1. küçüğüm o zamanlar. yuksek dağların ardinda bir yayla evi. babanemle kapi eşiğinde oturuyoruz. çay demlemiş. rahmetli sadece çayı demlerdi, bardakta çayı açmak için ayrica su kaynatmazdi. sadece demden içerdi çayı. o gün bende istemişim demek ki, sadece dem içemem diye su da kaynatmiş. kackarlari izliyoruz diz dize. dedem de ben dogmadan önce ölmüş. nereden geldiyse ben babanneme ' nana - bizim orda oyle derlerdi- dedemle nasıl tanıştınız? ' diye sordum. 'dugunden sonra' dedi. o zamanlar oyleydi ve ben bunu yeni öğrendiğim için çok şaşırmıştım. ' ama nana ya dedem çirkin olsaydi, nasil kabul ettin bunu, onceden gormen gerek, cirkin ciksaydi ne yapacaktin? diye soru yagmuruna tutmaya başladım rahmetliyi. tek bişey dedi; ama cok güzel çıktı. gözlerinde yaş.

    not: bu evlilik 49 yil sürmüş. 5 çocuk, ve 12 torun sahibi olmuslardi. babanemin hala aglayabiliyor olmasi nasil bir 49 yil oldugunu acikliyordu.

    nur icinde yatin.
  2. ulan ben de bir şey anlatayım, hep utanırım. evet 10 yaşında falandım belki daha da kötü şeyler yapmışımdır ama bundan çok utanırım.

    dediğim gibi ya 9 ya da 10 yaşındayım dayım trafik kazasında vefat etmişti, arkasında 3 tane çocuk öylece kaldı para pul desen yok çocukların en büyüğü 10 yaşında yengem desen 35-40 yaşlarında en fazla.

    cenaze evindeyiz kaldırılmış,gömülmüş üzerinden de belki 3 gün geçmiş mevlit falan okunuyor. biz çocuğuz tabi o zamanlar işte tasolar var ash, misty ve brocugun tasoları altın değerinde.

    neyse bizde kuzenle oyun oynuyoruz ölüm ne demek daha anlayamamışız herhalde lay lay lom takılıyoruz. hadi dedik taso oynayalım ona da cipsten misty tasosu çıkmış yeni daha hiç oynanmamış, dedim karşılığında 5 taso koyarım, oynadık kazandım ve ben o tasoyu aldım. üzerinden 15-16 sene geçti ilk defa da buraya yazıyorum ve çok utanıyorum.
  3. iç burkan ya da nedeni olmayan bir ihtiyaçtan dolayı paylaştığım bir anı türü değil. sadece bir "an".
    12 yaşımdayım. adı veya kim olduğu önemli değil , akıl sağlığı yerinde olmayan bir yakınımı gece 3 sularında ve kışın ortasında sokak sokak gezip aramak durumundayım. bu daha önce defalarca yaptığım bir eylemdi ve benden başka o saatte sokağa çıkıp arama görevini yapacak kimse yoktu. aslında vardı ama yoktu. o dönem oturduğumuz semtin , bulunduğumuz şehrin en dip seviye gettolarından biri olduğu da hesaba katıldığında o yaşta bir çocuk için pek de güvenli bir eylem değildi. ancak arama icrasıda , arayacağım sokaklar ve insanları da bana yabancı olmadığından dolayı pek taktığım söylenemezdi. sabahın ilk ışıklarına kadar dolaştım. gidebileceği yerlere , cami avlularına , otobüs duraklarına , ışıklandırmaları patlatılmış esrar dumanını atmosfer olarak üstüne çekmiş parklara , o yaşta kafamda ki kısıtlı haritanın her noktasına bakmama rağmen bulamayıp sabah ezanından birkaç saat sonra vücudum yarı donmuş bir halde geri döndüm. bulmam gereken kişi benden önce gelmiş ve uyumuştu. o gün , o zaman ki hayat dönemim için standart bir gündü ve benim için normal sayılırdı. ancak aklımda kalan şey yorulup bir caddenin kenarında ki banka oturduğum an'dı. sigaraya yeni başladığım dönemdi. cebimden bir l&m çıkarıp yaktım ve seyrettim. ileride çöp konteynırında geçimini arayan gölgeyi , kenara çekmiş bir şekilde duran bir arabanın içinde içkisini yudumlayan gölgeyi , rengi o saatte yanıp sönen sarıya dönmüş trafik lambalarını , caddenin karşı tarafında duran evlerin karanlıkta kalan odalarını ve birkaçının yanan gece lambalarını..
    yazıyı bir sonuca bağlamamı bekleyebilirsiniz. ancak aklımda kalan bu sahne ve zaman aralığı. belki olması gereken budur ? olgular ve nesnelerin yaşama gereken ivmeyi kazandırmadığı yerde , bu kısa zaman aralıkları kazandırıyordur. kim bilir ? elbette ki zaman bilir.
  4. öğlen güneşinde eve dönmek için durakta otobüs bekliyorum, bir amca oturuyordu durakta epey de yaşlıydı. kıyafetleri eski, elleri nasırlı, yorgun görünüyor. boncuklardan bir şeyler yapıp satıyor herhalde tespih falan, çantasından çıkarıp çıkarıp bakıyor, düzeltiyor. neyse amcanın otobüsü geldi ama ağzına kadar dolu nefes alacak yer kalmamış, o otobüs ne zaman görsem öyle dolu oluyor zaten. son bir insanlık boşluğa bir adam koştu atladı, amca yavaş tabi yetişemedi. otobüs gidene kadar kapıya baktı ama kapı açılmadı tabii. geri dönüp durağa oturdu, çantasından çıkardı bir tespih. duraktaki ekrana baktım diğer otobüsün gelmesine 37 dakika var görünüyordu. sonra benim otobüsüm geldi bindim gittim ama aklım o amcada kaldı.
  5. eski sevgilimden 6-7 ay haber alamadıktan sonra tüm hastaneleri tek tek aramak, ona ulaşamamak.. arkadaşlarının telefonunu bulmak onları aramak ama yine hiçbir şekilde ulaşamayınca yanına gitmek için uçak bileti almam. gitmeden önce bir tanıdığımın kendi telefonundan onu araması, sesinin bardan pavyondan gelmesi. sonrası burukluk. bir de ilkokulda hiç unutmam bir arkadaşım seni tuz kadar seviyorum demişti kaşar bak hala düşündükçe üzülürüm bazen
  6. insanların gerçek sorunları var, kuşkusuz benim de daha önemli sorunlarım var ama nedense zaman zaman aklıma gelir ve hayatımdaki bir çok eksikliğin sebebini buna bağlarım.

    ilkokul çağlarında dışarıda oyun oynarken parmağıma diken/kıymık tarzı bir şey batmıştı. canımı yakıyordu ve iğneyle çıkarılması lazımdı. neden bilmiyorum ben bunun için ağlayarak bir üst komşumuzun evine gitmiştim. annemlere söylemeyin diye de yalvarmıştım. ağlaya ağlaya komşu teyzeye emanet etmiştim kendimi. bunu kimse bilmez mesela ama ben merak ediyorum ve içim burkuluyor, 9-10 yaşında bir çocuk neden yabancı birine ailesinden daha çok güvenir?

    benim çocuğum böyle bir şey yapsa kahrımdan öleyazardım.
  7. her şey düzenine dönmeye durmuştu. odam yalnızdı. eşyalar suskundu. defterlerin kapağı kapalıydı. kitaplar sağ köşeye bırakılmışlığını koruyordu. çoraplarım odanın girişinde unutulmuşluğunu koruyordu. her şey benim kontrolümde, benim sessizliğimde, benim gürültümdeydi.

    sonra ben yokken bir rüzgar esmiş, tesadüf bu ya, defterin sayfaları döne durmuştu. sayfalar nereye gittiğinden haberdar değildi ama geldiği yer sen olmuştun. onlarca sayfa arasından rüzgarın durdurduğu sayfa senin sayfan olmuştu. ilk cümlesini senin yazdığın, son cümlesini bana yazdırdığın bir yazı olmuştu. yarım kalmış bir yazı.

    benimle konuşmak istemediğin zamanların başıydı. kafamda ikide bir var olan senli hayallerimi durdurmam gereken bir durumun içindeydim ve belki de bu yüzden sohbetler bir şekilde sana çıkıyor, seninle yapılmış olan bir sohbeti çağrıştırıyor, seni hatırlatıyor ve sen oluyordu. zihnimin senli olduğu bir günde o yarım kalmış yazının sonuna bir şey yazmıştım. kısa, kendinden emin ve güçlü bir şey ; ''daha bitmedi…''
    bu kadar. o kısa cümleyi yazmama sebep olan cesaret seninle geçirdiğimiz kısa birlikteki anılara olan güvenimden, konuşmalarımızdan ve sözlerimizden geliyordu.

    uzun bir süre tutunduğum bu iki kelime aradan geçen zaman ile çatlamaya, cevapsız kalan mesajlarımla dökülmeye ve en sonunda senin '' ve evet ayrıldık'' demenle parçalara ayrılmıştı. inanır mısın kısa bir süre parçalarla bile tutunmaya çalıştım sana. ama dışarıdan süpürgeyi kullanmam gerektiğini söyleyen insanların sesi artmaya başladı. ne insanlar benim bu durumuma alışıktı ne de ben. yeni bir şeyin içinde debelendiğim o kadar belliydi ki. ah çok pardon konuyu yine nasıl şahsiyetime çektim değil mi, kusura bakma. kusura bakmayınız. - ben hep insanlığın özelliği olarak düşünürüm bunu ama tabii abartmamak gerekir, haklısın - ama zaten bakmamalısın kusura artık. konuyu sana getirmeye, zihnimi seninle harmanlamaya hakkım olduğunu düşünmüyorum artık. konu senken sana getiremeyince ortada bir başıma ben kalıyorum haliyle, öylece kalıyorum, kimi zaman yatağımda, kimi zaman geçilmiş bir sokakta, kimi zaman bir yerlerde işte. - insan evvelki zamandan da bahsetmek istiyor elbet ama sonun ağırlığı pek müsaade etmiyor. -

    bu yazıyı neden yazıyorum ? bu seninle olma ihtimali olduğunu düşündüğüm her ihtimali öldürme planım mı , yoksa seni geri kazanmak için oynadığım bir oyun mu ? bu bir bekleyişi bitirme mi, yoksa bir haykırışa ufak bir çağrı mı ?

    sadece yazılarımı okuduğun zamanlarda kıskandığını söylediğin bir yazı var dediğini hatırlayıp o yazının başlığında sana yazmak istediğimi biliyorum. ve tesadüf bu ya şeklinde başlayan birlikteliğimizi yine tesadüf bu ya şekillerle hatırladığımı bilmeni istiyorum.

    keşke gözlerinin içine daha fazla baksaydım, belki değişirdi her şey. kim bilir belki yaşanmamış ve yaşanamayacak şeylerin sayısı azalırdı, ben daha özgür olurdum.anıları güzelleştiren kadın, sana gönderme yaptığım, senden bahsettiğim son yazımı bu başlık altında paylaşıyorum. kum saatinin aktığını asla unutma ve tabii ki güzel yaşa.
  8. dün iş çıkışı yolda nihat sırdar'la sivrisinek radyo programını dinliyordum. akşam yayınları genelde eğlenceli olur, bu seferki konu ne yapmak zorunda kalındığının yazılmasıydı. arka arkaya birkaç eğlenceli mesajın ardından gelen bir dinleyicinin mesajı şuydu: "geçen hafta, doktorundan annemin kanserde son aşamaya geldiğini öğrenince büyümek zorunda kaldım." üstüne bir de sesi çatallaşarak, kendisinin de benzer bir süreç yaşadığını, ne kadar zor olduğunu, zamanın acıyı hafifletmesi açısından iyi ama o kişi unutmaya başlamayı fark ettiğindeki sızı açısından kötü olduğunu anlatıp sabır dileyişini dinlemek dahi canımı acıttı.

    keşke kimse sevdikleriyle böyle sınanmasa :( ama hayat işte, bir şekilde devam ediyor; kalanlarla, kayıplarla, acılarla, sevinçlerle...
  9. "hayata dair gülümseten detaylar" ı okuyup gaza gelerek, yaşlı bir amcayla sohbet etmeye çalışmanın akabinde tacize uğramak.
    izumi
  10. 8 yaşında falandım. amcamın bakkalının önünde otururken 2-3 yaşında küçük bir kız çocuğu elinde cipsi, yolda yürüyordu. daha sonra artık ayağı mı takılmıştı ne oldu hatırlamıyorum cipsi park halindeki kamyonetin altına düştü. kız da onu almak için o tarafa doğru eğildi. sonra şoför aracı çalıştırdı içim haykırıyor "dur altında çocuk var dur" diye ama dışım sanki ağzımı zımbalamışlar olduğum yerde sadece izliyorum çıkış yapmaya çalıştı ilk hani bir taşın üstüne çıkarsın geri gelir ya o şekil oldu sonra tekrar gaza yüklendi geçti üstünden. o sıra çevreden bir çığlık kıyamet hemen toplandılar arabaya bindirip götürdüler. o gün bayağı ağladım ve birkaç gün uçuk çıkmıştı. sonra tekrar gittiğimde amcam geldi "badboy" dedi. "o geçen gün arabanın geçtiği kız var ya o öldü " ben nasıl diye sorunca kaburga ve akciğerlerini ezildiğini söyledi. gerçekten çok etkilenmiştim. hatta bazen ara ara aklıma geliyor düşünüyorum içten haykırırken dıştan nasıl ağzımı bıçak açmıyordu diye.