış bir şarkı,
    düşünülmüş gözleriniz üstüne.
    için-için yaratılmış bir şarkı,
    bırakılmış yollarınız üstüne.
    sizsiz sizi yaşanılmış bir şarkı.

    seslerini uzağınız derledi,
    sözlerini kulağınız derledi,
    anlamını dudağınız derledi,
    sizsiz size uzanılmış bir şarkı;
    özlemini kucağınız derledi.

    özdemir asaf - bekleyen şarkı
  5. sana şiirler okuyacağım, gitme
    güneşler doğacak yalnızlığımdan
    sana bir ışık getireceğim
    büyük aydınlığımdan

    sana bir dolu umut getireceğim
    küçük ellerine sığmayacak
    sana afrika gecelerini getireceğim
    sımsıcak

    sana çiçekler getireceğim
    bozulmuş güz bahçelerinden
    sana bir serinlik getireceğim
    yağmur tanelerinden

    sana avuç avuç yıldız getireceğim
    güneşimden başka
    sana engin denizlerin maviliğini getireceğim
    köpük köpük dalga dalga

    sana bir rüzgar getireceğim
    dağlardan, tepelerden
    gitme, sana zamanı getireceğim
    zamanın bittiği yerden
  6. erkek kadına dedi ki:
    -seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    erkek kadına dedi ki:
    -seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    kadın erkeğe dedi ki:
    -baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    ve ben artık
    biliyorum:
    toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    kadın sustu.
    sarıldılar
    bir kitap düştü yere...
    kapandı bir pencere...
    ayrıldılar..


    nazım hikmet ran
  7. geceye olmayacak ama yine de nazım görünce dayanamadım .

    1

    süleyman'a karısı telefon etti :
    — konuşan ben,
    ben, fahire.
    tanımadın mı sesimden?
    demek çok bağırdım birdenbire.
    çığlık mı?
    belki...
    hayır,
    çocuklar hasta değil.
    dinle beni :
    işini bırak da gel,
    çabuk ol ama.
    telefonda anlatamam,
    olmaz.
    daha kıyamet kadar vakit var akşama.
    saatlar, saatlar,
    kıyamet kadar.
    sorma.
    dinle beni...
    hemen vapur bulamazsan
    üsküdar'a kayıkla geç.
    bir taksiye atla.
    paran yoksa
    patrondan avans al.
    yolda hiçbir şey düşünme,
    mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
    yalan kuvvetliye söylenir
    ben kuvvetsizim.
    alay etme kuzum.
    evet kar yağacak,
    evet
    hava güzel.
    koynuna girdiğim adam gibi
    kocam gibi değil,
    büyüğüm, akıllım,
    babam gibi gel...


    2

    geldi süleyman,
    fahire, kocası süleyman'a sordu :
    — doğru mu?
    — evet.
    — teşekkür ederim süleyman.
    bak işte rahatladım.
    bak işte ağlamıyorum artık.
    nerde buluşuyordunuz?
    — bir otelde.
    — beyoğlu tarafında mı?
    — evet.
    — kaç defa?
    — ya üç, ya dört.
    — üç mü, dört mü?
    — bilmiyorum.
    — bunu hatırlamak bu kadar mı güç süleyman?
    — bilmiyorum.
    — demek ki bir otel odasında.
    kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
    bir ingiliz romanında okudum,
    bu işlere yarayan otellerde
    kırık küvetler varmış.
    sizinkinde de var mıydı süleyman?
    — bilmiyorum.
    — hele düşün,
    toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
    — evet.
    — hiç hediye verdin mi?
    — hayır.
    — çukulata, filân?
    — bir defa.
    — çok mu seviyordun?
    — sevmek mi?
    hayır...
    — başkaları da var mı süleyman?
    — yok.
    — olmadı mı?
    — hayır.
    — bunu sevdin demek...
    başkaları da olsaydı
    daha rahat ederdim...
    çok mu güzel yatıyordu?
    — hayır.
    — doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
    — doğru söylüyorum...
    — zaten gösterdiler bana.
    inek gibi karı.
    belimden kalın bacakları...
    fakat zevk meselesi bu...
    bir sual daha, süleyman :
    niçin?
    — bilmiyorum...

    karanlıkta pencerenin hizasında
    karlı, ağır bir çam dalı.
    bir hayli zaman oldu
    sofada asma saat on ikiyi çalalı.

    3

    süleyman'ın karısı fahire
    şunları anlattı kocasına ertesi gün :
    — ... dayanılmaz bir acı halindeydi
    kendime karşı duyduğum merhamet,
    ölmeye karar verdimdi, süleyman...
    annem, çocuklarım ve en önde sen
    bulacaktınız karda ayak izlerimi.
    bekçi, polisler, bir tahta merdiven
    ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
    arka arsada bostan kuyusundan.
    kolay mı?
    gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
    sonra kenarına çıkıp durarak
    baş aşağı atlamak karanlığına?

    fakat bulmadınızsa eğer
    karda ayak izlerimi
    sade korktuğumdan değil.
    bekçi, merdiven, polisler,
    dedikodu, kepazelik,
    aldatılmış bir zevcenin intiharı :
    komik.
    niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
    kime? herkese, sana meselâ.
    insan, ölmeye karar verirken bile
    insanları düşünüyor...

    sen yatakta uyuyordun
    yüzün rahat,
    her zaman nasıl uyursan
    ondan evvel ve o varken.

    dışarda kar yağmaya başladı.
    bir tek gecelikle çıkmak balkona :
    zatürree ertesi gün,
    nümayişsiz ölüvermek.
    hayır,
    hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

    yaktım sobamızı.
    iyice ısınmak lâzım ilkönce.
    ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
    pencereye, kara bakıyorum :
    «eşini gaip eyleyen bir kuş
    gibi kar
    geçen eyyamı nev baharı arar...»
    babam bu şiiri çok severdi.
    sen beğenmezsin.
    «sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»

    lambayı söndürmeden balkona çıktım.
    « ... gibi kar
    düşer düşer ağlar...»
    oturdum balkonda iskemleye.
    havada çıt yok.
    karanlık bembeyaz.
    uykudayım sanki.
    sanki çok sevdiğim bir insan
    korkarak beni uyandırmaktan
    yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
    üşümüyordum.
    kederim duruluyor
    berraklaşıyor.
    odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
    sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
    ben rehavetli bir mahzunluk içinde
    acayip şeyler düşünüyordum :
    feneryolu'ndaki çınar
    150 yaşındaymış.
    ömrü bir gün süren böcekler.
    gün gelecek
    insanlar çok uzun
    çok bahtiyar yaşayacaklar.
    insanın yüreği ve kafası var...
    insanın elleri...
    insan?
    ne zamanki,
    nerdeki,
    hangi sınıftan?
    onların insanları,
    bizim insanlarımız.
    ve her şeye rağmen
    yeni bir dünya için yapılan kavga.
    sonra sen
    ben
    bir kırık küvet
    ve benim
    kendime karşı duyduğum merhamet...

    kar durdu.
    sökmek üzre şafak.
    utanarak
    odaya döndüm.
    o anda uyansaydın
    sarılıp boynuna...
    uyanmadın.
    evet,
    çok şükür nezle bile değilim.

    şimdi?
    zaman zaman hatırlayıp
    zaman zaman unutacağım.
    yine yan yana yaşayacağız
    beni sevdiğine emin olarak.

    4

    altı ay kadar geçti aradan.
    bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
    gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
    fahire birdenbire durdu
    baktı muhabbetle kocasının gözlerine
    ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.

    nazım hikmet ran

    edit : imla
  8. bir şey var aramızda
    senin bakışından belli
    benim yanan yüzümden
    dalıveriyoruz arada bir
    ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki
    gülüşerek başlıyoruz söze

    bir şey var aramızda
    onu buldukça kaybediyoruz isteyerek
    fakat ne kadar saklasak nafile
    bir şey var aramızda
    senin gözlerinde ışıldıyor
    benim dilimin ucunda

    nahit ulvi akgün
  9. "sevmeyi özledim biliyor musunuz? kayıtsız şartsız bir gülüşü.
    olur olmaz yerde ağzıma bir öpücüğün konmasını.
    bir doğruya sevinmekten çok bir saçmalığa gülümseyebilen hoşgörüyü.
    'nerede kaldın' ayazını değil, 'hoş geldin' iyiliğini.
    hiçbir şeyle yatışmayan yürek telaşını.
    kapı zilleriyle telefonlar arasında tükenmeyi.
    geceyi bir hayal hazinesine çeviren uykusuzluğu.
    bir gövdenin önünde diz çökmeyi.
    kendimi severek yürümeyi kalabalıkta.
    'göğe bakma duraklarını' özledim.
    yağmuru kirpiklerinden içmeyi.
    yumruk kadar bir yüreğe dünyayı sığdırma hünerini.
    'sana sevinç verdiğim sürece ben buradayım' zenginliğini özledim.
    otel odalarının insanı bir yaprak gibi incelten kederini.
    başka kentlere vuran rengini güneşin.
    başka sokakların telaşıyla çoğalmayı.
    dünyayı yudum yudum aşka çeviren yalnızlığı..."

    şükrü erbaş
  10. sanırım olay istanbul’da geçiyordu
    ismini vermek istemeyen caddelerde
    olası bütün kaçış yolları tutulu
    yurtlarından çıkarılan adamlar arasında
    ve aşk, aniden yola fırlayan bir çocuktu.

    artık halka açık bir yerde bekliyor seni hayat
    orda sana ölçü, birim ve düzen verilmemiştir
    mümkün mertebedeki adamlar ve kadınlar
    beherler, masa saatleri ve ergonomi
    yok, ama herkes uyanık birtek benim uykum var
    değil mi ki beş dakikada bir erteliyorum seni…

    korkuyorsun, üşüyorsun ve yanlış anladın
    şairi yanlış anlamak daha güvenlidir
    daha konforlu daha kurumsal daha aciz
    şimdi unut bunları ve tüm gücünle bana güven
    kaybedeceğiz!
    hayır, bu sefer doğru anladın

    ispat edemem fakat öylece içime baktın
    ve sonra kalbim olaysız bir şekilde dağıldı
    ne kadar koştuysam da nefesim hala çok yakın
    bilerek ve isteyerek değilse gerçek midir bu acılar
    haberin bile yok oysa dünyanın en güzel kızısın
    ama dünya bunda kasıt arar!

    yine de, gel ve al yüzümü eline
    haydi sev beni, konu serbest…

    furkan çalışkan
    eale