1. ulus baker"in ölüm ve godard hakkında şöyle bir tespiti vardır:

    "ölüm hiçkimse için godard kadar "şiirsel" bir olgu haline gelmedi. onunla yarışabilen herhalde --ve bambaşka bir açıdan-- bir ernst jünger vardır. o kadar şiirsel ki kanlar içinde biri onun filminde kalkıp "bu kan değil ki, yalnızca kırmızı boya" veya "demek ki ölmemişim, çünkü bütün hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmedi" diyebilir... bütün bunlar yalnızca bir ölüm parodisi değil, hayatın temel "irkilme" kudretinin birer parçası olmalı... meseleye çoğunuzun hoşuna gitmeyecek bir "ölüm" meselesiyle başlamamızın nedeni aslında "ölüm" sözcüğünün bile hemen bir yaşama içgüdünü çağırıyor olmasıdır. heidegger kadar büyük bir filozof bize "ölüme-doğru-olma" halinin felsefesini yaptıydı --buna göre yalnız kendi ölümümüzü yapayalnız ölüyoruz ve bunu adamakıllı kavrarsak hayatı daha iyi yaşıyoruz, yani onun çaresizce bir "yapım", bir "inşa" meselesi olduğunun farkına varıyoruz... bu felsefi "güce" rağmen, ölümün hayat içine taşınması zor, hatta imkansızdır. mesela 17. yüzyılda spinoza için ölüm düşünülebilir bir şey değildir --düşünmeye değmez bile, çünkü hiçtir... sonraki yüzyılların neden ölümü düşünmenin alanına davet ettiği ise karmaşık bir sorundur... her durumda ölüm nedense gündeliktir, hergün karşılaştığımız bir durumdur... bu yüzden onu sıradanlaştırmak için uygarlığımız elinden geleni yapmaktadır..."

    (bkz: neden godard?)
    (bkz: ulus baker)

mesaj gönder