1. geçen edebiyat dersinde, 8 mart olduğu için kadınlar konuşsun, mesela erkeklere ne söylemek istersiniz falan dedi hoca. birisi çıktı dedi ki "bence erkekler kadınlara bağırmasın çünkü bu beni korkutuyor ama kadınlar erkeklere bağırabilir çünkü ben önemsediğimi bağırarak belli ederim" suratım direkt böyle oldu????? "belki o da seni önemsediğini belli etmek için bağırıyordur?" dedim ama ikna olmadı pek... bana kalırsa bağırarak konuşanlar tahammül sınırlarımı en çok zorlayan insanlar ama artık belki de beni önemsemeye çalıştığını belli ediyodur diye düşünmeyi deneyeyim bari...
  2. "en çok bağıran en doğru sayılır insanlar işitmeyince"

    bu iş zor yonca.
    (bkz: bülent ortaçgil)
  3. bir diyalogda, o iki kişinin konuşması esnasındaki ses seviyesinin aynı ortamda bulunan 3. bir kişinin duyamayacağı desibelde olması gerekir. yüksek sesle konuşmaktan bağırmaya kadar gidebilen ses seviyesi öncelikle karşıdaki kişiye yapılan en büyük saygısızlıklardan biridir.

    ülkemizde oldukça yaygın ve bundan dolayı da fazla yadırganmayan bu davranış aslında bir davranış bozukluğudur.

    öfkesini kontrol edemeyen insanlardan öfkeli olmadığı anlarda bile bunu konuşma tarzı haline getirmiş olan insanlara kadar geniş bir yelpaze çizer.

    ve işin garibi bunu kendini daha iyi ifade etmek ve karşı tarafın dinlemesi için yapıyor dahi olsa tam tersi bir iletişim sorunu yaratırlar.

    nedenleri ise:

    öfke kontrol bozukluğu

    çocukluğunda aile içi iletişim problemi yaşamış olmak

    sindirilmiş çocukluk

    televizyon, internet: çocukluktan itibaren karşısında ‘’edilgen’’ ve ‘’sanal’’ biçimde sürülen pasif yaşam bir yandan da sinsice iletişim kurma becerisini öldürür. iletişim yollarını tıkalı hisseden kişi bunu sesini yükselterek aşma yoluna gider.

    bağırmak öğrenilmiş davranıştır. çocuğun yanında yüksek sesle konuşmak ve bağırmak, çocuğa bağırarak konuşmayı öğretmek demektir.

    aile içi iletişim atmosferi: çocuk konuşurken anne veya babanın onu can kulağıyla dinlemeyip bir yandan başka bir şeyle ilgilenmesi. bu durum çocukta psikolojik yıkım yaratır, kendini değersiz hissettirir. belki dinlerler diye bağırarak konuşmaya başlar ve bu büyüyünce de aynı şekilde devam eder.

    bunlardan başka bir de bilinçli olarak başkalarını ezmek için bağıranlar veya bağırdıklarında karşı tarafı ikna edebileceklerini zannedenler vardır.

    ancak şu bilinmelidir ki sesin şiddeti arttıkça dinlenme ve anlaşılma olasılığı azalır.

    stanislaw lec’in de dediği gibi ‘’bazen sesini duyurabilmek için susman gerekir.’’

    bir sonraki bölüm de sanırım (bkz: insanlar neden kendi ses tonunda konuşmaz)
  4. "düşünce ile çığlık bağdaşmaz. şuurun sesi çığlık değildir. yabani bağırır, medenî insan konuşur."
    bu ülke - cemil meriç
  5. "siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu? kıymetli malı olanlar bağırmaz. domatesci, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz. eskici bağırır ama antikacı bağırmaz. insan bağırırken düşünemez. düşünemeyenler ise hep kavga içindedir. popçular, folkçular boğazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor. ama dede efendiyi okuyanlar bağırmıyor"
    demiş necip fazıl ne güzel demiş.
  6. kelimeleriyle yaratamadıkları etkiyi, punto büyüterek yaratabileceklerini düşünenlerin davranışı.
  7. sadece biyolojik açıdan ya da psikolojik açıdan düşünecek olsak dahi çok fazla şey yazılabilir. ama belirgin de olduğunu düşündüğüm yalnızca iki sebebi yazarak uzatmamayı düşünüyorum:

    -bağıran insanların bulunduğu bir ortamda yetiştiği için farkında olmadan sahip olduğu bir öğreti olabilir. bir süre sonra sürekli yapılan şeyler hipotalamus tarafından kontrol edildiği ve kişi kontrolünden çıktığı için farkında olmadan bunu hayatı boyunca yapmayı sürdürebilir. (bunu engellemek için ekstra bir çaba harcamazsa)

    -bir konuda haksız çıkacağı zaman sesini karşıdakinden/karşıdakilerden fazla çıkartarak konuşturmamayı amaçlayan -ki en sevmediğim insan tiplemelerinden birisidir- egosu yüksek biri olabilir. çünkü bu insanlar hiç "yanlış yapamazlar". ve yılın sıcak mevsimlerinde güneylere doğru göç edip fotoğraflar çekerek onlarla hava atmaktan çok hoşlanırlar.
  8. dikkat çekmek için bağırıyor hepsi diye düşünürdüm hepsi ama bazı insanlar gerçekten sesini kontrol edemiyor ya da bazen zor duyduğu için de sesli konuşuyormuş.
    bir de herkesin bir ağızdan konuştuğu evde büyüdüğü için bağıranlar var ki evlerden ırak. bir akrabamızda var bu durum ev tımarhane gibi herkes bağıra bağıra konuşur sesini duyurmak için daha da bağırır ve sonu baş ağrısı mide bulantısı.
    wtf
  9. kelimelerle dolduramadığı boşlukları yüksek sesle doldurmak için.
  10. belirli durum ve zamanlarda, bağırarak diyemesem de, sesini normalinden hayli yükselterek konuşan biri olarak kendimce bir nokta üzerinde durabilirim.

    benim için en önemli etkene yukarıda değinilmiş; bağırarak konuşan insanların içinde yetişmek, bu huyu istemsiz olarak edinmek yolunda çok etkili bir katalizör maalesef. bu sevimsiz, hatta hem konuşan olarak beni, hem de dinleyen olarak karşımdakini bir noktada rahatsız edebilen huyumun temellerini atan kişi de babamdır. her insanın diyalog içindeki konumuna verdiği tepki ve bununla yüzleşme (ya da bundan kaçma) metodu, bu doğrultuda da iletişim kurma kanalı farklıdır. babam iletişim sahnesinde, haklı olduğu çok az konuda haklılığını savunmayı bilmeyen; haksızlığını ise bağırarak örtmeye çalışan bir figür. hep öyle oldu. hala öyle mi bilmiyorum. yaklaşık iki yıldır tek yaşıyor. ve aynı şehri geride bırakıp farklı sebeplerle, ve tamamen tesadüfen aynı şehre taşınmamıza rağmen en fazla on defa yüz yüze geldiğimiz, ve zamanında bana yeteri kadar ya da olması gerektiği gibi destek olamayışının pişmanlığı ve vicdan azabı sebebiyle konuşmaktan mümkün olduğunca imtina ettiği için bunu gözlemleyebileceğim bir zaman dilimi yakalayamadım; ama değişmiş olacağını sanmıyorum.


    tek çocuk olmama ve anne babamla birlikte, diğer aile üyelerinden ayrı yaşamamıza rağmen kalabalık bir ortamda büyüdüm; hatta anne ve babamın mesaileri sabah başlayıp akşam bittiği için ilk on yılım anneanne ve dedemin ebeveynliğinde geçti. sonrasında okula tek başıma gidip gelebildiğim, evde kimse olmadığında kendime yiyecek bir şeyler hazırlayabildiğim, kendime ait bir anahtarımın ve telefonumun olduğu dönem başladı ama anne ve babamla geçirdiğim zamanda herhangi bir artış olmadı. üçümüzün de evde bulunduğu kesişim saatleri gece 1-2 ve sabah 7 arasıydı. (kesişim kümesini akşamüstü 6'dan gece 1-2'ye çeken kişi babamdı tabi; annem dersi biter bitmez evde olurdu yoksa) ve bu böyle yıllarca devam etti. sesini yükselttiği tartışmalarda nadir olarak karşısında bulundum; ama annem günaşırı kendini bu tartışmaların ortasında buluyordu, ben de eğer uyumamışsam, ya da babamın sesi beni uyandıracak kadar yüksekse, odamdan dinliyordum. demek istediğim, böyle bir yaklaşımın bir başka aile üyesine geçmesi için, bu yaklaşımın kaynağı aile üyesiyle yıllar boyunca hemen her gün dip dibe olmak, ya da fiilen diyaloglarda bulunmak, onun tarafından eleştirilmek ya da onunla mutabık olunmayan konularda tartışmak şart bile değil. aile içinde -buna geniş aile üyeleri de dahil- sesini yükselterek ya da bağırarak konuşan hiç kimse yok onun dışında; ve yine aile içinde en az görüştüğüm, iletişim kurduğum kişi de o. bu kadar az etkileşime rağmen, belirli sıklıklarda buna tanık olmak bile, bu huyun size bir virüs gibi bulaşmasına ön ayak olabiliyor.


    yalnız bende farklı bir düzlemde baş gösteriyor. haksız olduğumda sesimi yükseltmem mesela; tam tersi, bunu kabullenmek ve olayları yeniden, olabildiğince objektif şekilde ele alabileceğim sakinliğe ulaşmak için sessizliğe gömülürüm. sesimi yükselttiğim, hatta bazen -babam kadar şiddetli olmasa bile- bağırdığım zamanlar; öncesinde kendimi mümkün olan en iyi şekilde açıkladığımı ve ifade ettiğimi kendi içimde bildiğim halde, buna rağmen karşı taraf tarafından tamamen yanlış anlaşıldığımı, hatta belki de hiç anlaşılmadığımı gördüğüm zamanlardır. en iyi, en doğru, en uygun kelimeleri olabilecek en makul kompozisyonda sıralamışımdır; ama bu bile işe yaramamıştır örneğin. "bu bile işe yaramadıysa demek ki hiç anlaşılmayacağım" düşüncesi beni sinirlendirir, endişelendirir, hatta bana çaresiz hissettirir, bu yüzden de sesimi yükselterek, hatta bazen bağırarak konuşurum. bir de; çok fazla heyecanlandığımda, hatırlamamın ve kendisinden bahsetmemin beni fazlasıyla mutlu ettiği konular ya da kişiler hakkında konuşuyorken sesim istemsizce yükselir, nefes alışveriş tempom bile değişir. bu durumlarda neyse de; diğer tip vakalarda bu yönelimi göstermem hiç hoşuma gitmiyor. değiştirmeye çalışıyorum; halen daha silinip gitmedi ama öncesine kıyasla epey ilerleme kaydettiğimi düşünüyorum. bunda yüksek sesle konuşmamak için kendimi telkin etmem dışında; kendimi olabilecek en verimli şekilde anlatmamın, çeşitli değişkenler sebebiyle (karşımdaki kişi, içinde bulunulan vaziyet, yaşanılan istisnai durumlar gibi) her zaman verimli şekilde anlaşılmam için yeterli olmayabileceğini kabul etmemin etkisi de var. böyle durumlarda kendimi ifade etmek için farklı alternatifler deniyorum. o da isabetli olmuyorsa, asla olmayacak olan bir şey için çabalamayı bırakıyorum. böylece ne kendimi yıpratıyorum, ne de karşımdaki insanları huzursuz ediyorum. ifade etmeye çabalamaktan vazgeçme eşiğini saptamak ve uygulamak konusunda çok yeniyim; ama dengeyi kurabildiğimi düşünüyorum.


    sonuç olarak; eğer sesini yükselterek-bağırarak konuşan bireyin bu huyundaki ağırlıklı etken nokta aile ya da içinde yetiştiği ortamsa, bu yaklaşımda çoğu kez istemsizce bulunduğunun hatırlanması gerekli bence. elbette önüne geçmesinin imkansız olmadığının da. çok, çok zor ama imkansız değil.