-
"birden özleyiveriyorsunuz.
çoktan unuttuğunuzu sandığınız
ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız
veya özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini
bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz.
rüyalarınız, içinizdeki o gizli, esrarını ele vermez büyücü,
siz çarşaflarınızın arasında,
bütün tehlikelerden uzak,
güvenle yattığınızı sandığınız bir anda,
usulca ruhunuza sokulup,
sizden habersiz oralara yığılmış cephanelikleri
birer birer ateşleyiveriyor.
infilaklarla sarsılarak uyanıyorsunuz.
hayatınızda olmayan birini hayatınıza almak,
ona dokunmak,
onun sesini duymak için kıvranırken buluveriyorsunuz kendinizi.
özlemek, o yakıcı istek,
bilinen her şeyi ve önem sırasını değiştiriveriyor.
özlediğiniz ise çok uzaklarda.
yanında olmasını istediğiniz halde
yanınızda olmayan bir tek kişi,
yanınıza bile yaklaşmadan,
hatta onu özlediğinizden
ve onu istediğinizden haberdar bile olmadan,
bütün hayatı,
bütün görüntüleri eritip
başka kılıklara sokuyor.'' -
"aslında başka bir şey bul. seni oyalacak bir şey. seviştiğin kadınların listesini yap mesela, onların gülümseyişlerini hatırla. içlerinden hangisinin seni daha çok sevdiğini tartış. beni atla. benim sana tapıyor olduğumu atla. kişisel şeyler çünkü bunlar. çünkü ben seni kişisel seviyorum. annen gibi değil işte, bilirsin sen sen olmasaydın da sevecekti annen seni. öyle bir şey değil bendeki. sen olduğun için seviyorum seni, tercih hakkımı kullanarak seviyorum. yani iddia eder gibi, var sayar gibi. din gibi, ortaya atıyorum seni. sonra inanıyorum. sonra herkesi inandırıyorum varlığına. şüphesiz ki diye başlıyorum senden konu açıldığında. sana olan sevgim söz konusu olduğunda şüphe bırakmıyorum kimsenin aklında.
yine de sen beni boş bırak. yanlış soru olduğumu düşün mesela. emin olmadığın bir cevap olduğumu düşün...
bir daha dönüp bakma bana, büyük bir zaman kaybıymışım gibi kur beni aklında.
bana kendini hatırlatma...
beni unutma ama seni seviyor olduğumu unut. senin gözlerini unutamadığımı unut. her gelişinde, kapılarımı açık buluşlarını unut.
bir söz beklediğimi senden, bir ses beklediğimi... unut her gece seni gördüğümü rüyalarımda. ben ki senin adını görünce bir esnaf tabelasında, bir sokak duvarında, bir bar girişinde oturur sabahlardım orada, öyle bir sevmek ki adına dahi saygı duyardı. adın klisede şarap kadar kutsaldı. yine de unut...
bana kendini hatırlatma...
ben iyiyim.
bazı ülkelerde sonbahar şimdi, ondan biraz hüzünlüyüm tabi.. bazı ülkelerde kar yağıyor şimdi, ondan üşüyorum biraz. bazı ülkelerde saat gece yarısını çok geçti diye kısık sesle konuşuyorum gündüz vakitleri..
tesadüflere inanmıyorum hala. ve hala sevmiyorum, sevmediğin şeyleri..
hala sana dokunan her kadının cehenneme gitmesi gereketiği görüşündeyim. ben sana dokunamadığım her an zaten cehennem gibi bir yerdeyim.
günah işlemek kadar basit değil tabi hala uyuyabilmek..
ağlayamamak da zor üstelik..
ölüm gibi oluyor bazen. ölmüşüm gibi. ben her şeyden vazgeçiyorum. zengin olabilme ihtimalimden vaz geçiyorum. erteliyorum bugünleri, hiçbir şey yapmıyorum. kendime, kendimi kanıtlıyorum. hiçbir şey yapmıyorum. bir ölü kadar hiçbir şey yapmıyorum.
bu yüzden bana kendini hatırlatma...
hayata döndürüyorsun beni. iş ilanlarına bakıyorum mesela. erkenden uyanıp sokağa çıkıyorum. durmadan kontrol ediyorum saatleri, takvim tutuyorum, gazete alıyorum, karıştırmıyorum günleri. bir kez daha ölmesi güç oluyor. bir kez daha vaz geçmesi zor oluyor... zor oluyor bulup bulup, kaybetmesi seni. ya da kaybedip kaybedip, kazandım sanması.
bana kendini hatırlatma.
seni kişisel seviyorum. hür irademle. seninle hiç alakası olmadan seviyorum seni. geleceğin günü hesaplamadan, takvimsiz seviyorum. yalnız izliyorum bu filmi, yalnız ve sansürsüz. umutsuz seviyorum. başka bir adamın elini tutarken seviyorum seni. başka bir adamın bebeğini kucağıma aldığımda da seni seviyor olacağım. yarınsız seviyorum. anlıyor musun ? beklentisiz. yani gelme..
yani ben zaten hiç unutmuyorum seni. bu yüzden hatırlatma bana kendini...
benim seni hiç unutmuyor olmam da kişisel çünkü. parmak izim kadar kişisel. seni seviyor olmam kadar kişisel. inançlarım kadar kişisel...
seni barındırmıyor. seni ilgilendirmiyor..
orada bir yerdesin.
hala orada bir yerde beni sevmiyorsun. ki zaten ben inanıyorum ki çilekli pasta da sevmiyor beni, ben onu severek yiyiyorum. umursamadan yiyiyorum. onu yerken beni sevip sevmediği umrumda olmuyor. böyle bir şey seni seviyor olmak...
bana kendini hatırlatma.
çünkü bu, beni tercihlerim yüzünden yargılıyor olmandan farklı değil. anla..."
nursen yıldırım -
iki kere ikinin beş ettiği yeri yanlış yerde arıyorlar. matematikten mucize beklenir mi hiç? oysa kafalarını çevirip aşka bir baksalar neler beş ediyor onlar bile şaşırırlar.
parmağımı boğazıma bastırıp kusuyorum durduk yere. boşuna yapmıyorum bunu içimden atmam gereken şeyler var biliyorum ve bunları atmak için her yolu deniyorum. gözyaşına binmezlermiş, biraz şımarık büyüttüm onları. e şarkılara da sarılıp gitmiyorlar. başka kokular, başka tenler diyorum üzerime gülüyorlar yahu! ne yapayım diye düşünmekten uyku uyuyamaz oldum. ah bir görsem şunları giderken; soğuk bir bardak su içeceğim. şerefe!
birileri bir yerde sesimi duyarsa eğer bil ki kendimi çağırıyorumdur. yapayalnız kaldım son zamanlarda yine kendimle dertleşiyorum. anlayacağın yine aynalar, yine sahte gülüşler, yine keder. yatağa tek parça olarak girdiğim geceler parmakla sayılır ama beş eder mi bilmem. kalabalığa karıştığım sabahlarda elinde buğulanmış poşetlerle yürüyen memurlar görüyorum. bir de akşamdan kalma öğrencileri görüyorum. onlar tebessüm ettiriyorlar saolsunlar. ama o soğukta elleri şekil değişmiş çocuklar seni hatırlatıyor, içimi sızlatıyor, düşlerimi karartıyorlar. sana yapamadığımı yapıyorum, başlarını okşayıp geçiyorum.
tamam, tamam biliyorum. ben seni ilk düşlediğim yerde gördüğüm kaplumbağayı zıplatmaya çalışıyorum. üstelik yardım beklediğim bir şey veya bir kimse de yok. hayır, boşuna değil. değil!
parmağımı şaklattığımda kaplumbağa zıplamıyor ama sen aklıma geliyorsun. biliyorum senin aklına hiçbir şey gelmiyor ve yine biliyorum ki o “hiçbir şey” benim.
ben gidiyorum
midem bulanıyor. -
"ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm"
ah pia. -
hak edene okunması gereken bir şiirdir efendim. buyurunuz...
"ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım
falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi aferin tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım
senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım"
turgut uyar -
bana mübeccel anlattı ben dinledim düşsel leşleri anlattı ben de dinledim on ikisi de deli olan kardeşleri. şair şairken yazdı bu şiiri düzayak hanesinde bir şiir gelişti o gece o ceneviz kerhanesinde. galata çin'de değil şairin içindekinin, çiçek pasajında çiçekçi dükkanı var milinski'nin. bir şiir biliyorsun ayakta bira içebilir,
bir şiir nereden baksan şairini seçebilir. üç galata gecesi diyorum gözleri ahu.
milinski söylesene peki bu güzel avrat otu da kim yahu? kayıkta kızcağızı boş bırakmamışlar bir an bu kahır o çiçek bahçelerine yaraşmaz ivan. şairin uzak ablasızlığı ve içinde denizin bacakları mübeccel'in ve gül lekeli bir benizin.
şair zırlamadan anlat dedi, anlat kimlerin yüreğinde kız kulesi gibi grev çivileri var!
geceleri galata'da gülerken bacaklarımız uzamış...
alıştık artık ölüme...
diyeceğim şu ivan milinski
ölüm için ayırdık geceleri gülerken...
galata'da...
ece ayhan -
aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.
iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci…
-çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
ülkü tamer. -
"ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
fedakârlığımı anlıyorsun:
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız.
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak:
biri sen
biri de ben.
ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım.
hayat taşıyor içimden.
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
ama ölüm de korkutmuyor beni.
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey:
belki diyor. "
nazım hikmet ran -
desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
sende tattım yemişlerin cümlesini.
desem ki sen benim için,
hava kadar lazım,
ekmek kadar mübarek,
su gibi aziz bir şeysin;
nimettensin, nimettensin!
desem ki...
inan bana sevgilim inan,
evimde şenliksin, bahçemde bahar;
ve soframda en eski şarap.
ben sende yaşıyorum,
sen bende hüküm sürmektesin.
bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
günlerden sonra bir gün,
şayet sesimi farkedemezsen,
rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
bil ki ölmüşüm.
fakat yine üzülme, müsterih ol;
kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
ve neden sonra
tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
hatırla ki mahşer günüdür
ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
cahit sıtkı tarancı -
artık demir almak günü gelmişse zamandan,
meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
biçare gönüller. ne giden son gemidir bu.
hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
yahya kemal beyatlı