1. her duyguyu ifade edemiyorum. zaten ifade edebilmem de beklenemezdi. bu ifade etmekten kaçınmamdan ileri gelmiyor, dil yetersiz kalıyor. duygularımı ifade etmekten kaçınmadım bugüne kadar. ne hissettiysem, oracıkta söylemeye çalıştım dil elverdiğince. yine bir his var. kavuruyor içimi. dizlerimi zayıflatıyor, saç diplerimi acıtıyor. bunları yazarken de açım ama iştahım yok. daha önceleri de birkaç kere hissettiğim bir duyguya yakınsıyorum. ama duygular çok incelikli şeylerdir, ufak tefek değişiklikler çok farklı duygulara yol açabilir. o yüzden o duygu değil işte.

    "olanlardan sorumlu değilim" duygusu bir nebze olsun içimi rahatlatıyor. bu sorumluluktan kaçma değil ama ben bir insanın hayatında bir kere olsun etrafında geçen olaylardan tamamen sorumluluk sahası dışında sayılamayacağına inanıyorum. bu yüzden bu duygu benim için ikiyüzlülük.

    kaybetme korkusu, çoğu zaman, yetersizlik şüphesiyle gelir. bir kez bu kurt düştü mü içinize hayatınızın altını oymaya başlarsınız. ta ki artık basacak zemininiz kalmayana kadar. oysa sağlıklı bilinç, böyle bir durumda, sakin kalıp ne konuda yetersiz olduğunu düşünmeye çabalar. dedim ya insan asla sorumluluk sahası dışında sayılamaz diye, kimseyi "elinizde olmayan sebeplerden" ötürü kaybetmezsiniz. buna neden olan nadiren yetersizlik, çokça yetersizlik şüphesidir. bu şüphe, bu kurt, içinizi öyle bir kemirir ki suçluluk duygusunun altında ezilmemek için karşı tarafı suçlamaya başlarsınız. yapma bunu zihnim, yapma.

    evet, hislerimi söylemekten kaçınmam ama ufak değişikliklerin bambaşka hislere yol açabileceğini düşündüğümden, en ufak semantik hatanın büsbütün yanlış anlaşılmalara sebep olacağını bilirim. bu yüzden bir şair gibi ince eler sık dokurum hislerimi anlatma yöntemimi. işte tüm bunları yazıyor olma sebebim tek bir hissi, dahası kısa süreli belki de anlık bir hissi ifade etmek istememden kaynaklanıyor.

    anlatmak, özellikle utanç duyduğunuz bir hissi anlatmak, sancılıdır hatta daha ileri gidiyorum; işkencedir! kimseye bu işkenceyi yapmak istemem kendimden başka. çünkü artık o his geçse de izi her zaman kalacaktır. emrah serbes'in kitabının ismi gibi "her temas iz bırakır". ve anlatmak o izi, yarayı sızlatır ve dâhi kanatır. şimdi bunları yazarken hissettiğim şey canımı yakıyor. ellerim terlemeye başladı yeniden. kafam istemsizce titriyor. kelimelere rağmen bu öyle aristokrat bir his değil. bilâkis, son derece varoş bir his. varoş kötü bir şey değildir. varoş his, burada, rasyonel bir karşılığı olmayan hissi tanımlamak için kullanılmıştır. gel gelelim ben her zaman varoş hislerin tutkusunu, aristokrat hislerin soğuk rasyonalitesine tercih etmiş; bu varoş hisleri aristokrat cümlelerle anlatmayı tercih etmişimdir. bu da tutkunun ateşinin yaktığı zihnimi, rasyonalitenin soğuk bıçağının kesmesiyle acımı hep katlamıştır.

    bu his kaybetme korkusu yahut kıskanma hissi değil. biliyorum çünkü bunları daha önce deneyimledim. bu da yetersizlik şüphesinin bir çocuğu ama şimdiye kadar tanışmadığım bir çocuğu. diğer ikisiyle birkaç kez tanışmışlığım vardır. ne olduğunu bilmiyorum ama adlandırmam gerekiyorsa literatüre geçmesi için, "yakıcı bilinmezlik" derdim. çünkü genzimi, ellerimi, ayak tabanlarımı, saç diplerimi, midemi ve göğsümü yakıyor bu bilinmezlik. tuhaf, oysa her şey ortada. beni seven kadın, benim sevdiğim kadın aynı kişiler ve ona duyduğum güven kendime duyduğum güvenden daha fazla. belki de kendime duyduğum güven azalmıştır, kendime inancım azalmıştır.

    belli bir süre uzak kalmak ve "ilkel tehdit" sayısının artmış olması -bu durumda buraya bir parantez açmam gerekiyor. şu anki durumda "ilkel tehdit" olarak adlandırdığım bu olay artmış durumda ama olayı açıklamakla uğraşmak istemiyorum- bu "yakıcı bilinmezlik" duygusunu ortaya çıkarıyor sanırım. tuhaf, yapış yapış ve kirli bir his. insanın kendi altını oyması durumundan başka bir şey değil.

    özür dilerim, seni seviyorum.

mesaj gönder