1. çeşiti olandır. mesela ölümün çeşitlerinden birini özdemir asaf çok güzel anlatmıştır:

    "geleceğim, bekle dedi, gitti... ben beklemedim, o da gelmedi. ölüm gibi bir şey oldu. ama kimse ölmedi."
  2. kimilerini öldürmeyendir.
  3. "o geldiğinde biz gitmiş olacağız" yıllarca bize bence yanlış anlatıldı ölüm. o kadar da dehşet verici değil.
  4. bir beni bulmadı.
  5. özlersin çok özlersin, konuşursun onunla aklına her geldiğinde duyar mı?duymadığını bilirsin, bazıları der bu bayram gitmedin mi yanına ,gitmedim dersin o bi toprak sadece bilirsin karşıdaki de bilir aslında bi toprağa ne anlatılır, sen gittiğinde unuttum ben inanmayı, sen gittiğinde gördüm bahaneleri,safsataları,yalanları.. oysa hiç aklıma gelmemişti böyle apansız gideceğin, gitmesi gereken sen değildin ne bileyim herkes belki ama sen değildin işte. gecen yine geldin aklıma ,toplu ortamlarda ağlayamam ama gözler doldu yine,yine konuştum seninle. 3 yıl oldu gideli, ben seni çok özledim güzel yüzlü ninem
    r2-d2
  6. kötüdür bir kere başıma geldi çok yakın bir arkadaşım öldü. allah bir daha göstermesin su cümleleri yazdırandır:
    'ölüm...ben henüz yakısanını görmedim ama sana hiç yakışmadı be kardeşim.aklı almıyor insanın..24 yasında bi adam nasıl olur.kalp krizi nedir lan! ertelenmiş mutluluklarımız vardı ertelenmiş sevdalarımız vardı ertelenmiş hayatımız vardı hep biryerlerinde kardeşliğimiz olan.. çok zor ya cidden çok zor kabul etmek. 24 yasında neyin yükünü çekemedi lan kalbin. oysa biz bilirdik kocamandı ne dostluklar ne sevdalar ne güzellikler sığardı. hani 'kamyon çarpmışa' dönerdik seninle birlikte olmadı be ali'm bu bize yakışmadı. mekanın cennet olsun kardeşim.'
  7. hayatı anlamlı kılan tabii sonuç.

    küçüktüm, evimiz bir mezarlığın dibindeydi*, sokaklarımız topraktandı, acılarımız taze*. mahallenin anneleri maç yapmamıza izin vermezdi evlerin önünde. gidin mezarlıkta oynayın derlerdi. çocuktuk, hayatı bilmediğimiz gibi ölümü de bilmiyorduk. yolları asfalttı mezarlığın, top güzel zıplıyordu. cenazeler öğleden sonra geliyordu, ağıtlar ikindiye kadar sürüyordu...
    yine bir gün çocuk aklımızla maç yaparken mezarlık bekçisi çıktı ağaçların ardından, "kaybolun" dedi, "cenaze var" dedi, "önemli adamlar gelecek" dedi. çocuk aklıyla kaçtık, mezarlığın duvarından bekçiye küfrettik. sonra serhat geldi yanımıza, dedesi mezarcıydı*, "oğlum asker gömeceklermiş lan" dedi, "havaya ateş edeceklermiş" diye de ekledi. çocukluk aklıyla bir kaç arkadaş karşı çıktı, "asker ölür mü amına koyim" dediler. serhat diklendi, "küfür etmeyin oğlum, ölmüş işte, hem de cennete gidecekmiş" dedi. "askerler şehit olurmuş, gülerek ölürlermiş oğlum" diye ekledi. caner çıktı ortaya* "siktir lan" dedi, "dedem bağıra bağıra öldü, o da askerdi" dedi. sonra iddiaya giriştik ona yakın çocuk. kimisi ölürken gülüyora bastı bahisi, kimisi gülmüyora. bahisi kaybeden osman amca'nın kendi hazırlayıp sattığı çubuklu buzlardan*ısmarlayacaktı. anneler babalar üzerine yemin edildi.
    sıra bahsi kimin kazandığını tespite gelmişti. öğleden hemen sonra bir kalabalık birikti, mahşer yeri oldu mezarlık. askerler havaya ateş açtı. insanlar selam durdu değişik değişik adamlara, kalabalık dağıldı, akşam olmasına yakın mezarlık sessizleşti, on kafadar unuttu iddialarını...
    aradan üç ay geçti, askerin mezarının başına mezar ustaları geldi, serhat'ın aklına giriştiğimiz iddia. "oğlum mezarcılar şimdi mezarı kazar, gider bakarız, gülüyor mu gülmüyor mu çıkar ortaya" dedi. bir kaçı itiraz etti, sonra yeminler hatırlandı. topumuz elimizde mezarın yanına ulaştık. iki işçi kazmıştı toprağı, mezar ilerde çökmesin diye taş temel döşüyorlardı yanlarına. bekledik biraz, top oynadık, işçiler mola verdiler, mezarın üzerine tahtalarla kapatıp gittiler. korkaklardan ikisini yol köşelerine dikip, mezarın başına gittik. serhat bahsinin tutacağının garantisiyle açtı tahtalardan ikisini*, atladı mezara. biz kalan salaklar yukarıdan bakıyoruz mevtaya. kefen sararmış, topraktan kahve kahve olmuş yer yer. hafif bir koku geliyor, alışkınız sarsmıyor. kefeni sıyırırken parçalanıyor bez, askerin suratı apak, ölmemiş de uyuyormuş gibi. serhat bağırıyor, "gülerek ölüyormuş demiştim oğlum" diyor, bir kaç arkadaş kaçıyor. caner askerin suratından büyülenmiş gibi kalakalıyor orada, eren "ne gülmesi oğlum, adamın kafası delik" diyor. erketelerden biri ıslık çalıyor, kaçıyoruz...

    aradan otuza yakın yıl geçiyor ve ben bugün caner'den telefon alıyorum. serhat diyor, sesi titriyor. intihar etti bugün defnettik diyor, şaşırmıyorum*, üzülüyorum sadece. ağlayarak devam ediyor, allahtan cennete gidecek diyor. yüzümde garip bir tebessüm "onu nereden çıkarttın lan" diyorum, "babasıyla beraber yıkadık, gülüyordu lan" diyor, hıçkırıklara boğuluyor. sonra bana bu çok mazide kalmış anının sadece son kısmını söylüyor "askeri hatırlamıyor musun oğlum, o da gülüyordu" diyor.

    ölüm, bu gece tekrardan bana, mezarlığı, çocukluğumuzu, günahlarımızı hatırlatıyor. bir de caner'in sadece serhat'a meybuz almasını ve mahalleden taşınana kadar bir daha mezarlığa giremeyişini...

    mekanın cennet olsun serhat, umarım huzur bulmuşsundur ve asker abinle cennettesindir.
  8. tanrı'nın var olup olmadığını kendisi de bilmeyen, satranç oynarken hile yapması muhtemel uzun boylu, narin bir adam. 'ölüm', sözcük olarak ise oldukça iri.
  9. bütün acılarımı dindireceğinden sabırsızlıkla beklemekteyim kendisini.