• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.50)
kuyucaklı yusuf - sabahattin ali
"bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. bu da karısı idi. muazzez'in varlığı yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. hayatında asıl aradığı şeyin muazzez olmadığını biliyordu, fakat muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu."kuyucaklı yusuf türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hiyakesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır. (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. bir arkadaşımın tavsiye ile aldığım ve hayatımda koca bir yer edinen muhteşem kitap.

    duygusal bir insansanız eğer -ki toplum olarak öyleyiz- romanın sonu sizi hüzne boğar...
  2. sabahattin ali'nin ilk basılı eseri.(1937) filmi de var ama kitabından daha güzel değil. bir alıntı;

    “ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız. her hadisenin insanı eğlendirecek bir tarafı vardır."
  3. lise yıllarında ihmalkar bir gözle okuduğum güzide eser... kürk mantolu maddonna nın aşırı abartılmışlığına karşın onun kadar bilinmeyen fakat kanımca kürk mantolu dan kat kat güzel kitap...
  4. günümü darma duman eden nadide eser.

    geceye, becerebilirsem kitaba yaraşır bir inceleme girmek isterim.
  5. ölümle başlayıp ölümle biten kitaptır.
  6. sonu beni benden alan kitap
  7. roman 1903 yılında aydın'ın nazilli kazasına yakın kuyucak köyünü eşkıyaların basıp bir karı kocayı öldürmesiyle başlar. ölenler küçük yaştaki yusuf'un anne ve babasıdır. yalnız ve kimsesiz kalan yusuf'u kaymakam evlat edinir.

    bir anlamda yusuf halkı, kaymakam devleti temsil ediyor. halk devletin ancak "evlatlığı" olabiliyor. roman boyunca kaymakamın yaşanan kötülükler karşısındaki edilgenliği, yusuf'un her konuda başının çaresine bakmak zorunda kalması ne yazık ki halkın da tek başınalığına işaret ediyor.

    romanda en çok dikkatimi çeken ayrıntı yusuf'un baş parmağının olmaması. ailesi öldürüldüğü gece parmağını kaybediyor. eşkıyalar parmağını kesiyor. bence bu durum bir imge olarak kullanılmış. kaymakam selahattin bey kasabanın başı olmasına rağmen kasabadaki kötü gidişe dur diyemiyor. çare aramak yerine edilgen kalıyor. kasaba da başparmağı olmayan bir el gibi. bu elin yazdığı yazı da çarpık çurpuk oluyor. sabahattin ali onu anlatırken bu özelliğini birkaç kere vurguluyor. şu cümleler selahattin bey'in korkunç bir teslimiyet içinde olduğunu gösteriyor:

    "madem ki hiçbir şeyi değiştirmeye iktidarı yoktu, her şey evvelden çizilen bir yolda yürüyecekti, o halde aklı başında bir insan, olanları tebessümle seyredip sırasını beklemeliydi."

    devlet iktidarını temsil eden kaymakam selahattin bey kasabadaki "düzen"le baş edemiyor. kasabanın zenginlerinden olan fabrikatör hilmi bey ve oğlu şakir'in kumar, tecavüz, cinayetle anılan bir hayatları vardır. göz göre göre cinayet işleyen şakir bu işten kolaylıkla sıyrılır. eşkıya dünyaya hükümdar olmuştur. ne de olsa babası hilmi bey'e göre "hapishane ancak serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi." roman bu toplumsal çarpkılığı vermesi bakımından oldukça başarılıdır.

    roman yağmurlu bir gecede başlar ve bu yağmur roman boyunca aralıklarla yağar. olaylar şiddetlendiğinde yağmur etrafı çamura bular. olayların ritmine göre yağmur artar ve azalır.

    yazar, yusuf'un yalnızlığını ve aşk karşısındaki çaresizliğini okuyucuya duyumsatır. "acaba onu sahiden hiç düşünen yok muydu ve o hiç kimseyi düşünmemekte, kendini yalnız bulmakta bu kadar haklı mıydı?" cümlesi yusuf'un içinde bulunduğu yalnızlığın ifadesidir.

    romanda doğa tasvirleri geniş yer tutuyor ve oldukça canlı ve gerçekçi. romanda bunalan herkes kendini doğaya atıyor. ilk olarak selahattin bey'i görürüz doğada teselli bulmaya çalışan. "her taraf, yıkanmış gibi parlak ve aydınlıktır." selahattin bey tırmandığı tepeden kasabaya görünce mutlu olmaz. selahattin bey'in durumu "...mor bir duman tabakasıyla örtülmeye başlayan kasabayı gördü ve irkildi" sözleriyle betimlenir. kasabada yaşananlar düşünüldüğünde bu durum doğanın güzelliğine karşı insanın korkunçluğu olarak yorumlanabilir.

    selahattin bey kırlara kaçtığında kendini bir ceviz ağacının altında bulur. yusuf hemen onun arkasından sıkıntısını gidermek için doğaya sığındığında incir ağacına vurgu yapılır. incirin vurgulanmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum.

    kıssaya göre adem ve havva cennette kendilerine yasaklanan ağacın meyvesinden yiyince çıplak kaldılar. cennette hiçbir nesne onlara yardım etmedi. nihayet incir ağacı onlara yapraklarından verdi. allah niye onlara yardım ettiğini sorduğunda: "ilahi senin sonsuz mülkü içinde bir zayıf kulunun cömert olmasından ne çıkar. zira sen cömert olanları seversin." buna karşılık allah: "ey ağaç, madem ki sen cömertlik edip sır örttün, ben de seni üç nesne ile diğer ağaçlara üstün kıldım: evvel seni yakmayı haram kıldım, ikinci hiçbir yerde seni yermeyeler, üçüncü kabuğunu ve çekirdeklerini yabana atmayalar." yusuf kalbinde muazzez'e duyduğu aşk sırrıyla kavrulurken incirden bahsedilmesi, yusuf'un incir kokusunu sevmesine vurgu yapılması bana manidar geldi. bir de yusuf muazzez konusunda "yasak meyve"ye uzanmış gibidir.

    şahinde'nin oldukça olumsuz ve kızını felakete sürükleyen bir anne olarak çizilmiş olması muazzez'in saflığını vurgulamak içindir. ama o da düzenin kurbanı olur.

    selahattin bey olayların gidişatına müdahale edemeyen, her şeyi kabule hazır bir adamken, yusuf "hayat bu derece manasız ve insan dünyaya boş durmak için gelmiş olamazdı" diye düşünür. şansını sonuna kadar ve elinden geldiğince zorlar. bütün yaşananlara rağmen "başını eğmek" istemez.
  8. halk yusuf ile muazzez'in evlenmesini niye tepkiyle karşılamadı? sorusu aklımda. çünkü günümüzde böyle bir şey olsa halk tarafından dışlanır, yusuf-muazzez baskı sonucu başka yere göç etmek zorunda kalırdı.

    karakter olarak yusuf etkileyiciydi. hayatı ne kadar dibe batarsa batsın o hep geleceğe umutla bakıyor, bir çıkış yolu arıyordu.
    fazla gerçekçiydi.bana ağır geldi. zaten hayat yorucu ve zor bu kitap insanı daha da bi pesimist yapıyor.
    gamit
  9. yukarıda bazı yazar arkadaşlar tarafından da belirtildiği üzere kürk mantolu madonna nın gölgesinde kalmış ve değeri anlaşılamamış, oysa ki yazıldığı dönemin taşra toplumunun özellikleri ve yaşantısı hakkında çok değerli betimlemeler yapan, sürükleyiciliği ve hikayesi ile kitabın sonunda hem hüzünlendiren hem de kafalarda soru işareti bırakan bir kitaptır.

    benden önceki incelemeler gayet başarılı olduğu için ben de ayrı bir inceleme yazısına girmeyip benden önce paylaşılmamış bir anekdotu paylaşayım; yıllar önce okulumuza bir konuşma için gelen sabahattin ali nin kızı filiz ali, babasının bu kitabı hapishanedeyken tanıştığı bir gencin yaşam hikayesinden etkilenerek yazdığına inandıklarını söylemişti. yani bundan 80-90 yıl önce, anadolu'nun küçük bir kasabasında, belki yusuf değil ama hasan, belki de mehmet adında bir gencin belki tamamıyla aynı değil ama buna çok yakın bir yaşamı, bir hikayesi olmuş olabilir.
  10. sabahattin ali ile tanışmamı sağlayan kitaptır.

    okumamım üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen kuyucaklı yusuf'u duyunca kitaptan görüntüler geliyor aklıma. aynı zamanda film sahnesi gibi başlangıcı vardır. kaymakam ve jandarmaların karda adım atarken çıkardığı sesi, eve vardıklarında yusuf'un odanın köşesinde otururkenki halini sanki oradaki dördüncü jandarma benmişim gibi hatırlıyorum.