• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.56)
smultronstallet - ingmar bergman
huysuz ve inatçı profesör isak borg hayatta bir başına kalan, yıllarını bakteri bilimine veren 78 yaşında bir fizikçidir. mezun olduğu lund üniversitesi’nden alacağı onur nişanesi için stokholm’den lund şehrine doğru yola çıkan profesör, bu yolculuk esnasında türlü kabuslar görecektir. ölüme adım adım yaklaştığını hisseden adamın kabuslarında sorunlu geçmişi karşısına çıkacaktır.
isveç topraklarından çıkan, sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinen biri olan ingmar bergman’ın başyapıtlarından biri sayılan film yönetmenin varoluşsal sorunlarını irdelediği yapıtlarından biri.
kaynak: beyazperde.com


  1. çokça beğendiğim güzel bir film. siyah beyaz kullanımı mükemmel. dalların kapıya düşen gölgeleri bile muazzam görsel haz veriyor. her sahnenin en ince detayına kadar - nesnesi, gölgesi, karakteri ile- berrak ve akış içinde kopmadan ilerleyen siyah beyaz bir şölen olması çok hoşuma gitti.

    !---- spoiler ----!

    geçmişte ki sara, nişanlı olduğu entelektüel, manevi duyguların ince ruhlu insanı isak yerine, daha maddi ve yüzeysel sigfrid (abisi) ile evleniyor. bir nevi reenkarnasyonu olan günümüzde ki sara ise, yine sevgilisi olan ve maneviyatı yüksek, dindar, şiir seven delikanlı anders ile, ileride doktor olacak ve -kendi söylemiyle- çok para kazanacak olan şiirden oldukça uzak victor arasında kalmış. bu analoji, profesörün iç çatışmalarında ki yaralardan biri, ilk aşkı sara'yı düşünmesi ile sürreal/bilinçüstü ile yolculuk gerçekliğini birbirine bağlayan maddi unsur.

    ayrıca, sara ile abisini yemek yerken gördüğü eski evlerinde, içeri girmeden önce elini uzattığı yerde çivinin elini kesmesi -ki bu birazdan yargılanacağı ve merhametsizlik, sevgisizlik, soğukluk gibi suçların cezası olarak yalnızlığa mahkum edileceği yerdir-, yolda marianne'nin söylediği bir şeyi aklımıza getiriyor;
    -dışarıdan yardımsever biri olarak görülebilirsin, ama içinde bir çivi kadar sertsin.

    ve o çivi, yine kendisini kanatıyor.

    !---- spoiler ----!
  2. bergman'ın yarattığı görsel dünyaya her zaman hayran oldum. kurtların saati, persona, yedinci mühür... gerçekten beni derinden etkileyen filmler oldu. hatta çoğu noktada bakış açımı kökünden değiştiren bile denebilir. fakat sanırım öznel bir liste yapmak istesem, en başa yaban çilekleri'ni koyarım. bunca zaman sonra bile bazı sahnelerin aklıma çiviyle kazındığı bu filmden öğrendiğim çok şey var. belli ki bergman'ın da hayatının her döneminde (özelikle yedinci mühür'den hemen sonra yapıldığını düşünürsek), kendi yaşamında dönüp dönüp sorguladığı noktalar olmuş.
    filmin en ilginç yanı, yaşam boyu onur ödülünü almaya giden yaşlı bir doktoru canlandıran victor sjöström. kendisi isveç'in en önemli yönetmenlerinden biri. filmin kendisi bir noktada victor'un yaşamına dönüşüyor bile diyebiliriz. internette çokça, filmde tanrı'nın sorgulandığını anlatan hatta filmin neredeyse bunun üzerine kurulduğunu iddia eden yazılar var. tabii ki bu bir bakış açısı (ki elbette sorgulanıyor, elbette aşikar bir hesaplaşma var) ama kesinlikle bunun üzerine kurulduğunu zannetmiyorum filmin (bergman direkt böyle bir amaç için yaptıysa bile). bence hayatının her dönemini bir çatışma içerisinde geçirmiş ve onca yıldan sonra bile ne hiçbir çatışmanın nihayete erdiğini gören ne de rüyalarının onu şaşırtan kimyasını kaybeden yaşlı ya da genç bir adamın hikayesi.
    bu filmin zamansızlığını seviyorum ve film doğal olarak "ulan galiba yaşlandım" hissi uyandırıyor insanın içerisinde. filmde kalan şeylerin çoğu, bu zamansızlığı tanrıyla karıştırmaktan ibaret ki tarih boyunca böyle yapılmış zaten. bu zamansızlık bir günahın bedelini çarmıhta öderken de, günahsızlığı uzun bir ömür ile kutsarken de -ki tam tersi de makbuldür- hep aynı çembere sıkışmış.

    velhasıl arada tekrar izlediğim şahane filmdir.