1. annem, okulumuza veli toplantısına geldi. ayağında arkası yırtık kara lastik ayakkabıyla.
    paramız yoktu. yeterince. canım anam. hem anam hem babam.
    hamallık bile yaptım bir dönem. okul masraflarım için. bana sen hamala benzemiyorsun okuyor musun dediklerinde tıp fakültesi okuduğumu söyler geçerdim. aferimler havada uçuşurdu.
    heyy gidi günler heyy.
    çok şey öğrendim hayattan. çok.
    iki kelime sırtımı eğemez.
  2. henüz okula bile başlamadığımız, amcamların da memlekette yaşadığı günlerdi. muhtemelen 18-19 yıl öncesi. amcamlara gittiğimde masanın üzerinde pempe renkli ve üzerinde ufacık gri şekilleri olan iki koltuğu, iki kanepesi, ortasında masası ve masasının üzerinde beyaz fincan takımı olan bir barbie seti gördüm. büyülenmiştim. benim de oyuncak bebeklerim vardı ama bu kadar teçhizat gözlerimi kamaştırmıştı. birkaç gün üst üste gidip adeta sergilenen ve sanki picasso eseriymiş gibi katî suretle dokunulmayan bu objeler bütününe bakıp geri döndüm. salyalarımı fark ettiğinden kuşku duymadığım amcamın zalım kızı bi tur bile bindirmedi be. hani gidip babamdan bana da almasını rica edecek bir çocuk da değildim. sonra, sahip olmanın kibriyle atılan bana muhtaçsın bakışları midemi bulandırdı. "senin oyuncağına mı kaldım kızım!" da demeden şu yaşıma kadar koruduğum sessizliğime bürünüp mabedimdeki bu kutsal putu parçaladım. artık gidip onu görmesem de kalbimin bir köşesinde hep yaşatıyordum. kendi oyuncak bebeğime bakıp o seti hiç görmemiş olmasına üzülüyordum, büyük ihtimalle onun da üzüldüğünü sanıyordum. sonra, odanın bir köşesinde çekmecesine yerleştirilmek üzere duran çorapları gördüm. o an kafamda bir ampul ve üst tarafında, güneş ışınlarını belirtmek üzere çizdiğimiz o doğrulardan belirdi. uzun olan çoraplarla kanepe, patik olanlarla koltuk yapıp ortaya da sadece misafir geldiğinde kullanılan kül tabağını yerleştirdim. fincanların eksik olması asla üzmedi, onları varmışlar gibi hayal edebiliyordum. daha sonra ev tekstil ürünlerinden yatak, havuz, mutfak dolabı bile yaptım. her gün çorap çekmecesi düzenlemek zorunda kalan annemin ufacık kızmalarına da aldırmayıp mutlu mesut oyunumu oynadım.

    buruk hissettirse de teşekkür ederim amcamın kızı, o sete dokundurmadığın için. çünkü o gün öğrendim sahip olamadığım bir şey için üzülmemeyi, sahip olduğum her şeyin doğru gözle bakıldığında ne kadar kıymetli olduğunu.
  3. yaklaşık 30 - 35 sene önce babamın teyzesinin üç çocuğu yarım günlük bir iş için fındıklığa giderler. akşama köye döndüklerinde de teyzeme işin bittiğini söylerler. ertesi sabah gün doğmaya yakın teyzem evin bahçesinde bir takım sesler duyar ve bakmak için dışarı çıkınca çocuklarını traktörü sessizce bahçeden çıkarmaya çalışırken yakalar.' hayırdır bu saatte nereye' diye sorunca da 'fındıklığa' cevabını alır. teyzem 'siz o işi dün bitirmiştiniz ya' deyince yaşları 20 - 25 arasında olan çocuklar mahcup bir şekilde 'anne dün tam köyden çıkarken, köye bir oyuncakçı geldi. biz de dayanamadık birer tane oyuncak aldık. oyuna dalmışız' derler.
    teyzem şaşkınlık ve kızgınlık içerisinde 'bu yaşta ne oyuncağı? delirdiniz mi' der ve çocuklar da sebebini açıklar:
    'ama anne hiç oyuncağımız olmadı ki'
  4. yaklaşık bir altı yedi yıl önce babaannemin ricası üzerine bayram ziyaretine gidilirken ailem benim düğün kasetimi yanlarında götürmüştü. kuzenlerimin de geldiği bir vakit izlemeye başladılar. türkiye'nin her yerinde aynı gelenek var mıdır bilmem ama bizim orada düğünlerde araba konvoyu yapılır. konvoyun dolaşmaya başladığı kısmı izlerken korna seslerini duyup konvoya yetişebilmek için koşan bir çocuğun sendeleyip yere düştüğünü gördüm daha sonra kalkıp araba uzaklaştığı için vazgeçti. kuzenimde çocuğu fark edip omzuma dokundu meğer onu tanıyormuş.

    -yere düşen çocuğu gördün mü?

    -evet.

    -sizin düğünden iki yıl sonra yine bir düğün arabasının arkasından koşarken düşüp ezildi. dedi.

    insan böyle bir olayı aniden duyunca şok etkisi yaşıyor. daha sonra ara ara aklıma geldi hep geçen seneler içerisinde. peşinden koştuğu şey beş lira bilemedin on lira. kimisi verdim gözüksün diye boş zarf verir. olan bizim küçük kardeşimize olmuş.
  5. annem 10 yaşındaki kuzeninin iç burkan hikayesini daha dün anlattı ve kendimi tutamadım, o cümleyi duyar duymaz birden ağlamaya başladım.

    bundan 35-40 sene önce annemin yüksel adında bir kuzeni varmış. 10 yaşında bir çocuk. böbrekleri çalışmadığı için babası (annemin amcası) köyden istanbul'a diyalize getiriyormuş. (memleket ki bugun 12 saat olan o yol 40 sene önce kimbilir kaç saattir.) ama yoksulluk da olduğu icin düzenli olarak değil de iki ayda bir para buldukça çocuğu alıp getirirmis. annem çocuğun çok pis koktuğunu, insanların ona hastalıklı, mikroplu muamelesi yaptığını bu yüzden de kimsenin çocuğu evine almak istemediğini söyledi. köyden geldikleri bir gün annemlere gelmişler, annem çocuğu yıkamış. sonra doktora gitmisler ve çocuk babasına "baba ben öleceğimi biliyorum, bi daha beni buralara getirip boşuna masraf yapma, köye götür orada öleyim" demiş. 10 yaşında bir çocuk babasına aynen böyle demiş. annem bunu söylediği an tutamadım kendimi başladım ağlamaya. çok etkilendim, çok üzüldüm o çocuk için. köye gittikten kısa bir süre sonra da çocuk ölmüş...
  6. unutmaya çalıştığım biri var. uzun zamandır seviyordum, bekledim, olmadı. şimdi hayatında biri var. beklemiyorum artık.

    arkadaşlarım biriyle tanıştırmak istediler beni. bende arkadaşımın profilinden bu çocuğun fotolarına bakıyordum. çocuk çok yakışıklı. sarışın renkli gözlü artist gibi çocuk. üstelik kişilik olarakta düzgün biri olduğu yüzünden okunuyor. neyse ben arkadaşımın facesinden bu çocukla fotolarına bakıyorum bakıyorum ve derken pat diye bir foto geldi. o unutmaya çalıştığım kişi ve benim fotom. şok oldum. yıllar önce bir arkadaşın düğününde çekilmiş bir foto. kızıldeniz gibi ikiye ayrılmış masa ve biz ortasında iki tane kumru. kafa kafaya vermişiz. o kadar güzel bir foto ki.

    döküldü gözümden yaşlar. o kızla beraberliğini öğrendiğimden beri ağlamıyordum artık. iki olay dışında ağlamadım ağustos ayından beri. ama dün gece tutamadım kendimi.

    tam başka biri olsun artık unutayım onu diyorum. tam başka birinin fotolarına bakıyorum belki kalbim ısınırsa diye. pat diye karşıma çıkıyor.

    dahada acı olanı şimdiki sevgilisiyle fotoları. ilk birlikte gördüğüm fotolarında bizimki beni buraya gömsünler sıkıntıdan patladım diyor yüzü, kızın aurasında ise yanıma burdaki ağaçlardan bir kereste koysanız yine aynı pozu veririm hiç önemi yok yanımdakinin diyor. bizim fotoda ise gerçekten seven iki insan var. üstelik o fotonun çekildiği gecenin sonunda beni o kadar kırmıştıki... ha bide o düğün sonrası bana aşık olduğunu söylediği halde beni bırakmıştı hem sever hem terkeder sonra suçlusu ben olurum hep
  7. 2016 mart ayı.fitness'a yazılmak amacıyla yurttan çıktım,yolun karşısına geçtim.o sırada 15-20 metre önümde kaldırımda bir hareketlilik oldu.yaşlı bir teyze ayağı takılmış yere düşmüş.teyzenin gözünde gözlük var.yüz üstü düşüncede gözlük yüzüne batmış,yüzünde 3-4 bölge yara bere içinde kalmış.neyse gören halk ve ben koştur koştur teyzenin yanına gittik. teyzeye sesleniyoruz cevap vermiyor,kulağını kontrol ediyoruz ara sıra,çok şükür sıvı yok. kalabalığı gören bir hemşire arabasını yola parketti geldi,teyzeye yardımcı oldu.sonra kızı daha sonra da ambulans geldi.teyzeyi görevliler ayağa kaldırdılar,ambulansa bindirecekleri sırada onları durdurdu,arkada yardım eden ben ve birkaç kişiye seslendi:"vaktinizden çaldım,kusuruma bakmayın,hakkınızı helal edin."

    helal olsun be teyze.sana helal etmeyeceğimde kime edeceğim?
    eale
  8. buraya beraber ekşi patlayınca girmiştik. ilk benim girmemden sebeple kullanıcı adını bana göre almıştı. beş sene aynı evi paylaştık. hayat işte; bir senedir kendi yollarımızdaki mücadeleyi sırt sırta verip vermeme kararı almaya çalışırken ayrılmanın daha iyi olacağına inanmak zorunda bıraktı beni. güzel kadındı. hep çok güzel bi' kadın olacak. aklıma bugün, burada 'karım' olduğunu belirten nick'i geldi. girip sadece yazdıklarını okudum. hatalarını, üslubunu, doğrularını görüp ne kadar özlediğimi hissettim. artık ara ara girip yazacağım. ne zaman girsem önce rastgele bi' yazısını, onu yanındayken izlediğim zamanlardaki gibi hayal ederek okuyacağım ve sonra onun buraya artık girmediğini bilerek bi' şeyler karalayıp çıkacağım. iyi ki oldu... benim hayatımın sonuna kadar en çok, en delice sevmiş olduğum kadın olarak kalacak. tanrıya inanmam fakat dileğim; çok mutlu olup, sevip-sevilip güzel çocuklarını sevsin de buradaki nick'lerimizi hatırlamasın hiç. insanın yüreği reel anlamda da acırmış çünkü...
  9. acayip bir şekilde aniden hastalanmak. biri sanki bağırsaklarını oyun olsun diye mıncıklayıp, seni ikiye katlıyor. nefes bile alamadığın acayip bir acıyla aniden yüzleşiyor olman yetmiyor gibi sanki sürekli hastalık nazı yapıyormuşsun gibi davranılması, asık bir yüzle eve lütfeten bir tavırla yollanman.
    hiç kimsenin umrunda olmayışının verdiği acıyla karın ağrısının yarışması.
    ve ne gariptir ki, umursamaz tavırların baskın gelişi ve ağrıya değil haline ağlaman.
    ve ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam etmen...
    ne demişler acı acıyı su sancıyı bastırırmış...
    bence suyun bastıramadığı çok sancı var hayatta.
    ve hayatında bazı dertler gelir geçer bazı dertler deler geçer dedikleri gibi kalbini delip geçen bir çok şey yaşamışken, gecenin köründe bunu hatırlaman...
    beynimiz ve akıl kıvrımlarımız bize her daim acayip oyunlar oynuyor...
  10. pek tanıdık birilerinin olmadığı bir sokaktan geçerken yedi-sekiz yaşlarında bir çocuk oyun oynuyordu. yanına bir arkadaşının daha geldiğini gördüm. yeni gelen bir süredir yoktu anlaşılan ki önce bir sevinçle özlemlerini giderdiler. yanlarına yaklaştıkça konuşmaları daha da netleşti. yeni gelen bir şeyler soruyordu.

    -arda nerede? hadi onu da çağıralım.

    önce bir sessizlik oldu. sonra o cevap geldi:
    -cennette.

    yeni gelenle beraber bakakaldık, bir açıklama yap dercesine. başını öne eğdi bizim oğlan.

    -sen burada yoktun. bir trafik kazası oldu. arda cennete gitti.

    bir yandan yüzünde cennetin güzel bir yer olduğunu düşünüp arda için sevinirmişcesine bir bakış, diğer yandan arkadaşını özleyen, bir daha göremeyeceğinin farkında, düşen küçücük omuzları..