1. 'che ya da feyyaz' adlı çok sevdiğim bir yazısı bulunan yönetmen- senarist kişisi;

    "yıllar önceydi. bir akşam uzun zamandır görmediğim annemleri ziyarete gittim. gece, o zaman 12 yaşlarında filan olan kardeşimin odasını paylaştık. yerimi yadırgadığım için sabah ezanında uyanmışım. evdekileri uyandırmamak için kalkamadım tabii ve yatağımda, sessizlik içinde beklemeye başladım. sıkıntıdan yıllar önce benim, artık kardeşimin olan odamızı incelemeye, burada geçmiş yıllarımı, gençliğimi, anılarımı düşünmeye başladım. benden sonra pek bir şey değişmemişti. köşede eski bir büfe, üstünde yattığımız karşılıklı iki çekyat, yerde çocukluğumdan beri kullandığımız isparta halısı ve boyaları dökülmüş duvarda bir benim, bir de che'nin gençlik fotoğrafları... tek değişiklik, ikisinin ortasına özenle asılmış büyükçe bir posterden yarısı ayakta, yarısı oturarak bana bakan, üstlerinde siyah beyaz çubuklu formalarıyla beşiktaşlı futbolculardı... ben de beşiktaşlı sayılırdım ama o zamanlar futbolla da, futbolcularla da pek aram yoktu. içlerinden bir tek arada bir üniversitede gördüğüm metin tekin'i tanırdım. tam posteri incelemeye başlamış, futbolculara, formalarına falan dalmıştım ki bir anda içim ürpererek tam karşımda yatan kardeşimi fark ettim. bana doğru yan yatmış ve gözleri açıktı. ne bir kıpırtı ne de bir hayat belirtisi olmadan öylece bana, aslında beni de aşıp ötelere bakıyordu. nasıl korktuğumu anlatamam. uzun süre hareket edemeden, bir tek kelime söylemeden, aklıma gelen bin bir kötü düşünceyle bekledim. ve sonunda kendimi toparlayıp usulca "cemil" diyebildim. cemil bir ölünün canlanışı gibi yavaşça kıpırdadı ve daldığı yerden sıyrılıp sessizlikle fısıldadı. "efendim abi". rahatladım. "napıyorsun sen, uyumuyor musun...?" "yok abi." cemil biraz bekledi ve seslendi. "abi, feyyaz napıyodur şimdi?"

    cemil'in ne kadar kendine dönük, ne kadar saf bir çocuk olduğunu biliyordum, ama duyduğuma yine de inanamadım. uzun süre cevap vermeden öylece yüzüne baktım. sonra başımı kaldırıp duvardaki postere... önce bu feyyaz'ın, bu siyah beyaz çubuklu formalının hangisi olduğunu bulmaya, sonra da bir futbolcu parçasının beni, belki che'yi bile kıskandıracak biçimde bir çocuğun kalbine, düşlerine, hayallerine böylesine nasıl girebildiğini anlamaya çalıştım. ama bunu anlamak zordu. hele benim gibi kendini beğenmiş bir solcunun anlaması daha da zordu. çünkü bunu anlamak için sabahları erkenden ve kalbin ağrıyarak uyanmak gerekiyordu. sıkıntı içinde, sinirle maç saatini beklemek, çubuklu olmasa bile siyah ya da beyaz bir forma giyip kar demeden, çamur demeden yollara düşmek gerekiyordu. bunu anlamak için dolmabahçe'ye yakınlaşıp tezahüratları duyduğunda panik olmak, geç kaldım endişesi ile adımları sıklaştırmak gerekiyordu. bunu anlamak için yağmurda bilet kuyruğunda beklemek, en acısı yemeden içmeden bütün hafta biriktirdiğin harçlıklarınla açıktan da olsa bir bilet alıp inönü'de mümkünse kadıköy'de ya da başka bir yer, mesela izmir'de, bir fb maçında beşiktaşlı bir taraftar olmak gerekiyordu....

    neyse. cemil şimdi 30'unun üstünde. işsiz. onun bu feyyaz sevgisi yetmezmiş gibi üstüne bir de sergen yalçın, tümer metin, ilhan mansız ve pascal nouma sevgisi de eklenince kaldıramadı çocuk. kendi de çok çekti, bize de çok çektirdi. beşiktaş'ta oynayabilmek için çok ter döktü, çok çalıştı, stad kapılarında ömrünü yedi. ama bu a...na koyduğumun hayatı fener'e bir gol atma fırsatı vermedi çocuğa. olsun, hiç önemli değil. iyi, dürüst ve namuslu bir adam oldu cemil. hiç yoldan çıkmadı. bendeniz abisi, arkadaşları ve ailesi onu çok seviyor. ama bu aralar sabahları pek erken kalmıyormuş. duyduğuma göre 4 mayıs sabahını bekliyormuş...

    madem bu hikayeyi anlattım şunu da eklemeden geçemeyeceğim. biz, cemil büyüdükten sonra birbirimize ilk kez inönü'de, kapalıda, bir fb maçında carew gol attığında uzun uzun sarıldık. ve ikimiz de neredeyse ağlayacaktık.

    büyük beşiktaşımızın sevgili futbolcularına..."

mesaj gönder