1. Seneee 1997,ilkokul birinci sınıf, istanbul. Sebebini hala anlayamadığım bir şekilde sevilmiyorum sınıfta. baya öğretmen dahil sevmiyor beni; imtihan defterleri vardı o zaman, o "ali bak"ları falan bacası tüten evler olarak çizerdim, "ışık ılık süt iç" leri orman yapar ortadan nehir dökerdim falan, her seferinde bu yaratıcı ruhum takdir göreceğine 101 dalmaçyalı köpekleri desenli ciltle ciltlediğim kırmızı imtihan defterim 65 kişilik sınıfta kafamda patlardı... kimse benle oturmak istemez, konuşmaz,oyun oynamaz falan, hadi çocuklar acımasızdır da öğretmen niye, ne alaka oğlum! Sümüklü bile değildim o yaşta, kol bantlarım hep tertemizdi! Velhasıl ben şahsıma beslenen bu yoğun formüllü antipatiyi okulun ilk günü icra ettiğim çoklu performans gösterime bağlıyorum.

    Üçüncü derste aramızda hala kaynaşmayan, çekinceli öğrenciler olduğunu anlayan öğretmen, "hadi şimdi herkes tek tek kalksın, bize bir şarkı söylesiin, alkışlayarak oylama yapalım çocuklar oldu muu!" diye coşkulu bir öneride bulundu ve ilginç bir şekilde bütün öğrenciler kabul ettik. Şimdi onlar düşünsün...

    Herkes çıkıyor, ya minnoş bir çocuk şarkısı (mini mini bir kuşun donmak üzereyken eve alınması, sonra nankör itin teki çıkmasıyla ilgili, kadın anaların çilesi ve güneşin alasının birbirine oranının hesaplandığı, haftanın günlerinin ekmek macchiato çarpsın ki yedi tane olduğunu anlatmaya çalışan bilumum şarkılar işte) , ya da anasından babasından duyup öğrendiği naif, kendi halinde türküler ("yatırdım yatırdım çam dibine" gibi, "kayanın dibinde mal mı yayılır" gibi, "asvap serdim sicime,uyma elin picine" gibi) söylüyor. Ben daha o yaşta Mustafa keser'le gapışabilecek zenginlik ve çeşitteki repertuarımı tarıyorum,tarıyorum ki orijinal olayım, bu mini mini birlerle bir olmayayım. Yeterince bir'iz zaten, bir de bir olursam artık biiir biiir birilerine yani...

    Sıra bana geldi. Fırfırı bile olmayan maviş önlüğümün içinde mağrur, dantelsiz ama dişi olduğuma delalet kalp desenli beyaz yakamın içinde (ulan o zaman bile beyaz yakalıymışım, ne dangalak bir kast geçişi yaşadım ben zaman içinde tövbe tövbe...) orijinal ve pop art ruhluydum. Kara tahtanın önüne geldim ve pür sessizliği, meraklı miniklerin dingin heyecanını, öğretmenimin "yeni nesil benim eserim olacak" umudunu aha şu eserin sesli ve görüntülü icrasyla darmaduman ettim. Ben bir kral tv çocuğuydum, bana yakışanı yapmalıydım. Evet, şarkıyı baştan sona söyledim. Doğuş'un kameraya baktığı gibi o masum miniklerin yüzüne gözlerimi aça aça aça aça aça aaaa diye baktım. Adeta bir cabbar, bir bıcır gibi, aynı o Papağanlar gibi doğuş'tan öğrendiğim ne varsa tekrarlıyordum. Yeni nesil bendim, öğretmenin bu gerçekle okulun daha ilk günü karşılaşması, onda tamiri mümkün olmayan ve zaman içinde benim kafama ve kulağıma yansıtacağı tahribatlara sebep olmuştu, bunu gözlerindeki dehşetten anlayabiliyordum. Huzur ve sükunun ebesine atlamıştım, tck madde 123 ün nefesini ensemde hissediyor, buna rağmen kuyruğuna basılmış itler gibi hopluyor,dans ediyor, utanmadan klipteki taklayı atmaya teşebbüs ediyordum. Ve Sadece 6 yaşındaydım...

    Şarkı bittiği ve dilim dışarı çıktığı andan sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yani iki ders öncesi gibi. her şey hızla boka saracak, katı olan her şey buharlaşacak, ben asla durmayacaktım. Sonrası olaylaa olaylaa... Onlar da başka günlerin entry'si, bugünlük bu kadar kara mazi yeter, öperim muhteremler.
  2. ortaokul ikinci sınıfım. istanbul'un varoş mahallesinde sıradan bir devlet okulunda dönem sonu karne günü. ben karne gününden bir gün önce okula laylaylom yapmaya gitmiştim ve cok güzel bir kavgaya bulaşıp bir gözü mor eve dönmüştüm. açıkcası dayak yemem,gözümün morarması bunların hiç bir önemi yok neticede hırçın bir erkek çocuğuyuz,dayak da yeriz dayak da atarız. aslında canımı sıkan yarın ki karne günü okulun son günü bütün sınıfa mor gözle veda etmek.
    kendi kendime karar verdim karne almaya gitmeyeceğim ama o işler öyle olmuyor evdekiler karne bekliyor,belge bekliyor bu kararımdan vazgeçmek zorunda kaldım ve suratımdaki mor nişanla karne sabahı yola çıktım.
    okula hemen girmek istemedi canım,sokakta,caddede oyalandım biraz saat geçirdim,iyice cesaretimi topladım kafamda ki plan acele etmek hızlıca sınıfa gireceğim,karnemi alacağım ve koşarak kaçacağım.
    planı başlattım koşarak katları tırmandım sınıfa daldım şanslıyım ki o sırada karne ve belge dağıtımı başlamış hemen öğretmenimin yanında bittim şimdi burada öğretmenden bahsetmek isterim. öğretmenimin adı şule 26-27 yaşlarında resim dersimize giren kızıl saçlı hoş bir bayandı. şule öğretmenimin yanında bittiğim zaman gözümün halini görünce önce bir şok oldu "aaa ne oldu gözüne dedi" bir şey yok öğretmenim bir kaza işte öğretmenim acelem var karnemi alabilir miyim?
    karnemi verdi takdirname almışsın aferin dedi tebrik edeceği zaman benimde acelem var tabi tokalaşma ve öpüşme sırasında ben şule öğretmenin dudağına gömül ^:swh^ şule öğretmen şok oldu uzunca bir "aaaa!" çektikten sonra bende hiçbir şey olmamış gibi iyi tatiller öğretmenim diyerek koştum ve çıktım sınıftan.
    (bkz: acele işe eros karışır)
  3. bi gün arkadaşım gelmişti eve gidicekti,bende uğurlamak için merdivene kadar inmiştim,ayakkabılarını giyiyordu,bi espri vardı,hatırlamıyorum ona gülmeye başladık,o güldükçe ben gülüyorum,ben güldükçe o daha da gülüyor,ikimiz de dur yapma nolur karnım acıyor derkeen arkadaşımın ayaklarına baktım garip bişeyler olduğunun farkındaydım...
    (bkz: gülmekten altına yapmak)

    çok eğlenceli biri olduğumu bi kez daha hatırladım.
  4. sadece eskişehirde mi vardı bilemiyorum kader kısmet diye bir şey vardı. şimdi nasıl bir şey bilmeyenler için anlatalım. şimdi bir karton var kartonun üzerinde yüz tane kadar kazınabilecek delikler var. deliklerin üzeri jelatin gibi birşeyle kaplı. iğneyle onu kazıyorsunuz. pek anlatamadım sanırım kazı kazan gibi bir şey diyelim.

    fiyatı tamamen sallayarak anlatıyorum. bir lira veren kişi hangi deliği istiyorsa gösteriyor. kazıdığınız yerde 1 sayısı varsa çikolata kazanıyorsunuz. 2 çıkarsa ay diye kremalı gofret gibi bir şey 3 çıkarsa büyük gofret boş çıkarsa saman gibi kibrit kutusu kadar gofret kazanıyor.

    böylece bu işi yapan çocuk para kazanmaya çalışıyor. tabii bunu bir yerden satın alıyor. sonra insanlara kader kısmet çektiriyor.

    bizde para ne gezer. biz bir arkadaşımla bundan daha iyisini yapıp daha fazla kazanabiliriz dedik. kendi kartonumuzu yaptık. çikolata falan küçük iş. fark yaratalım dedik. ben eve girdim abimin gitarını aldım. babamın almanyadan hediye gelen elektronik kıymetli traş makinesini ve annemin çok sevdiği vazoya benzer bir süs eşyasını aldım. arkadaş annesinin bir bileziğiyle üç tane küçük altınını almış. bahçede duran komşunun oğlunun yesyeni mikasa futbol topunu aldık. arkadaşın abisinin zippo çakmağı ekledik. boş çıkanlar içinse gofret alıp bakkal hesabına yazdırdık.

    şimdi mahallede satış yapamıyoruz komşunun oğlu topu görürse falan diye. üç sokak falan ileri gittik. on lira gibi bir ücrete çekiliş yaptırmaya başladık. çocuklarda o kadar para yok tabii. ama bir kalabalık topladık. sonra bizden on yaş kadar büyük abiler geldi. biri zippo çakmağı kazanınca bir sürü insan geldi. biz yüz lira kadar parayla sokağımıza döndük.

    bakkala borcu ödedik.tüm sokaktaki çocuklara gazoz ısmarladık gururla. sonrasında tam bir kıyamet koptu tabii. o kadar çok üzerimize geldi ki aileler. yaratıcı zekaya saygı yok arkadaş. sonra bu ülke neden gelişmiyor.

    ticari bir deha olacağım o zamandan belliymiş. babam hala traş makinesi aklına geldikçe fırçasını atar.
  5. oturduğum mahallede vakti zamanında diyarbakırlı bir kız vardı, bize göre epey iri ve gelişmiş biriydi. bizle oynamaz sadece arada laf dalaşı yapardı. ufak tefek fiziksel şiddet de uygulardı ama hiçbizaman arkadaş grubu olarak birleşip de şu kızı dövelim mevzusu olmazdı, 10 kişi de dalsak kız bizi çiğ çiğ yerdi. allan ayısı.

    neyse birgün ip oynuyoruz, habire ipimize karışıyor. yapma diyorum anlamıyor. ben epey sinirlenmeye başlayınca bunu ittirdim. yapma lan yapma diye bağırmaya başladım. iyi bi dayak yicemi anlayan diğer kızlar yavaştan tüymeye başladı. kaldım mal gibi ortada. upuzun da saçları var, o an ne yapabileceğimi düşünürken tuttum bunu saçından kafasını aşağı kadar çektim. saçı bıraktığım an kaçıcak yer arıyorum, eve koşmayı tercih ettim. tam apartmana giricem anne anne die bağırıyorum ki kapıyı açsın. zile yetişemiyordum, en üst katta oturuyorduk. o an da annemin namaz kılacağı tuttu. benim ayı da arkamdan koşturuyor, yakaladı beni apartmanda. önce kafamı tutup apartman duvarına yüzümü vurdu. sonra dışarı çekti. ama kendimde değildim, bir de dışarda kafa attı bana, burnum kırıldı. sonra anlayamadığım bi şekilde, süreyi de hala bilmiyorum, annem aşağı indiğinde bi arabanın altından çekiyordu beni. hani kız nası arabanın altına soktu hatırlamıyorım ama oluk oluk kanıyor burnum. annemin tavrı netti. yüzüme baktı, yanağıma hafif de olsa bi tokat geçirdi, niye mahallenin kızlarıyla kavga ediyormuşum.

    hastanede çubuklarla kemik oturtma kısmı vardı, allah düşmanımın başına vermesin. acıyı tarif edemem.

    o ayının bana bıraktığı bir yamukluk var burnumda. o kızı tekrar görsem öldürürüm de, iyileşme sürecimde mahalleden taşınmışlar. arada facede aratıyorum, eğer bulursam, gerçekten canına okucam.
  6. kreşe gittiğim zamanlar, kreş müdürünün oğluna aşıktım ve genel olarak diğer kızlar tarafından bayağı sabote ediliyor ve eziyete uğruyordum. neyse işte bir gün daha bitti, servis falan olayı yok herkesin annesi babası almaya geliyor. bir gün bizimkiler bayağı bir gecikti. hoca çıktı müdür çıktı bir tek kreş binasını kitleyecek bir kadın vardı o da tee en alt katta uyuyordu ben de iki kat üstte kendi kendime oynuyordum. neyse ben oynarken iki tane kız geldi, bir tanesi hande hiç unutmuyorum gülerek geldiler beni yatırdılar ve hiç abartısız her yerimi kırk dakika boyunca ısırdılar. kolum, bacağım karnım falan her yerim bas bas bağırıyorum bizim görevli alt katta hiç duymuyor. annem geldiğinde hizmetli geldi de anca o zaman bana bir baktı benim her yerim mosmor. bir kere de dersane hocam çok fena ısırmıştı hiç unutmam ahddj
  7. ilk kopyami ingilizce sinavinda cekmistim. sans buya sinav baslayinca kitabim siramin gozunde kalmis :d bende egilip bakarak hatirlayamadigim popcorn'u yazmistim.
  8. annemlerin tayini izmir'in bi köyüne ciktigi icin ilkokulu köyde bitirdim. lojmanda kaliyorduk, ev ile okul ayni bahce icinde. 9daki derse 10 dakika kala uyaniyorum öyle bi rahatlik. babam müdür yardimcisi, annem de ögretmenimdi. zaten ilk zaman toplamda 4 ögretmen vardi.. birinci sinif iskence gibiydi kimse tarafindan sevilmiyordum ve cidden zorbaliga ugruyodum kimse benimle iletisime girmiyor, oyunlarda dislaniyorum falan cok zor bi zamandi. sonra sonra artik kabullenilmeye baslandim ve kelimenin tam anlamiyla bi sokak cocuguna döndüm. yasitim kizlar evinden cikmazken benim tek arkadaslarim biraz klasik ama erkeklerdi..

    bisiklette arka iki tekeri attiktan sonra tam bi bisiklet serserisi haline gelmistim. okul 3te bitiyordu, eve geliyordum isik hizinda ödevlerimi yapip yemegimi yiyip bisiklete zipliyodum. emektar bisikletimin frenleri kopmus aldigi darbelerden yamuk yilik gidiyodu ama asla beni yari yolda birakmiyodu canim kizim.

    o zamanlar bir de köpegimiz var, ates. asiri iri, görenleri kacirtan cinsten ama asiri sevecen bi kangal:') kapimizin önünde beklerdi saati gelince evin biraz ilerisindeki agila giderdi.

    evin cevresinde oturan benden kücük bi cocuk vardi asla bana kani isinmadi, oyunlarda o istenmese de onu dahil ettirirdim ama yine de beni sevmezdi. bi gün bilye oynuyoruz ben bunun bütün bilyelerini üttüm. haliyle bana iyice uyuz oldu o gün ve bisikletimi kacirdi. canim kizim, emektarimi gözlerimin önünde aldi götürdü ve bi duvara toslatti. ben delirdim tabii, saldirdim buna firlattim bütün bilyeleri. sonra bana nasil kinlendiyse gitti babasini cagirdi. adam bagira bagira pesimden kosturuyor ben hem agliyorum hem kaciyorum ama bir yandan da aklim bisikletimde ve bilyelerimde. kendi canimdan cok bisikletimin akibetine üzülüyorum. en son evin orda atesi cagirdim adam beni, ates adami kovaliyor, bahcedeki bütün cocuklar sok kimse bisey yapamiyor, bagiramiyor bile. o adam hep bagirdigi icin, sesi bize kadar geldigi icin annemler dikkate almadi sanirim eve kosunca anladilar durumu. babam adamla görüsüyor, annem atesi tutuyor, ben de bilyelerimi ve bisikletimi güvenli bölgeye getirmeye calisiyorum..

    ertesi gün okuldan sonra cocuk, annesi ve babasi geldi kapiya, kadinin elinde bir tepsi börek, cocugun elinde bir tepsi kek. kadin annemden özür diliyor, adam babamdan. cocukta hala tik yok bana nefretle bakiyor.. o olaydan sonra bi daha asla cocukla hicbi sekilde iletisime gecmedim. aradan 10-11 yil gecmesine ragmen hala her karsilastigimizda adam ve kadin bana mahcup bi sekilde bakar, cocuk nefretle bakar..
  9. hafızamdan tamamen sildigimi zannediyordum, meğer ne çok şey yaşamış ve hissetmişim. 9 yaşında çantama ekmek koyup, o yüksek sıradağları "keşfe" gidiyorduk kuzenimle, ilk defa kartal, ilk defa yılan gördüğümüz vakitler.. keşfettiģimiz güzel göller, hayvanlarla iletişimimiz.. vay be. insanıyla doğasıyla ne çok anım varmış benim. bu gece konuştukça hatırladım. ata binmek, kuzulara gitmek, mağarada dayımın anlattığı antik yunan efsaneleri, pantolonlara yazılan ahmed arif şiirleri, şarkılar, kavgalar, eski ermeni yerleşkelerinde oyun oynamak.. ne güzel bir çocukluk geçirmişim.