1. bu aralar geç saatlerde balkonda oturmayı seviyorum. tek tük görünen yıldızlara bakıyorum, cırcır böceğini dinliyorum, bazen bi sigara içiyorum, bazen film izliyorum....

    şu anda da taze fındık kırıp yiyorum ve hayatı sorguluyorum... nasıllar, niçinler, gelenler, gidenler... ben halimden memnunum.
  2. bağlama çalmaya başladığımdan beri ilk kez bir türküyü eksiksiz ve güzel çaldım. büyük bir şey başarmışım gibi hissediyorum :)
  3. evet günlük, bu başlığa hiç yazmayan ben, aynı günde ikinci defa yazıyorum. aldığım haberin güzel olması, daha kötüsünü düşününce, karşılaşacağım zorluklar olsa da bana güç veriyor. ileriye dönük umutlarım her zamankinden daha da fazla.

    buna rağmen, bu akşam insan kisvesine bürünmüş eli kalem tutma becerisine sahip yaratıkların da içinde bulunduğu bir mecrada yazdığımın farkına bir kez daha varmak beni yaraladı.

    olsun ben yine de insan olmaya devam edebilme becerimi gösterip, o yaratıkların da bir gün insan olabilmeyi
    becerebileceklerini ummaya devam edeceğim.
  4. ben böyleyimdir işte. söyleyeceklerim o an gelmez aklıma. susar kalırım, cevap vermem. sonra işte ütü yaparken, duvarı izlerken falan gelir aklıma. oysa çoktan olan olmuştur bir şey denmemelidir.
  5. yine bi inceden yıkılmadım değil ama geri çabuk toparlarım bu sefer galiba. dün o kafayla üç paket sigara içmişim. camı açık unutup uyumuşum. sabah işe geç kaldım. boğazım zımpara kağıdı gibi, apar topar gittim. zombi gibi gezdim tüm gün. arkadaşım fotoğraf çekiyordu. çekti ve durdu dedi ki, "aaa şu demet akbağ karakterine benzedin." karakterin adını hatırlamaya çalışıyordu fakat adım gibi emindim kimden bahsettiğinden "gülseren" dedim. (bkz: sen hiç ateşböceği gördün mü?) . gülseren kendimi bildim bileli en sevdiğim karakterdir. gün geçtikçe de benziyorum kendisine. bi dündar olayı vardı. sonu da benzedi sağolsun. kısmet. o zaman bunu buraya bırakayım:

    "dündar, benim aşktan da hayattan da umudumu kesmeye başladığım bir sırada çıktı karşıma. kısa bir öykü oldu ama çok güzeldi. hani radyoda çok sevdiğin bir şarkıya denk gelir sevinirsin de, tam sesini açtığında şarkı biter ya, öyle bir şeydi işte. "
  6. etrafımda çok fazla depresyona giren, mutsuz insan görüyorum ve bu beni çok yoruyor. gülmek zorunda olmak, onları neşelendirmeye çalışırken kendi içimdeki fırtınayı hapsetmeye çalışmak yoruyor.

    eskiden yazmaya heveslenir içimdeki her döküntüyü atardım. artık onu da yapmıyorum. çünkü bir makina gibi günlük rutin işlerimi yapıyor, düşünmemeye çalışıyor ve algılarım kapalı şekilde yaşıyorum. insanlar sürekli soru soruyor, eleştiriyor, insanlar hiç susmuyor. hâl böyle olunca zihnimin içindekileri dinlemeye takatim kalmıyor.

    içimdeki bu kocaman yükü; geleceğe dair, umutsuzluğa dair, insanlara dair olan bu yükü taşıya taşıya kamburlaşıyorum. ama kimse farketmiyor. çünkü herkesin kendi derdi var ve kesinlikle onları birilerine anlatmakla meşguller.
  7. yoruluyorum. zaten yorgunken daha da yoruluyorum. her saniye insanların kıskacında olmak, kendi hayatını yasayabilmeyi suç sanmak. kaçmak. kaçmaktan yoruluyorum. insanlardan yoruluyorum. bir kitap okurken, bir dergi okurken, kulaklığımı takmış yürürken kaçabiliyorum insanlardan. hepsi bu ama. telefonu kırıp atasım geliyor, akabinde insanları kırıp atasım geliyor. mecburiyetlerden sıkıldım. kırmamaya uğraşmaktan sıkıldım. gözlem altında tutulmaktan, yanlış anlaşılmaktan, kısıtlanmaktan sıkıldım. ulan ben kendimi toparlamaya çalışıyorum. kimseyle bir derdim yok beni bir salın be. yorumlarınızdan, nutuklarınızdan, mide bulandırıcı beklenti dolu samimiyetsizliğinizden nefret ettirdiniz.
  8. i'm singin' in the rainnnn, just singin' in the rain, what a glorious feeling, i'm happy again...
  9. şu sıralar ihtiyacım olan tek şey yalnız başıma mezarlığa gidip "sessizliğin sesini" dinlemek...
  10. bu arkadaşlık (kendime genelde bu lüksü çok görürüm) kesilmedi. deri şapkalı adam kitaplar için odama geldi. görünüşe göre benimle, kitapların sahibiyle hiçbir işi yoktu. bir kere bile kim olduğumu ya da ne yaptığımı sormadı. ama kitaplarımı yalayıp yuttu. başta ona daha basit şeyler verdim. anlamaz, diye düşündüm. hayır. anlıyordu. kendine göre bir yolu vardı, ama anlıyordu. sonra ona daha zor kitaplar verdim. ikinci verdiklerimi iade ederken,kitapları ikiye ayırdı:
    'bunlar teğet, şunlar içimden geçti.'
    bir cesedin otobiyografisi

    bazı şeyler daha iyi anlatılamaz. etrafımıza bakalım arkadaşlar, dikkatlice bakalım.