1. Ben daha okula başlamamıştım. evde de ablamın taktir belgesi alması konuşuluyordu sanırım. babannemlerin bulgaristan'dan getirdiği bulgarca hikaye kitapları vardı. türkçe okuma yazma bilmiyorum senin neyine bulgarca kitap karıştırmak. her neyse annemle babam beni o kitabın arkasına yazı yazdığımı zannederken bulmuş. "napıyorsun f?" diye sorunca da "kendime karne hazırlıyorum yaa." diye cevap almışlar. oturup ağlamaya başlamışım "neden kimse bana karne vermiyor?" diye. -o zamandan bir bende bir ineklik olduğunu sezmeleri lazımmış aslında.- sonuç olarakta babam oturup bana karne hazırlamış. e biraz da okuyamamdan faydalanmış. ^:swh^

    ortaya da böyle bir şey çıkmış ^:swh^
  2. dayak, sopa, gereksiz olaylar gırla. ama bunu anlatmayacağım şimdi. gereksiz ama şu an kafamı da boşaltmak için tebessüm ile andığım bir olayı ve durumu paylaşacağım.

    Beden eğitimi derslerinde yapılan içtimada, hayt huytlu erkekler boy sırasının sondan üçüncü adamıydım. sondan 2,1 ve sonuncu ise en yakın arkadaşlarım.

    tamamen fiziksel koşullara göre oluşmuş bir gruplaşma olmuş yani. belki kasıtlı belki iç güdüsel, psikolojik. Bunun uzantısı; sınıftaki kızlar "kırmızı kuvvet". kızlarla konuşmak, onlarla vakit geçirmek alçaltıcı bir şey. onlarla görüşen beden eğitimi dersinin ön sıralarında duran erkekler ise işbirlikçi. kızlarla, iğrenç şakalara ve cinselliğe ilişkin yarım yamalak oluşan bilgilere dayalı sağlıksız bir iletişimimiz var yani. ama gerçekte bir etkileme bir beğenilme çabası hasıl bünyelerde.

    ulvi olan ise; açlıktan geberene değin top oynamak, taso/futbolcu kartları ile birikim yapmak, evin içerisinde komşu teyzenin "biri mi öldürülüyor" diyerek bizi kontrol edeceği seviyede hunharca güreşmek.

    dersler iyi, futbol altyapı işleri de var kibrimizden boğuluyor, kendimize laf söylendiğinde örgütlü tepkimizle normal insanları alt ediyoruz. aynı zamanda badaklığa giriş dersininin en gözde öğrencileri olduğumuzun farkında değildik tabi.

    sevimsiz bir müzik öğretmeni vardı. öyleki kadın bir gün derste şunu söyledi "okulumuzda ayna grubu konser verecek, bilet 5.000.000 TL, bileti benden alırsanız sözlü notunuza 5 vereceğim." günlük bütçemizin ayran-gevrek kombinasyonuna 2 günde 1 denk olabildiği bir dönemde hak verirsiniz ki bu bir ciddi meseledir. üstelik ilave giderlerimiz var; okul çıkışı midye, halı saha ücreti, çitos (taso) gibi.

    keyifli bir anlarında anneme ve babama olayı çıtlattım, hiç keyiflerini bozmadan reddettiler.
    derslerimiz iyi ve örgütlü bir çete^:rampola çetesi^ olmamızdan kaynaklı bize yönelik bir çekince var. ama müzik dersinden 5 getirememek bu konuda bizi zor duruma sokabilir. çeteden kimse de bilet alamayacak, zaten iki kişi alamıyorsa diğeri bahsini dahi açmamalı. gerçi kimse alamadı.

    o zaman tek yapılacak iş vardı. yeni - kendi seçtiğin bir türküyü söylemek- bir sınav yöntemiyle gündem yaratan müzik öğretmenine en iyi cevabı sınavda vermek. oysa Helvacıoğlu flütümüzle icra ettiğimiz "süt içtim dilim yandı", "dostluk" gibi eserler ve solfejleriyle gayet iyiydik. bu sınav, değerli youserlar, yeni bir yöntem ve yaklaşım gerektiriyordu.

    evde, grup laçin'in kasedi vardı, 5 adet kafa sallayan, bekar gezen, üniversite öğrencisinden teşkil edilmiş türküler yorumlayan bir grup. ben de eğlenceli hoşuma giden şu türküyü seçtim. evde teybi açıp eşlik etmeler, sınıf önünde yapılacak icraya yönelik provalar. müzisyen peder beye dinletmeler. her şey olacak gibiydi.

    sınav günü, sözleri karıştırmayayım diye sözlerin yazılı olduğu kaset kapağını da alıp gittim okula. sahneye çıktım, gözler üzerimde, şu ana kadar çete üyelerinin performansları gayet iyi. "biz bilet almadık oğlum sizin gibi" tavırları ile mağruruz. kaset kapağını nota sehpası edasıyla elime yerleştirdim. hoca, hangi türküyü söyleyeceğimi sordu, söyledim. söyleyeceğim türküyü bilmediğini söyledi. "hocam ama ben bu türküye çalıştım" dedim. "getir bakayım kapağı" dedi. "hocam" dedim. " bunu biliyorum, bunu söyle" dedi.

    "ben bunu bir kere dinledim sadece, istediğiniz demedin mi ulan!" dedim, içimden.

    "tamam hocam" dedim.

    ve söylemeye başladım. o andan itibaren türkü olduğunu ispat etmek için tek delil kaset kapağı ile arada kendi tuttuğum ritimden kurtulmuş anlaşılabilen bazı sözlerdi. kırmızı kuvvetler, örgütlülüğümüzden korkan bizden uzunlar, herkes umarsızca gülüyordu. çete üyeleri üzülmüş gibiydi ama onlarında yüzünde birbirimize olan sadakatimizi çiğnercesine yılışık bir gülümseme hissettim. kendime dedim ki "hayat böyle oğlum işte, adamı döne döne vurur".

    okul çıkışında rampolaya hesap soracaktım. vakit geldi, tam o esnada biri "beyler, oktay video'da günlük kaset kiraları 1.000.000 TL imiş, yarın korku filmi kiralarız lan" deyince vazgeçtim. oktay videoya gittik.

    sonra bir ara "lan beyler" dedim rampolaya, "en azından ben ayna konserine gitsem mi?", nazikçe sin kaflı şeyler söylediler.

    derdimi seveyim, dönem sonunda karnemdeki tek 3 notu olan ders müzik dersiydi.
  3. aslında tam travmatik değil ?

    beşinci sınıftayız ders galiba türkçe, yanımda ki arkadaşımla sık sık iddialaşırım, çocukca ufak tefek şeyler için iddiaya gireriz maksat tenefüste ağzımız tatlansın ve yine bir iddia makamını kurduk iddiam şu dedim ki ben sınıftaki bütün kızlara yaklaşık 15 kız vardı işte bütün kızlara ders sırasında öpücük göndereceğim neyine, şuyuna,buyuna ne olduğunu hatırlamıyorum ama iddiam büyükse kazancım da büyük olacak işte böyle girdim ben iddiaaya.

    ayşe pıst pıst (ayşe döner) muck (ayşe şok), songül pıst,pıst ( songül döner) muck (songül utandı), aydan iste bu çok tehlikeli aydan tam erkek fatma sert kadınlara bayılmam o beni bayıltır neyse aydan pıst pıst (aydan bakar) muck (aydan dilini katlayıp ısırır şöyle ) işte böyle hepsine öpücüklerimi gönderdim.
    tabi bu dersin bitişi var zil çaldı hoca çıktı ve o aydan bir üstüme atladı o hengamede çimçikler,şaplaklar hava da uçuştu ve düşündüm sonra değer mi? diye
  4. Seneee 1997,ilkokul birinci sınıf, istanbul. Sebebini hala anlayamadığım bir şekilde sevilmiyorum sınıfta. baya öğretmen dahil sevmiyor beni; imtihan defterleri vardı o zaman, o "ali bak"ları falan bacası tüten evler olarak çizerdim, "ışık ılık süt iç" leri orman yapar ortadan nehir dökerdim falan, her seferinde bu yaratıcı ruhum takdir göreceğine 101 dalmaçyalı köpekleri desenli ciltle ciltlediğim kırmızı imtihan defterim 65 kişilik sınıfta kafamda patlardı... kimse benle oturmak istemez, konuşmaz,oyun oynamaz falan, hadi çocuklar acımasızdır da öğretmen niye, ne alaka oğlum! Sümüklü bile değildim o yaşta, kol bantlarım hep tertemizdi! Velhasıl ben şahsıma beslenen bu yoğun formüllü antipatiyi okulun ilk günü icra ettiğim çoklu performans gösterime bağlıyorum.

    Üçüncü derste aramızda hala kaynaşmayan, çekinceli öğrenciler olduğunu anlayan öğretmen, "hadi şimdi herkes tek tek kalksın, bize bir şarkı söylesiin, alkışlayarak oylama yapalım çocuklar oldu muu!" diye coşkulu bir öneride bulundu ve ilginç bir şekilde bütün öğrenciler kabul ettik. Şimdi onlar düşünsün...

    Herkes çıkıyor, ya minnoş bir çocuk şarkısı (mini mini bir kuşun donmak üzereyken eve alınması, sonra nankör itin teki çıkmasıyla ilgili, kadın anaların çilesi ve güneşin alasının birbirine oranının hesaplandığı, haftanın günlerinin ekmek macchiato çarpsın ki yedi tane olduğunu anlatmaya çalışan bilumum şarkılar işte) , ya da anasından babasından duyup öğrendiği naif, kendi halinde türküler ("yatırdım yatırdım çam dibine" gibi, "kayanın dibinde mal mı yayılır" gibi, "asvap serdim sicime,uyma elin picine" gibi) söylüyor. Ben daha o yaşta Mustafa keser'le gapışabilecek zenginlik ve çeşitteki repertuarımı tarıyorum,tarıyorum ki orijinal olayım, bu mini mini birlerle bir olmayayım. Yeterince bir'iz zaten, bir de bir olursam artık biiir biiir birilerine yani...

    Sıra bana geldi. Fırfırı bile olmayan maviş önlüğümün içinde mağrur, dantelsiz ama dişi olduğuma delalet kalp desenli beyaz yakamın içinde (ulan o zaman bile beyaz yakalıymışım, ne dangalak bir kast geçişi yaşadım ben zaman içinde tövbe tövbe...) orijinal ve pop art ruhluydum. Kara tahtanın önüne geldim ve pür sessizliği, meraklı miniklerin dingin heyecanını, öğretmenimin "yeni nesil benim eserim olacak" umudunu aha şu eserin sesli ve görüntülü icrasyla darmaduman ettim. Ben bir kral tv çocuğuydum, bana yakışanı yapmalıydım. Evet, şarkıyı baştan sona söyledim. Doğuş'un kameraya baktığı gibi o masum miniklerin yüzüne gözlerimi aça aça aça aça aça aaaa diye baktım. Adeta bir cabbar, bir bıcır gibi, aynı o Papağanlar gibi doğuş'tan öğrendiğim ne varsa tekrarlıyordum. Yeni nesil bendim, öğretmenin bu gerçekle okulun daha ilk günü karşılaşması, onda tamiri mümkün olmayan ve zaman içinde benim kafama ve kulağıma yansıtacağı tahribatlara sebep olmuştu, bunu gözlerindeki dehşetten anlayabiliyordum. Huzur ve sükunun ebesine atlamıştım, tck madde 123 ün nefesini ensemde hissediyor, buna rağmen kuyruğuna basılmış itler gibi hopluyor,dans ediyor, utanmadan klipteki taklayı atmaya teşebbüs ediyordum. Ve Sadece 6 yaşındaydım...

    Şarkı bittiği ve dilim dışarı çıktığı andan sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yani iki ders öncesi gibi. her şey hızla boka saracak, katı olan her şey buharlaşacak, ben asla durmayacaktım. Sonrası olaylaa olaylaa... Onlar da başka günlerin entry'si, bugünlük bu kadar kara mazi yeter, öperim muhteremler.