1. sevdiğin insanın annesine hediye alıp göz boyamak için harika bir gün.
  2. her geçen gün daha iyiye gider sanıyorsun ama olmuyor.
  3. o şimdi mahkumu izledim bu gece. yavuz bingöl sırf suzanı için tünel kazdı. para bile istemedi. ille de suzan. suzana gittiğinde bide ne görsün, sakat kalan kocasına bakıyor suzan. koca da yavuza bakıyor melul melul. kıstırdı kuyruğunu döndü hapishaneye. hapishanedekilerinde bir bekleyeni yoktu. beklediği sanılan sevgililerini başkaları alıyordu. en sonunda kapattılar tüneli. dünyaya açılan son kapıyı. bütün umutlar tükenmişti çünkü. suzanı da el almıştı zaten.
  4. iki saat sonra doğum günüm ve kutlayacağım kimsem yok, hoş, doğum günlerini de sevmem ya, insan kutlamak istiyor içten içe, yanında birileri olsun, hayata onunla tutunsun istiyor, mutsuzum, boğulacak kadar mutsuzum hemde.
    çevremdekiler teker teker bırakıp gidiyor beni, mutlu olmak istiyorum.
    dilekler söylenmez genelde doğum günlerinde.

    ben mutlu olmak istiyorum, hepsi bu.
  5. annemin en yakın arkadaşıyla 15 yaşımda tam 4 defa birlikte olmuştum.
  6. yanımda tanımadığım bir insan hapşırdığı zaman içimden 'çok yaşa' diyerek onun hayatını kurtardığımı düşünüyorum.
  7. kardeşim biliyorum, canın yanıyor, seni tamamladığını düşündüğün birini kaybetmek, birinden vazgeçmek, eksilmek ya da, insanı hayata bağlayan damarlarından birini kendi elleriyle söküp atmak demek.

    nefes alamayacak gibi olursun, kaybedilen her şey, dizlerinin yanında, başucunda duruyordur. sen seviyorum dersin, onlar, önüne daha neler çıkacak derler. yorgun düşersin, hiçbir şey yapmak istemezsin, hiçbir şeyden ne tat alırsın, ne de hayata umutla bakarsın. yaşını bahane ederler, bir şeyi sevmenin yaş ile alakalı olmadığını anlatamazsın.

    onunla geçtiğin sokaklardan, bu sefer yalnız başına geçmek zorunda kalacaksın, kurduğun hayalleri artık bir daha kimse için kuramayacaksın. oysa sen sadece mutlu olmak istemişsindir, ya da onu sadece mutlu etmek.

    mutsuz olursun, yemek yemek istemezsin, dışarı çıkmak, küsersin. hem kendine küsersin, hem de adil olmadığını düşündüğün hayata. kendini ona anlatabilme imkanın olsa, dünya da hiçbir varlığın önünüzde duramayacağını gösterirsin, ama o seni dinlemek istemez.

    günler geçer, hiç kapanmayacağını düşündüğün yaların iyileşmeye başlar. kabuğu üstünde hâlâ tazedir ama kopartmak istemezsin, çünkü artık iyileşmek istersin. sesini unutursun, ama isteyerek değil, bu da daha çok yakar canını. sağda solda arkadaşlarını görürsün, ama ona rastlamazsın.

    unutamazsın, hafızan bir türlü silmek istemez, hayatının sonuna kadar büyük yaralar açan insanlar seninle birlikte olacaktırlar. sadece bir süre sonra hissetmemeye başlarsın, bir zamanlar ona sarılmanın artık nasıl bir duygu olduğunu bilmezsin, ama onu unutamazsın, o yaraları unutursun, nasıl canının yandığını, geriye güzel hatıralar kalır, güzel hatırlarsın.
    çünkü insan sevdiği birini kötü hatırlayamıyor.

    yıllar geçer, artık daha iyisin, iyileşmişsin, yaraların da kapanmış, onu görürsün, kafana bir çekiç darbesi ile vuruluyormuş gibi hissedersin o an.
    ilk olarak yutkunmak istersin, göz kapakların yavaşça açılır kapanır, inanamazsın çünkü, ama gerçektir. sol tarafın saydamlaşır.

    geriye dönmek istersin ama dönemezsin, hayat herkes için kaldığı yerden devam eder, yarım bir şekilde…

    unutulmaz abim, unutulmaz ama geriye de dönülmez.
  8. on dokuzlu yaşlarımın sonlarındaydım, bir yaz günü, oturduğu evin biraz yakınında, belki de bir daha kalplerimizin hiç bu kadar yakın olamayacağı bir günde buluşmuştuk, hava koyuydu. biz ise tesadüf müdür bilinmez, beyaz tişörtler giymiştik, renklerle alakalı bir şey.

    elini tuttum, -bu dünyada benim yanımdayken ona hiç kimsenin zarar veremeyeceğini bilmesi için- hava daha da karardı.

    öptüm, - dünya kabuğu üzerinde iyileşmeyen her şey için- yağmur yağmaya başladı, gökyüzüne baktık, devam ettik. sanki pes etmemizi bekler gibiydi.

    dünyanın dengesi iyi olacak derken, dünyanın dengesini bozuyormuşuz, ya da kendi dünyamızın dengini, bilemiyorum, gözlerinin içine baktım, defalarca.

    kelimelerin ve sesin olmadığı bir yerde yan yana oturmuştuk,
    ayrı yazılmıyorduk.

    güzel gözleri vardı, kör olmaktan korkuyordum.

    bir şeyler anlatmam gerektiğini biliyordum ama bunu kelimeler ile yapamayacağımı bildiğim için hissetmesini bekledim, olmadı. sanırım o hissedemedi, ben de tam anlamıyla anlatamadım.

    eğer anlatabilseydim, yeniden limon ağaçlarının yapraklarını koparabilecek miydik beraber, ya da onları saklayacak mıydık? balıklama atlamak istediğimiz halde yapmayıp, elini tutup, çivileme atlayabilecek miydik kıçı kırık o sahil kasabasında tekrar?

    eğer anlatabilseydim, gıcırdayan merdivenleri olan kültür merkezinde seni tekrar seyredebilecek miydim? bir ayağı daha kısa olan kare masanın etrafında arkadaşlarınla birlikte tekrardan oturabilecek miydik?

    eğer anlatabilseydim gerçekten, seni izlemeye gelmeyen ama çıkışında bekleyen babanla tesadüf eseri tanışıp, tekrar saçma sapan bir futbol muhabbetini konuşabilecek miydik?

    eğer anlatabilseydim, arkadaşın tekrar benim, onun sevdiğine kavuşabilmesi için dua etmemi isteyecek miydi? bilirsin, genelde dualarım kabul olur.

    belki de bu hayattaki en büyük felaketlerden biri de, anlatamamaktır.
    ya da hissedememek, bilemiyorum.
  9. her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    birini tanıdım, bakımsız bir bahçenin ortasında açmış bir çiçeği suluyordu, üstü başı toz içinde kalmıştı, mutluydu. ben ise o güne kadar çiçeklerin de bir kalbi olduğunu bilmiyordum. ilkokulda, öğretmeninin verdiği bütün kurdeleleri saklamış, dünyayı bir kurdeleye bağlamıştı. ben ise bir kurdelenin beni hayatta tutacağından o zamanlar habersizdim.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    bir kalabalığı yarıp, kendi cesedimle karşılaştım diyemediğim için, sen de kendimi buldum dedim. gözlerimin içine baktı, mutlu sonla biten bir film gibi izledim, soluksuz.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    okulda onu rahatsız eden birilerinin olduğunu öğrendiğim gün okul çıkışında, herkesin içinde onu rahatsız eden çocuğu komalık ettiğim için bir hafta konuşmadı benimle. ben ise onun saçının bir teline zarar gelsin istemiyordum.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi severdik. bir gün daha önce adını bile duymadığımız bir sokağın o dar kaldırımları arasından geçerken tuttum kolundan, öptüm, nefes alıp verişimiz hızlanmıştı. bana, bir gün bu kaldırımlardan tek başımıza geçmek zorunda kalmayalım, demişti.
    kaldırımların üzerime yıkılacağını tahmin bile etmemiştim.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    bizim birbirimizi tanımaya başlamamızdan yaklaşık on beş ay geçmiş, son bir ay boyunca hiç konuşmamışız, bana, bir akşam üzeri, beni artık istemediğini, ona artık yazmamam gerektiğini söyledi. bu bir ayrılık cümlesiydi. tüm zorluklara rağmen pes etmeyeceğimize, ayrılık kelimesini bizim alfabemizden çıkaracağımıza ve ne olursa olsun elimizi hiç bırakmayacağımıza dair sözleşmiştik oysa ki, olsun. vedalardan hoşlanmadığım halde son kez buluşmamız gerektiğini söyledim, kabul etti.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    bir pazar günü maç çıkışında geldi yanıma, nereye gideceğimizi bilmediğimiz bir şekilde durağa doğru yürüdük, sustuk, insanlar yanımızdan geçti, biz sadece yürüdük, cebimde onun bilekliği, ellerim cebimde. şimdi seninle illa bir yerde oturuyor olsaydık eğer dedim, sahildeki bankları göz ucuyla keserek, muhtemelen böyle bir yer olurdu. denizi karşıma, dünyamı sağıma almıştım, ve bir cümlenin beni nakavt edeceği anı bekliyordum, ama belli etmiyordum.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    değer verdiğim şeyleri incitmeden sevmeyi öğrenemediğim için kafamın içinde kendime kızıyordum, ama bir yandan da birbirimizi inanılmaz derecede yıprattığımız için onun artık daha fazla yorulmasını, acı çekmesini istemiyordum. birbirimize döndük, ellerimi cebimden çıkardım, yavaşça yüzünü iki elimin arasına aldım, parmaklarımı gezdirdim, ezberlemek gibi.
    gözyaşlarına hakim olamadı, başını kalbime yasladı, dinledi.
    bu, evine veda etmekle aynı şeydi.

    gözyaşlarını sildi, gidelim mi diye sordu, taşıyamadığımız tüm yükleri o bankta bırakıp hiç gelmesini istemediğim bir otobüsü beklemek üzere durağa doğru yürümeye koyulduk, hiç konuşmadık, sustuk, kaybettik.

    biliyorum, çok kişi bekledi o durakta, çok kişi ağladı,
    ama en güzel biz veda etmiştik.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.
  10. eyleme dönüşmeyen hiçbir söze inanmıyorum.