1. bir an durup karşısında duran simsiyah duvara baktı. bu duvara olan yakınlığından ürktü. elindeki kazma ile vurduğu darbeleri düşündü, kişiliğini arıtma çabası gibiydiler. madenin duvarları siyah gözyaşları döktükçe her darbede, daha bir arınıyordu kendisinden. bunca yıllık birikmiş öfkesi, kollarından duvara akıyordu. her vuruş bir haykırıştı, her nefes bir kirleniş. kişiliğinin yaraları onanmaz duruma gelince indirdiği darbelerden, durdu. yemek molasının geçtiği aklına geldi, ve susuzluk, susuzluk derisinden insan görüntüsünü silmişti. durdu. dinlenme köşesine doğru meyletti. yukarı çıkmaları gerekmesin diye bolca gönderdikleri sudan içti.

    vücudu kömür gibi yanıyordu. susuzluk terlemesini kesmiş, vücudu alev almıştı. içtiği su biraz söndürdü yangınını. oturdu bir köşeye, alnını sildi. kömürden duvarı düşündü. dürüst siyahlığını duvarın. eski bir arkadaşı geldi aklına, hep öldüreceğinden korkardı onu. siyah duvar gibi samimi gelirdi ona. siyah duvar gibi parçalanmaya müsait. ne kadar da saftı diye düşündü, kendinden başka her şey saf geliyordu artık. maden duvarlarından siyahı kazıdıkça içi kararmıştı. o sırada ayakkabısının yanında yürüyen bir böceği fark etti, rastgele hareketlerini biraz izledikten sonra topuğuyla ezdi. tekrar arınmak için duvarına doğru yürüdü.

    etrafta duran arkadaşlarını duymuyordu. kendisini anlattığı sürece vardılar, kendisinden bir şey bulmaya çalıştıkça duyardı onları. ne zaman siyah duvar biraz arındırsa ruhunu, dinlemez, konuşmaz olurdu arkadaşlarıyla. kendini iyi hissetmek için vefalı davrandığı anları saymazsak aklına da gelmezdiler ya, madenin darlığı hatırlatıyordu. hepsini çirkin bulurdu, hepsinden tiksinirdi ama gene de siyah dayanılmaz olunca yanlarına gitmek isterdi. siyaha tutkundu o, kendine tutkundu, içindeki bencilliğe tutkundu, iğrendiği ruhuna tutkundu. diğer insanların dostluğu, çürümüş ruhunun kokusu dayanılmaz olduğunda sığındığı limanıydı o kadar. siyah duvar kendiyle ilgilenmez olunca sığındığı. şimdi de konuşuyorlardı, hissedemediği sesler çıkıyordu.

    tekrar çalışmaya başladığından beri kaç saat geçti bilmiyordu, sadece vuruyordu, gözünde mükemmel siyah duvara. elinde onu kırmak için yapılmış kazması. sevdiğine zarar vermekten aldığı hazla vuruyordu duvara. siyah ağıtlar yakıyordu duvar, akıttığı her damla yaş, yanmaya hazır bir taş gibi düşüyordu yere. siyah duvara indirdiği darbeler bozmuyordu mükemmelliğini, kendisini daha umarsız yapıyordu o kadar.

    mesaisinin bitmesine yakın farklı bir şey oldu. duvarda beyaz bir parça belirdi. hayallerinin mükemmelliğine gölge düşüren bir beyazlık. duvarı incitmenin bedeli, mükemmelliğin sonu belirdi. nefesi kesildi. düşecek gibi oldu. kazmayı bi kenara koyup duvara yaklaştı, eliyle beyaz taşa dokundu. beyaz taşın soğukluğuna, hissizliğine. son darbeyi kendisine indirmişti. kalbini parçalamıştı sonunda. kalktı, madenden çıkmaya karar verdi. aklında terk edilmişliği vardı. yukarı çıktığında havanın serin olduğunu fark etti. derin bir nefes aldı. son tutkusundan kurtulmanın verdiği bir özgürlük hissetti. artık arınamayacaktı. artık son bağı da kopmuştu. yorulduğunu fark etti nedense. uzanmak için bir yer aramaya başladı. gözüne yakında ki raylar ilişti gitti başını bir raya koydu. madende geçirdiği saatlerde gece çökmüştü. gökyüzüne baktı, yıldız yoktu. hayalleri yoktu, sevinci yoktu, üzüntüsü yoktu. gözlerini kapattı serin ve rahat bir uykuya daldı.

    rayların titremesiyle uyandı, uzaktan bir tren geliyordu. treni seyretmeye başladı, yaklaştıkça gürültüsü artıyordu. rayların sallantısından başını koyamaz oldu, doğruldu. elini cebine attı bir sigara çıkarttı, yaktı. derin bir nefes çekti sigaradan. madenin girişine baktı. siyah duvardaki beyaz taşı hatırladı. sağına döndü, gecenin karanlığında trenin ışığına baktı. mükemmel siyahı boza bir beyazlık daha diye düşündü. madendeki beyaz taş ruhunu öldürmüştü, tren yaklaştıkça bunu fark etti. tekrar madenin girişine baktı. kendinde kalkacak gücü bulamadı. gecenin karanlığında kendini trenin beyaz ışığına bıraktı.

mesaj gönder