• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.75)
the story of film; an odyssey - mark cousins
on beş saatlik bu görkemli belgesel, beş yılı aşkın bir çalışma sonucunda dünya sinema tarihini bütünüyle gözler önüne seriyor. mark cousins’in aynı adlı kitabını temel alan film, sinemanın getirdiği yenilikleri keşfe çıkarken sinemacıların hem dönemlerinin tarihi olaylarından, hem de birbirlerinden nasıl etkilenmiş olduklarını inceliyor; sessiz sinemanın ilk günlerinden hollywood’un doğuşuna ve yıldız sistemine uzanarak, sinemanın rusya, japonya, almanya, fransa, italya, ingiltere, iskandinavya ve abd’deki sanatsal evrimini kat ediyor. bernardo bertolucci, jane campion, gus van sant, lars von trier, claire denis, stanley donen ve claudia cardinale gibi efsanevi sinemacılar ve oyuncularla söyleşiler içeren bu yapıtla izleyici tüm zamanların en iyi filmlerini kuşatan sürükleyici bir dünya turuna çıkıyor...

bölüm 1: sinemanın doğuşu (1900-1920)
bölüm 2: hollywood rüyası (1920’ler)
bölüm 3: dışavurumculuk, izlenimcilik, gerçeküstücülük: dünya sinemasının altın çağı (1920’ler)
bölüm 4: sesin gelişi (1930’lar)
bölüm 5: savaş sonrası sineması (1940’lar)
bölüm 6: cinsellik & melodram (1950’ler)
bölüm 7: avrupa’da yeni dalga (1960’lar)
bölüm 8: yeni yönetmenler, yeni biçim (1960’lar)
bölüm 9: 70’lerin amerikan sineması
bölüm 10: dünyayı değiştiren filmler (1970’ler)
bölüm 11: multiplekslerin gelişi ve asya ana akımı (1970’ler)
bölüm 12: güce karşı savaş: sinemada protesto (1980’ler)
bölüm 13: yeni sınırlar: afrika, asya ve latin amerika’da dünya sineması (1990’lar)
bölüm 14: yeni amerikan bağımsızları ve dijital devrim (1990’lar)
bölüm 15: günümüz sineması ve gelecek (2000’ler)


  1. bölüm 11: multiplekslerin gelişi ve asya ana akımı (1970’ler)

    1970’ler ve sonrası:dünyada popüler kültürde yenilikçilik

    hong kong:

    shaw kardeşler dünyanın en büyük film stüdyosunu kurdular.

    king hu 1950’lerin kadınsı sinemasını daha geniş format, daha agresif ve daha hızlıya çevirmiştir. savrulan kameralar ve kılıçlar! ve kung fu sineması doğar.

    ‘’bir tutam zen’’ sıradan kung fu filmi değildir. güneş ışınları kılıç gibi keser. çelik sesine benzer sesler. budist keşişler uçarcasına ilerler. transandantal bir hal. aksiyon sinemasının en cesaretli ve yenilikçi filmidir.

    tayvanlı ang lee ‘’kaplan ve ejderha’’ filminde bu filme selam gönderir. bambu ormanında geçen bol sıçramalı dövüş stilize ve güzeldir.

    king hu hongkong sinemasını erkeksileştirir. ama 70’lerde sahneye hongkongun ‘’öfkeli ejder’’i çıkar. bruce lee daha saldırgan, terli ve öfkelidir. irkçılıkla karşı karşıya kalmıştır ve lee’nin yüzündeki öfke gerçektir.

    70’lerde hongkong filmlerinde fazla kurgu yoktu, görüntü sabit ve genişti. derken 1986’da bu geldi: 80lerin giysileri, seks, hedonizm ve john woo! yeni olan filmin tarzıydı. kurosawa ve pekinpach filmlerinden etkilenen john woo pek çok kamerayla çekim yaptı. kimisi takip kamerasıydı ve yavaş çekim kullanıyordu. kimileri buna ‘’bakışın estetiği’’ dedi. sahneler parça parçaydı. sonrasında woo amerikada van damme filmleri ve ‘’görevimiz tehlike 2’’ yi çekti.

    yuen woo ping’in ‘’demir maymun ‘’ filmi hollywoodu etkiler ve wachowski kardeşler ‘’the matrix’’ için onu yardıma çağırır. dövüş sahnelerinde yuen’in sahnelerini görebiliriz.

    tsui hark hongkongun spielberg’idir. ‘’bir zamanlar çinde’’

    ‘’ejderha hanı’’ dövüş sahnesi: dans ve erotizm, zarafet ve düşler. çaydanlık fokurdar. 20’lerin sovyet filmlerinden bu yana böyle sahneler olmamıştır ve böyle yoğun duygular. hark 90’da hongkong sinemasını allak bullak eder.

    hint ana akım sineması devleşir ve daha yaratıcı hale gelir. sessizce dünyanın en büyük film endüstrisini kurar.

    ‘’büyük moğollar’’ı yönetmen k. asif renkli çekmek istemiş ama yapamamış film sonradan renklendirilmiştir. pembe, fıstık yeşili ve sedef.

    hindistanda 1971’de 433 film çekilir. aynı yıl amerikada da yaklaşık o kadar film çekilmiştir.

    bollywood mıknatıslıdır. ‘’mevsimler’’ ve yönetmen gülizar. 70ler hint sineması onsuz düşünülemez. filmde yaşlı ‘’kumar’’ ile genç ve mutlu ‘’kumar’’ aynı sahnededir. geçmiş ve şimdiki zaman. aşkın ve acının zevki aynı sahnededir. hint sineması böyle usta işi sahnelerle doludur.

    bombay filmleri farklıdır. süslü püslüdür.

    70ler klasiği ‘’zincir’’. zumlar, donmuş kareler, yakın çekimler. ziller çalar, müzik dalga dalga yükselir. perdede fırtına kopar.

    ‘’ateş’’ sholay – ramesh sippi zamanının en muhteşem bollywood filmidir. bu belgeseldeki en etkileyci filmlerdendir. 7 yıl boyunca gösterimde kalmıştır. ve dans sahnesi: hiçbir filmde böyle zalimce bir dans sahnesi yoktur. ‘’ateş’’ chaplini ve leoneyi, cliff richard müzikallerini ve korku sinemasını bir potada eritir.

    arap sinemacılar destansı filmlerden korkmazlar.

    the message – moustapha akkad ‘’çağrı’’ geniş format çekim. anthony quinn kameraya konuşur, sonra yürüyerek uzaklaşır. ters açıdan çekim bekleriz ama gelmez. bunun yerine kamera ayağa kalkar ve ona doğru yürür.

    mısırlı öncü yönetmen yusuf şahin 70lerde popülist ve öfkelidir.

    ‘’serçe’’ devlet başkanı ‘’nasır’’ın umutsuz konuşmasını izleyenlerde duyguları ve şoku yakalamak için şaryoyla yaklaşır. şahin’in ünlü finalinde ‘’bahiya’’ sokaklara koşar. şahin onu önden çeker. pencereler açılır. umutsuzluk toplumsal bir duyguya dönüşür.

    amerikan sinemasında olup bitenler her şeyi değiştirir. jaws – steven spielberg, the exorcist – william friedkin ve star wars – george lucas filmleri ile hasılat rekorları kırılır. sinema hız trenine binmiştir. büyük bütçeli filmler çağı başlar. william friedkin ‘’şeytan’’ da gerçekçi korku sinemasını yüzümüze çarpar. şeytanı seslendiren mercedes mccambridge elleri ve dizleri bağlanarak o korkunç sesi çıkarmıştır. sinema tarihinin en yenilikçi ses performanslarından biridir. friedkin rahibi de tokatlayarak sarsıcı tepkisini kameraya çeker. el kamerasıyla çekilmiştir.

    spielberg jaws’ta çığır açar ve yenilikçidir. kamera denize yakın dalgaları hissettiriyor. tek sahne 3 farklı adam. ve plajda şaryo ile oğlan çocuğunun köpekbalığı tarafından öldürülmesini çeker. görsel perspektifle oynar. hitchcock’un ‘’yükseklik korkusu’’nda yaptığı gibi. ‘’3. türden yakınlaşmalar’’ (close encounters of the third kind)
    spielberg’in alameti farikasıdır. şaşırma ve farkına varma sahnesi geniş açı. sonra şaryodaki kamera bir şeye bakan insanlara yaklaşır. gördüklerini izleyci görmek ister ama spielberg kesme yapmaz. ‘’jurassic world’’ yine aynı şey! bakış açısı ve görme arzusuna dair sinema dersi. spielberg şehirli seçkinlerin düşleriyle ilgilenmez. halktan insanlar ve kayıp babalarla ilgilenir. popüler sinemaya sıkı bir cila çeker ve en başarılı romantik yönetmen ünvanını hak eder.

    star wars: film peri masalı gibi başlar. sözcükler uzayın derinliklerinde süzülür. ses kaydı yeni dolby stereodur. sanki uzayda yankılanır. sonra geniş açı merceklerin önünden uzay gemileri arzı endam ederler. perspektife dalarlar ve devasa görünürler. en saçma konu bu filmdedir. ama film insanları büyüler. komik robot çift, kurosawa’nın ‘’gizli kale’’ sindendir. kurosawa’daki mızraklar lucas’ta ışın kılıcına dönüşür. kötücül karakterlerin çekimi alman leni riefenstahl’ın ‘’iradenin zaferi’’ni hatırlatır.

    80’lerse protesto yılları olacaktır.
  2. bölüm 6: cinsellik & melodram (1950’ler)

    1953-1957
    şişen hikaye

    dünya sinemasının dikişleri patlıyor…

    1950’ler geniş format ve renk.

    nicholas ray’in efsane filmi ‘’ asi gençlik’’ te james dean’in masayı tekmeleme sahnesiyle nasıl duyguları dikişlerinden patlıyorsa, o anda sinemanın dikişlerini de patlatıyor.

    mısır’da da ‘’asi gençlik’’ yoğun yaşanıyor.

    50’ler melodramlar dönemi.

    mısırlı yönetmen yusuf şahin cairo station ile afrika sinemasının kaderini değiştirmiştir.

    erotik düşlerini filme alır. terli bir filmdir.
    cinsel baskıyı verir. açılışında yönetmenin yüzüne tükürmüşler. şaryo, kesme. raylar trenin altında sarsılırken cinsel gerilimi verir.

    hindistan
    1950’lerin sonu, kolonileşmenin de sonu, ayrılık, kıtlık…

    hindistan’ın orson welles’i guru dutt ‘’kağıttan çiçekler’i yapar. hollywood’un ışıklandırmasının zıddı. alttan ışık verir.

    ülke marilyn monroe gibi fotojeniktir.

    hindistan’da ilk filmler tanrılar hakkındadır ve melies filmlerindeki gibi süperpozedir.

    derken ses gelir…

    bollywood’un tohumları. parıltılı sinema.

    kalküta’dan satyajit ray çıkar ve ‘’yol türküsü’’ filmindeki görselliğiyle sinema tarihini değiştirir. gerçek hint köyü ve yaşantısı. idealize edilmemiş çocuklar. kamera salınır. buharlı trenin geliş sahnesi. beyaz renkten kaçınır. suniliğe karşıdır. tank gibi kamerasıyla ince duyguları çeker. en iyi asya filmleri bu filmle birlikte ‘’apu üçlemesi’’dir.

    dikişleri patlatan film ise: mebhoob khan’in bharat mata (hindistan ana)’dır. eller ve ayaklara yakın çekimler, çamur, işçi sınıfı dünyevi renklerle çekilmiştir. hindistan’ın ‘’rüzgar gibi geçti’sidir. dünya sinemasında da mihenk taşıdır.

    çin
    1950’ lerde sosyal baskı yaşıyordu.

    xie jin ‘’sahnedeki kızkardeşler’’.
    tiyatro sahnesi çekilirken kamera vinçle aşağı iner.
    mao’nun kültür devrimi xie’nin kariyerini bitirir. ebeveynleri intihar eder. ona kendi stüdyosunun tuvaleti temizlettirilir.

    japonya
    savaşın etkilerinden kurtulmaya çalışmaktadır. 30’larda altın çağını yaşamıştır.
    50’ler yeni çağın habercisidir.

    mizoguchi ve kurosawa uzun planları sever ve çok kullanır.
    kurosawa yakın planda da ırak mercek kullanır.

    ikiru. yere bakan gözler. modern hayat onu ezer geçer.
    7 samuray. yağmur, çamur, gri atmosfere, efektler şiirsellik katar.

    kanlı taht. lady macbeth’in kimonosu yürürken hışırdar. orman bir kabus gibi. macbeth’in yüzlerce okla ölümü.

    baba filminde de bu sahne vardır.

    latin amerika.
    brezilya’dan ‘’limite’’ ilk yenilikçi filmdi.

    ama sonra 1950’lerde yeni gerçekçilikten etkilenmiş en etkili yönetmen nelson pereira dos santos geliyor.

    kesme olmadan öykü akışını değiştirerek bir yenilik daha getiriyor sinemaya.

    meksika.
    30’larda büyük yönetmenler vardır.

    fernando de fuentes ve dona barbara’sı. tecavüz sahnesi ve arka planda gökyüzü.

    emilio fernandez ve the wild bunch’ı, the pearl’ü.

    fernandez filmleri ışıltılıdır. parlak ışıklarla melodramatik konuları birleştirir.

    ve tabi luis bunuel ve ‘’los olvidados’’da ucubeleri yüksek kontraslı çeker. 1946-1965 bunuel’le meksika gurur duyar.

    amerika.
    idealize edilen bir amerika.
    eisenhower dönemi.

    nazilerden kaçan douglas sirk amerika’ya gelir.
    all that heaven allows’u çeker. filmde önce eisenhower’ın bereketli amerikasını görürüz. nezih bir toplum. sonra her şey değişir. kadın bahçıvanla ilişkiye girer ve douglas herkesi şaşırtır.

    tabular ve bilinçdışının araştırılması 50’li yılların sinemasına damgasını vurur.

    nicholas ray’in johnny guitar filminde mağaraya benzeyen duvar dekoru harikadır. kadın oyuncu joan crawford, vücut diliyle kameradaki en güçlü adamdır. korkunç eleştiriler alır.

    truffaut ‘’bu filmi sevmeyen bir daha sinemaya gitmesin.’’ der.

    kenneth anger ‘’havai fişekler’’ filmiyle adeta düdüklü tencerenin kapağını havaya uçurur.

    newyork
    televizyon çıkmıştır.

    delbert mann’ın yönettiği ‘’marty’’ adlı tv dizisi sansasyon yaratır. ihtişamdan ziyade rod steiger’in oynadığı karakterle. kimliğin melodram hali.

    ve metot doğar. elia kazan’ın ‘’rıhtımlar üzerinde’’ metot filmidir. oyunculukta gerçekçilik. freud’un izinde.

    howard hawsk’ın ‘’kızıl nehir’’ filminde eski ile yeni sinema kavga eder. 50’ler 30 ve 40’lara karşı gelmektedir.

    marlon brando ve james dean yeni modern duygusal erkeğin öncülüdür.

    ‘’asi gençlik’’ çarpık kamerasıyla beğeni dolu dünyaya tekmeyi basar. bu bireysel varoluşsal isyandır. gençler ve öfke istim üstündedir. gerilim dolu bir ülke.

    kaliforniya
    orson welles.
    howard hawks.

    orson welles ‘’bitmeyen balayı’’ geniş açı mercek ve kadına takıntılı.

    john ford ‘’çöl aslanı’’ büyük dram ve kadına takıntılı.

    alfred hitchcock ‘’yükseklik korkusu’’ yine kadın takıntılı.

    howard hawsk ‘’kahramanlar şehri’’ erkeklerin ailesi yoktur.

    ingiltere.
    sinemada cinsel ve toplumsal gerilim gizlidir.

    david lean siyah beyaz gerilim öykülerini insani boyutta ele alır. gotik ve erotik.

    ‘’arabistanlı lawrence’’ deki ünlü kesmeyle kolonyal düşer, dönüşür.

    lindsay anderson ise lean’i aşağılar. zenginlerin bencil olduğunu düşünür ve solcudur.
    ‘’ey hayaller ülkesi’’ nde insanlara bakışı acı ve hayranlık yüklüdür.

    fransa.
    brigitte bardot şık parisliler gibi giyinmeyi reddeder.

    50’ler sinemasında seyirciyi ateş basar. sinemanın dili, dikişleri patlamaktadır.

    bir şey doğacaktır…
  3. bölüm 12: güce karşı savaş: sinemada protesto (1980’ler)

    dünyada sinemacılık ve protesto
    1980’lerde dünyada tüm muhafazakarlar, ideologlar hayat ve aşk hakkında yalan söylerler. en yenilikçi sinemacılar bu yalanlara cevap verir.

    çin:
    açıksözlülük başlar. mao’nun kültür devrimi çin sinemasına mühür vurmuş, efsanevi film okulu pekin film akademisini kapatmıştır. ama yine de okuldan mezun olmuş 5. nesil 1980’lerin en iyi filmlerini çekmiştir.
    dao ma zei – tian zhuangzhuang : bir cenaze töreni. tian yavaş hareket eden budistleri filme alır ve cesedi yiyen akbabalar batılıları dehşete düşüren bir fikirdir. ama at hırsızı ve ailesi için kutsal bir cenaze törenidir.
    huang tu di – kaige chen : sabit çekimler, devasa manzarala, soluk sarı ve yeşiller. kaige filmi çin resimleri gibi çerçeveler.
    tian’ın kültür devrimi hakkındaki lan feng zheng - tian zhuangzhuang filmi yasaklanır ve tian 10 yıl boyunca çalışamaz.
    da hong deng long gao gao gua – zhang yimou : cesur bir simetriye, çarpıcı bir turuncu ve kırmızı renk paletine sahiptir.

    doğu avrupa ve sovyetler:
    monanieba – tengiz abuladze sansasyon yaratır. filmde bir kadın erkeğiyle gömüldüğünü hayal eder. ‘’cephanelik’’teki gibi bir sahne. stalin ve hitler görünümlü diktatörü ölümünden sonra ağaca yaslanmış görüntüsüyle sembolize eder. gorbaçov filmin gösterimine izin verir ve sovyetlerde açıksözlülük başlar. milyonlarca kişinin izlediği film glasnostun parlamasına yol açar. bir filmin dünyayı değiştirişinin nadir örneğidir.
    idi i smotri – elem klimov : hiçbir film gömülmeye bu kadar yakın hissettirmemiştir. oyunculuğu, ses tasarımı, geniş açı çekimleri ve ahlaki ciddiyeti ile gelmiş geçmiş en iyi savaş filmidir.
    dolgie provody – kira muratova : atlamalı kesme. psikolojik esaret. muratova’nın filmlerinin sovyet karşıtı olduğu söylenemez ama yetkililerin sinirini bozmuştur ve muratova’nın hayran olduğu sergey paracanov filmleri gibi dolgie provody de yasaklanır. belki de muratova’nın ırak mercekleri ve gizli kamera çekimlerinin sovyet istihbaratını eleştirdiğini düşünmüşlerdir. film 10 yıl sonra serbest kalır ve gösteriminde ayakta alkışlanır.

    doğu bloku ve kieslowski:
    80’lerin polonyası ve krotki film o zabijaniu - krzysztof kieslowski : jacek’le tanışın. kieslowski onu sarımsı yeşil bir görüntüyle sunar. çekimler maskelenmiştir. görüntü sarımsıdır. taksi şoförü çocuklara yol verir. hitchcock’un ‘’sapık’’ filmindeki janet leigh sahnesine göndermedir. hitchcock sineması korkuyu eğlence unsuru olarak kullanırken kieslowski filmi pislik ve korkuyla mide bulantısı yaratır. taksi şoförünü öldürme sahnesi çok uzun sürer. sahne 3 dakika 45 saniyedir. gerçek zamanda 35 çekim vardır. çorabı, tükürüğü. katil onu çorap, tükürük ve takma dişe indirgemiştir. görüntüdeki maskeleme öyle ağırdır ki vakit geceyarısı gibi görünür. sıra dışı bir yaratıcılık ve idam sahnesi. sadece filmin sonunda beyaz bir ışık görürüz. film ışığın ölümüne duyulan öfkeyi gösterir. film polonyadaki idam cezası kanununu değiştirir…

    afrika sineması:
    o kadar karanlık değildir ama yenilikçilikle doludur.
    wend kuuni – gaston kabore filmi bir mihenk taşıdır. geçmişe dönüşün içine bir geçmişe dönüş daha koyar. estetiğin icadı. kabore geçmişe gerçekliği anlatır.
    yeelen - souleymane cisse: leone filmleri gibi kahramanın etrafında döner. film ‘’arabistanlı lawrence’’ kadar büyük, ‘’uzay macerası’’ kadar reformcudur. sihirli gerçekçi film sinemanın en karmaşık sanat çalışmalarındandır.

    amerika:
    güç wall street’tedir.
    blue velvet – david lynch: beyaz tahta çit. çocuklar yavaş çekimde okula gider. ama lynch’in kadifemsi dokusu korkunç birşeylerin habercisidir.
    the elephant man - david lynch: de bizi karanlık viktorya devri londrasına götürür. oyuncu anthony hopkins bir damla gözyaşı döker. sahne sonsuzluğa uzanır. film gündelik yaşamın rasyonelliğini ve anlaşılabilirliğini protesto eder. lynch bilinçdışı malzemeyi marangozun odunu işlemesi gibi işler. güzelliği dehşetle birleştirir ve buna ‘’ördeğn gözü sineması’’ der. çünkü bir ördeğe bakarsanız göz hep doğru yerdedir. blue velvet ördeğin gözü sahnesi. roy orbison’un şarkısının güzelliği dennis hopper’ın sarhoşluğuyla birleşir. sanki şarkının güzelliği acı verir. düşler de böyledir. lynch’de dış dünyaya karşı korku vardır. muhteşem çerçevelerin içinden korkunun gözlerine bakar.
    80’lerde lynch’ten sonra gelen en büyük yönetmen spike lee’dir. beyaz amerika ve burjuva siyahlığına burnunu sokar.
    do the right thing – spike lee: latin kökenlilerle beyazlar arasındaki gerilimi filmin kaynayan temasını parlak renklerle destekler. eğik kamera açıları kullanarak işleri rayından çıkarır. lee’nin ensevdiği film ‘’üçüncü adam’’ dan alınmış bu teknikle yatay duramayan kamera öyküdeki dengesizliği yansıtır. filmin zirvesi. 80’ler sinemasının en çarpıcı protesto örneğidir.
    john sayles ve maggie renzi de yeni bağımsız amerikan sinemasının temsilcileridir. 90’ların siyasi sineması onları baz alır.

    fransa:
    80’lerin fransası da sayles ve renzi’nin protesto filmlerine tekme atmak istemektedir.
    subway – luc besson.
    80’lerin en iyi yeni fransız yönetmeni leos carax besson’un görsel hiperaktivitesini alır ve punk bir yaklaşımla modern yaşama hakaret ederken kullanır.
    les amants du pont-neuf – leos carax: kayan kamera hareketleri ihtişam ve müsriflikle doludur.

    ispanya:
    protestonun cinsiyet değiştirdiğini görürüz.
    laberinto de pasiones – pedro almodovar: matkaplı katilli,video filmleriyle dalga geçer. almodovar eski kafalı ispanya’ya seks ve tarzla kafa tutar.
    el sol del membrillo – victor erice: franco ispanyası yalanlarla doludur. bu film ise gerçeğe dönüş ve bir tür milli detokstur.

    ingiltere:
    my beautiful laundrette – stephen frears: eşcinsellik, ırklararası seks. çok kültürlü britanya’yı anlatan bir vals. film sağcı hükümetin hayalarına tekmeyi basar. bunuel’in franco ispanyasındaki filmleri kadar kışkırtıcıdır.

    iskoçya:
    bill douglas, bill forsyth de emekçi sınıfa bakar. ama forsyth daha romantiktir. gergory’s girl – bill forsyth
    distant voices, still lives – terence davies: alameti farikası çok yavaş geçişler kullanmasıdır. çerçeveleri simetriktir. vermeer’den etkilenmiştir. yavaş çektiği takip çekimleri de ‘’hoşgörüsüzlük’’ten etkilenmiştir.filminde acının üstesinden gelir.
    gali yönetmen peter greenaway’in de davies gibi çerçeveleri simetriktir. simetriyi daha da ileri noktalara taşır.80’lerde britanya sineması fırtınaysa yıldırım tanrısı derek jarman’dır. leni riefenstahl’ın kurgusunu, kenneth anger’ın sihir, dans ve çılgınlık dolu kurgusuyla harmanlar. the last of england – derek jarman 80’ler sinemasına şimşek gibi düşer ve cronenberg’i büyüler.
    videodrome – david cronenberg: modern yaşamdaki sertlik ve yumuşaklık, ten ve metal arasındaki sınır.
    crash – david cronenberg: parlak metaller, kadifemsi hareketler. kadının saçları deri koltukla aynı renkte.

    kanada:
    jesus de montreal – denys arcand: seyirci olduğu yüzüne çarpılan seyirci rahatsız olur. gerçeği çarpar ama iktidara değil, seyircinin yüzüne. arcand ve cronenberg vücudumuz, cinselliğimiz ve değerlerimiz hakkında kendimize yalan söylediğimizi anlatır.

    derken 90’lar dijital ortam ve internet çağı gelir…
  4. belli düzeyde sinema izleyicileri için -özellikle yönetmen ve ülke sinemalarını hatmetme edasıyla yola koyulanlar- yol gösterici ve eksiklikleri tamamlayan bir çalışma olduğu kanaatindeyim. koca sinema tarihini 15 saate yedirebilmek imkansız olduğundan bazı bölümler izleyende ukte olarak kalsa da bugüne kadar belgesel tadında denk geldiğim en kapsamlı eser diyebilirim. şimdi sıra adı geçen filmlerden yönetmenlerini cımbızla çekip yeni bir izleme listesi oluşturmakta. belki ileride burada paylaşabilirim.
    sde
  5. tam başlık açmaya yeltenmişken, açılmış olduğunu görüp sevindiğim efsanevi yapım. ki henüz bitmedi, sekizinci bölümdeyim. hakiki adamsın (bkz: mark cousins) .