1. sadece eskişehirde mi vardı bilemiyorum kader kısmet diye bir şey vardı. şimdi nasıl bir şey bilmeyenler için anlatalım. şimdi bir karton var kartonun üzerinde yüz tane kadar kazınabilecek delikler var. deliklerin üzeri jelatin gibi birşeyle kaplı. iğneyle onu kazıyorsunuz. pek anlatamadım sanırım kazı kazan gibi bir şey diyelim.

    fiyatı tamamen sallayarak anlatıyorum. bir lira veren kişi hangi deliği istiyorsa gösteriyor. kazıdığınız yerde 1 sayısı varsa çikolata kazanıyorsunuz. 2 çıkarsa ay diye kremalı gofret gibi bir şey 3 çıkarsa büyük gofret boş çıkarsa saman gibi kibrit kutusu kadar gofret kazanıyor.

    böylece bu işi yapan çocuk para kazanmaya çalışıyor. tabii bunu bir yerden satın alıyor. sonra insanlara kader kısmet çektiriyor.

    bizde para ne gezer. biz bir arkadaşımla bundan daha iyisini yapıp daha fazla kazanabiliriz dedik. kendi kartonumuzu yaptık. çikolata falan küçük iş. fark yaratalım dedik. ben eve girdim abimin gitarını aldım. babamın almanyadan hediye gelen elektronik kıymetli traş makinesini ve annemin çok sevdiği vazoya benzer bir süs eşyasını aldım. arkadaş annesinin bir bileziğiyle üç tane küçük altınını almış. bahçede duran komşunun oğlunun yesyeni mikasa futbol topunu aldık. arkadaşın abisinin zippo çakmağı ekledik. boş çıkanlar içinse gofret alıp bakkal hesabına yazdırdık.

    şimdi mahallede satış yapamıyoruz komşunun oğlu topu görürse falan diye. üç sokak falan ileri gittik. on lira gibi bir ücrete çekiliş yaptırmaya başladık. çocuklarda o kadar para yok tabii. ama bir kalabalık topladık. sonra bizden on yaş kadar büyük abiler geldi. biri zippo çakmağı kazanınca bir sürü insan geldi. biz yüz lira kadar parayla sokağımıza döndük.

    bakkala borcu ödedik.tüm sokaktaki çocuklara gazoz ısmarladık gururla. sonrasında tam bir kıyamet koptu tabii. o kadar çok üzerimize geldi ki aileler. yaratıcı zekaya saygı yok arkadaş. sonra bu ülke neden gelişmiyor.

    ticari bir deha olacağım o zamandan belliymiş. babam hala traş makinesi aklına geldikçe fırçasını atar.
  2. 1. sınıfta katiyen -kek- yazamamam sonucu sınıfın önünde öğretmenin kafama tahta silgisini basması. k harfinin yanına e geldiğinde bambaşka bir harf oluyo zannediyodum.

    özenle yapılan saçım toz olmuştu. "öğretmenin vurduğu yerde gül biter" avutmalarıyla ağlayarak yerime oturmuştum.
  3. ilkokulda babam dersime giriyordu. beşinci sınıftaydık. sınıfta bi şeyler cereyan etti sınıf dolabı ve camı kırıldı. babam bileti bana kesmiş, sınıfta bana tokat atmıştı. dersler bitti arabaya bindik baba ben yapmadım neden bana tokat attın dediğimde de senin yapmadığını biliyorum demişti. ben de gelincik gibi kin güdüp anneme şikayet ettim dedim ana böyleyken böyle. üzerinden o kadar sene geçti, her sorduğumda sen olsan sen de kendi oğluna tokat atardın diyor. öyle sadist bi aile.

    bu olayın ana karakteri olan öğretmen (babam) ben lisedeyken siz benim oğluma nasıl hakaret edersiniz diyerekten 4 öğretmeni öğretmenler odasında haşat etti. üçü de arkadaşıydı. işte eğitimde şiddetin yeri ve önemi falan filan.
    kuz
  4. sanırım 2. ya da 3. sınıfta bir ödevi yapmayıp yalan söylemiştim oldukça basit. tabi o zamanki tabirle örtmenim yememişti. beni tahtaya kaldırıp sınıftaki 45 kişiye yalancı yalancı sana kimse inanmaz isimli tekerlemeyi söyletmişti. çok utanmıştım. o günden sonra ödev yapmamaya devam ettim ancak yapmak istemediğim için yapmadım demeyi öğrendim.
  5. dayak, sopa, gereksiz olaylar gırla. ama bunu anlatmayacağım şimdi. gereksiz ama şu an kafamı da boşaltmak için tebessüm ile andığım bir olayı ve durumu paylaşacağım.

    Beden eğitimi derslerinde yapılan içtimada, hayt huytlu erkekler boy sırasının sondan üçüncü adamıydım. sondan 2,1 ve sonuncu ise en yakın arkadaşlarım.

    tamamen fiziksel koşullara göre oluşmuş bir gruplaşma olmuş yani. belki kasıtlı belki iç güdüsel, psikolojik. Bunun uzantısı; sınıftaki kızlar "kırmızı kuvvet". kızlarla konuşmak, onlarla vakit geçirmek alçaltıcı bir şey. onlarla görüşen beden eğitimi dersinin ön sıralarında duran erkekler ise işbirlikçi. kızlarla, iğrenç şakalara ve cinselliğe ilişkin yarım yamalak oluşan bilgilere dayalı sağlıksız bir iletişimimiz var yani. ama gerçekte bir etkileme bir beğenilme çabası hasıl bünyelerde.

    ulvi olan ise; açlıktan geberene değin top oynamak, taso/futbolcu kartları ile birikim yapmak, evin içerisinde komşu teyzenin "biri mi öldürülüyor" diyerek bizi kontrol edeceği seviyede hunharca güreşmek.

    dersler iyi, futbol altyapı işleri de var kibrimizden boğuluyor, kendimize laf söylendiğinde örgütlü tepkimizle normal insanları alt ediyoruz. aynı zamanda badaklığa giriş dersininin en gözde öğrencileri olduğumuzun farkında değildik tabi.

    sevimsiz bir müzik öğretmeni vardı. öyleki kadın bir gün derste şunu söyledi "okulumuzda ayna grubu konser verecek, bilet 5.000.000 TL, bileti benden alırsanız sözlü notunuza 5 vereceğim." günlük bütçemizin ayran-gevrek kombinasyonuna 2 günde 1 denk olabildiği bir dönemde hak verirsiniz ki bu bir ciddi meseledir. üstelik ilave giderlerimiz var; okul çıkışı midye, halı saha ücreti, çitos (taso) gibi.

    keyifli bir anlarında anneme ve babama olayı çıtlattım, hiç keyiflerini bozmadan reddettiler.
    derslerimiz iyi ve örgütlü bir çete^:rampola çetesi^ olmamızdan kaynaklı bize yönelik bir çekince var. ama müzik dersinden 5 getirememek bu konuda bizi zor duruma sokabilir. çeteden kimse de bilet alamayacak, zaten iki kişi alamıyorsa diğeri bahsini dahi açmamalı. gerçi kimse alamadı.

    o zaman tek yapılacak iş vardı. yeni - kendi seçtiğin bir türküyü söylemek- bir sınav yöntemiyle gündem yaratan müzik öğretmenine en iyi cevabı sınavda vermek. oysa Helvacıoğlu flütümüzle icra ettiğimiz "süt içtim dilim yandı", "dostluk" gibi eserler ve solfejleriyle gayet iyiydik. bu sınav, değerli youserlar, yeni bir yöntem ve yaklaşım gerektiriyordu.

    evde, grup laçin'in kasedi vardı, 5 adet kafa sallayan, bekar gezen, üniversite öğrencisinden teşkil edilmiş türküler yorumlayan bir grup. ben de eğlenceli hoşuma giden şu türküyü seçtim. evde teybi açıp eşlik etmeler, sınıf önünde yapılacak icraya yönelik provalar. müzisyen peder beye dinletmeler. her şey olacak gibiydi.

    sınav günü, sözleri karıştırmayayım diye sözlerin yazılı olduğu kaset kapağını da alıp gittim okula. sahneye çıktım, gözler üzerimde, şu ana kadar çete üyelerinin performansları gayet iyi. "biz bilet almadık oğlum sizin gibi" tavırları ile mağruruz. kaset kapağını nota sehpası edasıyla elime yerleştirdim. hoca, hangi türküyü söyleyeceğimi sordu, söyledim. söyleyeceğim türküyü bilmediğini söyledi. "hocam ama ben bu türküye çalıştım" dedim. "getir bakayım kapağı" dedi. "hocam" dedim. " bunu biliyorum, bunu söyle" dedi.

    "ben bunu bir kere dinledim sadece, istediğiniz demedin mi ulan!" dedim, içimden.

    "tamam hocam" dedim.

    ve söylemeye başladım. o andan itibaren türkü olduğunu ispat etmek için tek delil kaset kapağı ile arada kendi tuttuğum ritimden kurtulmuş anlaşılabilen bazı sözlerdi. kırmızı kuvvetler, örgütlülüğümüzden korkan bizden uzunlar, herkes umarsızca gülüyordu. çete üyeleri üzülmüş gibiydi ama onlarında yüzünde birbirimize olan sadakatimizi çiğnercesine yılışık bir gülümseme hissettim. kendime dedim ki "hayat böyle oğlum işte, adamı döne döne vurur".

    okul çıkışında rampolaya hesap soracaktım. vakit geldi, tam o esnada biri "beyler, oktay video'da günlük kaset kiraları 1.000.000 TL imiş, yarın korku filmi kiralarız lan" deyince vazgeçtim. oktay videoya gittik.

    sonra bir ara "lan beyler" dedim rampolaya, "en azından ben ayna konserine gitsem mi?", nazikçe sin kaflı şeyler söylediler.

    derdimi seveyim, dönem sonunda karnemdeki tek 3 notu olan ders müzik dersiydi.
  6. Seneee 1997,ilkokul birinci sınıf, istanbul. Sebebini hala anlayamadığım bir şekilde sevilmiyorum sınıfta. baya öğretmen dahil sevmiyor beni; imtihan defterleri vardı o zaman, o "ali bak"ları falan bacası tüten evler olarak çizerdim, "ışık ılık süt iç" leri orman yapar ortadan nehir dökerdim falan, her seferinde bu yaratıcı ruhum takdir göreceğine 101 dalmaçyalı köpekleri desenli ciltle ciltlediğim kırmızı imtihan defterim 65 kişilik sınıfta kafamda patlardı... kimse benle oturmak istemez, konuşmaz,oyun oynamaz falan, hadi çocuklar acımasızdır da öğretmen niye, ne alaka oğlum! Sümüklü bile değildim o yaşta, kol bantlarım hep tertemizdi! Velhasıl ben şahsıma beslenen bu yoğun formüllü antipatiyi okulun ilk günü icra ettiğim çoklu performans gösterime bağlıyorum.

    Üçüncü derste aramızda hala kaynaşmayan, çekinceli öğrenciler olduğunu anlayan öğretmen, "hadi şimdi herkes tek tek kalksın, bize bir şarkı söylesiin, alkışlayarak oylama yapalım çocuklar oldu muu!" diye coşkulu bir öneride bulundu ve ilginç bir şekilde bütün öğrenciler kabul ettik. Şimdi onlar düşünsün...

    Herkes çıkıyor, ya minnoş bir çocuk şarkısı (mini mini bir kuşun donmak üzereyken eve alınması, sonra nankör itin teki çıkmasıyla ilgili, kadın anaların çilesi ve güneşin alasının birbirine oranının hesaplandığı, haftanın günlerinin ekmek macchiato çarpsın ki yedi tane olduğunu anlatmaya çalışan bilumum şarkılar işte) , ya da anasından babasından duyup öğrendiği naif, kendi halinde türküler ("yatırdım yatırdım çam dibine" gibi, "kayanın dibinde mal mı yayılır" gibi, "asvap serdim sicime,uyma elin picine" gibi) söylüyor. Ben daha o yaşta Mustafa keser'le gapışabilecek zenginlik ve çeşitteki repertuarımı tarıyorum,tarıyorum ki orijinal olayım, bu mini mini birlerle bir olmayayım. Yeterince bir'iz zaten, bir de bir olursam artık biiir biiir birilerine yani...

    Sıra bana geldi. Fırfırı bile olmayan maviş önlüğümün içinde mağrur, dantelsiz ama dişi olduğuma delalet kalp desenli beyaz yakamın içinde (ulan o zaman bile beyaz yakalıymışım, ne dangalak bir kast geçişi yaşadım ben zaman içinde tövbe tövbe...) orijinal ve pop art ruhluydum. Kara tahtanın önüne geldim ve pür sessizliği, meraklı miniklerin dingin heyecanını, öğretmenimin "yeni nesil benim eserim olacak" umudunu aha şu eserin sesli ve görüntülü icrasyla darmaduman ettim. Ben bir kral tv çocuğuydum, bana yakışanı yapmalıydım. Evet, şarkıyı baştan sona söyledim. Doğuş'un kameraya baktığı gibi o masum miniklerin yüzüne gözlerimi aça aça aça aça aça aaaa diye baktım. Adeta bir cabbar, bir bıcır gibi, aynı o Papağanlar gibi doğuş'tan öğrendiğim ne varsa tekrarlıyordum. Yeni nesil bendim, öğretmenin bu gerçekle okulun daha ilk günü karşılaşması, onda tamiri mümkün olmayan ve zaman içinde benim kafama ve kulağıma yansıtacağı tahribatlara sebep olmuştu, bunu gözlerindeki dehşetten anlayabiliyordum. Huzur ve sükunun ebesine atlamıştım, tck madde 123 ün nefesini ensemde hissediyor, buna rağmen kuyruğuna basılmış itler gibi hopluyor,dans ediyor, utanmadan klipteki taklayı atmaya teşebbüs ediyordum. Ve Sadece 6 yaşındaydım...

    Şarkı bittiği ve dilim dışarı çıktığı andan sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yani iki ders öncesi gibi. her şey hızla boka saracak, katı olan her şey buharlaşacak, ben asla durmayacaktım. Sonrası olaylaa olaylaa... Onlar da başka günlerin entry'si, bugünlük bu kadar kara mazi yeter, öperim muhteremler.
  7. eğer sınıfın uslu, sessiz, çalışkan öğrencisiyseniz öğretmeniniz mutlaka yanınıza yaramaz birini oturtturmuştur. öğretmen çocuğu zapt edememiş ve sizden bunu bekler. açıkçası bu taktiğin işe yaradığı bi öğrenci de görmedim
    gamit
  8. o yaşın salaklığıyla laf taşımıştım. tüm sınıf bana düşman kesildi. pişmanım. 20 sene öncesine gidebilmek için neler vermezdim.
  9. kreşe gittiğim zamanlar, kreş müdürünün oğluna aşıktım ve genel olarak diğer kızlar tarafından bayağı sabote ediliyor ve eziyete uğruyordum. neyse işte bir gün daha bitti, servis falan olayı yok herkesin annesi babası almaya geliyor. bir gün bizimkiler bayağı bir gecikti. hoca çıktı müdür çıktı bir tek kreş binasını kitleyecek bir kadın vardı o da tee en alt katta uyuyordu ben de iki kat üstte kendi kendime oynuyordum. neyse ben oynarken iki tane kız geldi, bir tanesi hande hiç unutmuyorum gülerek geldiler beni yatırdılar ve hiç abartısız her yerimi kırk dakika boyunca ısırdılar. kolum, bacağım karnım falan her yerim bas bas bağırıyorum bizim görevli alt katta hiç duymuyor. annem geldiğinde hizmetli geldi de anca o zaman bana bir baktı benim her yerim mosmor. bir kere de dersane hocam çok fena ısırmıştı hiç unutmam ahddj
  10. ilk kopyami ingilizce sinavinda cekmistim. sans buya sinav baslayinca kitabim siramin gozunde kalmis :d bende egilip bakarak hatirlayamadigim popcorn'u yazmistim.