• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.67)
denizi yitiren denizci - yukio mişima
marguerite yourcenar'ın "ince, bıçak ağzı gibi dondurucu bir kusursuzlukta," diye tanımladığı denizi yitiren denizci, dehşeti şiirsel bir anlatımla bütünleştiren, benzersiz bir kitaptır. "kusursuz arınma, ancak yaşamı kanla yazılmış bir şiir dizesine dönüştürerek mümkündür," diyen mişima bu kitapla görüşünü örneklemiş olur. mişima'nın en etkileyici eserlerinden biri olan kitap soğukkanlı şiddeti ustalıkla anlatırken, hiç kuşkusuz yazarın çocukluğunda bilinçaltını etkilemiş baskıları da yansıtır.

roman, dul bir kadın, on üç yaşındaki oğlu noboru ve kadının ikinci eşi olan denizcinin öyküsünü anlatır. yaşıtlarıyla bir çete kuran noboru, ilk tanıştığında denizler fatihi bir kahraman olarak gördüğü denizcinin annesiyle evlenerek sıradan birine dönüşmesinin şokunu atlatamaz.

rakuyo'nun varlığıyla bütünleşmiş olan bu adam, geminin ayrılmaz parçası olan bu adam, kendini o güzel bütünden koparmış, kendi isteğiyle düşlerinden gemileri ve denizi silip atmıştı.

noboru, tatil boyunca ryuji'nin yanından ayrılmamış ve denizle ilgili hikâyeler dinleyerek, ötekilerin hiç bilemeyecekleri denizcilik bilgileri edinmişti. ama onun istediği, bu bilgiler değil, günün birinde denizcinin hikâyeyi yarıda keserek, yeniden denize dönerken ardında bırakacağı mavi su damlalarıydı.

deniz, gemiler ve okyanus seferlerinin hayali ancak bu mavi damlalarda var oluyordu.
  1. militarist bir kişiliği olan yazarımızın hayatı tıpkı romandaki karakterler kadar sıradışı ve ilgi çekici.. kitabı okumadan hayatını okumanızı tavsiye ederim.

    kitaba gelince, yazar bu kitabında üç karakterin dünyalarına koca bir yalnızlık ve acı yüklemiş.karakterlerin varoluş sancısı içinde kıvranışlarını, yalnızlığın ezici ağırlığını kaldıramaması ve hayatı yaşamanın anlamını ararken; ryuji karakterinin - her ne kadar karşı çıkmaya çalışsa da çabalasa da- tekrar sıradanlaştığını, yozlaştığını tıpkı sürü içinde öğütüldüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koymuş. bir yanda kocasını kaybeden bir kadının yıllar içinde büyüyen yalnızlığını bir dala tutunarak bu ezici ağırlıktan kurtulmaya çabalamasını ve oğlu noboru'nun "hayatın yüceliği nedir? ne için yaşamalıyım? " sorularını ve onun da yaşadığı ikilemleri mükemmel bir şekilde işlemiş. yücelik nedir? yazar yüceliği ölüm olarak görüyor. ve kitabın sonunda da " bilirsiniz, buruk olur tadı yüceliğin" diyerek son noktayı koyuyor.
    peki biz ne için yaşamalıyız? mishima gibi idealler uğruna mı? yoksa sürü sevgisi uğruna benliğimizi unutarak koyunlar gibi mi?
    insanoğlunu yıllardır aradığı soruların cevabı.
    rambo filminde dediği gibi : ""hiç uğruna yaşa ya da bir şey uğruna öl!"

    altı çizilecek bir çok yer vardı ama kuşkusuz en sevdiğim bu oldu:

    "günlerimizi boyun eğme, uzlaşma ve korku içinde titreyerek, komşularımızın ne yaptığını merak ederek, fareler gibi yaşayarak tüketeceğiz. ve günün birinde evleneceğiz, çocuklarımız olacak. baba olacağız, dünyanın en kötü şeyi olacağız!"

    ve bir de bu:

    "daldığı düşten ayılmadan, ılık çayı başına dikti. çay buruktu. bilirsiniz, buruk olur tadı yüceliğin."

mesaj gönder