1. sana gözlerini açma demiştim.
    senin gözlerin de yeşildir şimdi.
    girersem çıkamam içinden.
    üzülürüm.
    üzülürsün,
    üzülür yastıkların.
    duvarların üzülür demiştim.

    indir o uzun siyah kirpiklerin tenine değsin.
    bana bakma demiştim.

    öylesine birgün otururken meyhanede,
    aklıma gözlerin gelir.
    ağlarım kahverengi.
    seni ağlarım.
    bizi ağlarım.
    deviremediğimiz dağları,
    sevişemediğimiz bağları ağlarım demiştim.

    ama açtın ya yine sen gözlerini.
    açmayaydın iyiydi.

    sana adını söyleme demiştim.
    senin adın kesin bir prensesin adıdır.
    unutamam aklımda kalır.
    dayanamam söyleme demiştim.

    ben yoldan kolay çıkarım.
    beni kendi trafiğinin kazalarında zayi etme.
    bir gün başka bir kalbe tezgah açacak olursun,
    orayı benzinle değil, senin adınla yakarım demiştim.

    ama söyledin ya yine adını
    söylemeyeydin iyiydi

    sana, aşık olmayalım demiştim.
    bu viranelerde, bu birahanelerde dolaşma.
    buralar benim.
    aşkını kendime öğrettiğim dershaneler,
    eyvahlarla hay allahlarla gemi yaptığım tershaneler benim.
    seni buralarda görmeyeyim.

    sakın ama sakın;
    aşık olmayalım demiştim.

    aşık olursak,
    mutsuzluk tutup bizi bir yerimizden öyle savuracak ki,
    kolumuzdan kanadımızdan olacağız demiştim.
    her gün dalgalar yutacak gemilerimizi
    kaptanlar bizi terk edecek, biz batacağız demiştim.

    sana, aşık olmayalım demiştim.
    ama aşık olduk ya yine seninle biz.

    demis can bonomo.
  2. gençlik bir kitaptı, okuduk bitti;
    canım bahar geçti çoktan, kış şimdi.
    hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş?
    nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti

    ömer hayyam

    (bkz: nasıl ne zaman - hardal)
  3. sizin için yola çıkmış bir şarkı,
    düşünülmüş gözleriniz üstüne.
    için-için yaratılmış bir şarkı,
    bırakılmış yollarınız üstüne.
    sizsiz sizi yaşanılmış bir şarkı.

    seslerini uzağınız derledi,
    sözlerini kulağınız derledi,
    anlamını dudağınız derledi,
    sizsiz size uzanılmış bir şarkı;
    özlemini kucağınız derledi.

    özdemir asaf - bekleyen şarkı
  4. sana şiirler okuyacağım, gitme
    güneşler doğacak yalnızlığımdan
    sana bir ışık getireceğim
    büyük aydınlığımdan

    sana bir dolu umut getireceğim
    küçük ellerine sığmayacak
    sana afrika gecelerini getireceğim
    sımsıcak

    sana çiçekler getireceğim
    bozulmuş güz bahçelerinden
    sana bir serinlik getireceğim
    yağmur tanelerinden

    sana avuç avuç yıldız getireceğim
    güneşimden başka
    sana engin denizlerin maviliğini getireceğim
    köpük köpük dalga dalga

    sana bir rüzgar getireceğim
    dağlardan, tepelerden
    gitme, sana zamanı getireceğim
    zamanın bittiği yerden
  5. inanıyorum söylediğini candan söylediğine,
    ama bugünkü karar yarın bozulur çok kez.
    kendi kendimize verdiğimiz sözü tutmak,
    en çabuk unuttuğumuz şeydir ne yapsak.
    madem ki bu dünya bile yok olacak bir gün
    sevginin bitmesine insan neden üzülsün?
    aşk mı kaderi kovalar, kader mi aşkı?
    daha kimseler çözemedi bu bilmeceyi
  6. erkek kadına dedi ki:
    -seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    erkek kadına dedi ki:
    -seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    kadın erkeğe dedi ki:
    -baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    ve ben artık
    biliyorum:
    toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    kadın sustu.
    sarıldılar
    bir kitap düştü yere...
    kapandı bir pencere...
    ayrıldılar..


    nazım hikmet ran
  7. geceye olmayacak ama yine de nazım görünce dayanamadım .

    1

    süleyman'a karısı telefon etti :
    — konuşan ben,
    ben, fahire.
    tanımadın mı sesimden?
    demek çok bağırdım birdenbire.
    çığlık mı?
    belki...
    hayır,
    çocuklar hasta değil.
    dinle beni :
    işini bırak da gel,
    çabuk ol ama.
    telefonda anlatamam,
    olmaz.
    daha kıyamet kadar vakit var akşama.
    saatlar, saatlar,
    kıyamet kadar.
    sorma.
    dinle beni...
    hemen vapur bulamazsan
    üsküdar'a kayıkla geç.
    bir taksiye atla.
    paran yoksa
    patrondan avans al.
    yolda hiçbir şey düşünme,
    mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
    yalan kuvvetliye söylenir
    ben kuvvetsizim.
    alay etme kuzum.
    evet kar yağacak,
    evet
    hava güzel.
    koynuna girdiğim adam gibi
    kocam gibi değil,
    büyüğüm, akıllım,
    babam gibi gel...


    2

    geldi süleyman,
    fahire, kocası süleyman'a sordu :
    — doğru mu?
    — evet.
    — teşekkür ederim süleyman.
    bak işte rahatladım.
    bak işte ağlamıyorum artık.
    nerde buluşuyordunuz?
    — bir otelde.
    — beyoğlu tarafında mı?
    — evet.
    — kaç defa?
    — ya üç, ya dört.
    — üç mü, dört mü?
    — bilmiyorum.
    — bunu hatırlamak bu kadar mı güç süleyman?
    — bilmiyorum.
    — demek ki bir otel odasında.
    kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
    bir ingiliz romanında okudum,
    bu işlere yarayan otellerde
    kırık küvetler varmış.
    sizinkinde de var mıydı süleyman?
    — bilmiyorum.
    — hele düşün,
    toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
    — evet.
    — hiç hediye verdin mi?
    — hayır.
    — çukulata, filân?
    — bir defa.
    — çok mu seviyordun?
    — sevmek mi?
    hayır...
    — başkaları da var mı süleyman?
    — yok.
    — olmadı mı?
    — hayır.
    — bunu sevdin demek...
    başkaları da olsaydı
    daha rahat ederdim...
    çok mu güzel yatıyordu?
    — hayır.
    — doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
    — doğru söylüyorum...
    — zaten gösterdiler bana.
    inek gibi karı.
    belimden kalın bacakları...
    fakat zevk meselesi bu...
    bir sual daha, süleyman :
    niçin?
    — bilmiyorum...

    karanlıkta pencerenin hizasında
    karlı, ağır bir çam dalı.
    bir hayli zaman oldu
    sofada asma saat on ikiyi çalalı.

    3

    süleyman'ın karısı fahire
    şunları anlattı kocasına ertesi gün :
    — ... dayanılmaz bir acı halindeydi
    kendime karşı duyduğum merhamet,
    ölmeye karar verdimdi, süleyman...
    annem, çocuklarım ve en önde sen
    bulacaktınız karda ayak izlerimi.
    bekçi, polisler, bir tahta merdiven
    ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
    arka arsada bostan kuyusundan.
    kolay mı?
    gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
    sonra kenarına çıkıp durarak
    baş aşağı atlamak karanlığına?

    fakat bulmadınızsa eğer
    karda ayak izlerimi
    sade korktuğumdan değil.
    bekçi, merdiven, polisler,
    dedikodu, kepazelik,
    aldatılmış bir zevcenin intiharı :
    komik.
    niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
    kime? herkese, sana meselâ.
    insan, ölmeye karar verirken bile
    insanları düşünüyor...

    sen yatakta uyuyordun
    yüzün rahat,
    her zaman nasıl uyursan
    ondan evvel ve o varken.

    dışarda kar yağmaya başladı.
    bir tek gecelikle çıkmak balkona :
    zatürree ertesi gün,
    nümayişsiz ölüvermek.
    hayır,
    hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

    yaktım sobamızı.
    iyice ısınmak lâzım ilkönce.
    ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
    pencereye, kara bakıyorum :
    «eşini gaip eyleyen bir kuş
    gibi kar
    geçen eyyamı nev baharı arar...»
    babam bu şiiri çok severdi.
    sen beğenmezsin.
    «sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»

    lambayı söndürmeden balkona çıktım.
    « ... gibi kar
    düşer düşer ağlar...»
    oturdum balkonda iskemleye.
    havada çıt yok.
    karanlık bembeyaz.
    uykudayım sanki.
    sanki çok sevdiğim bir insan
    korkarak beni uyandırmaktan
    yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
    üşümüyordum.
    kederim duruluyor
    berraklaşıyor.
    odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
    sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
    ben rehavetli bir mahzunluk içinde
    acayip şeyler düşünüyordum :
    feneryolu'ndaki çınar
    150 yaşındaymış.
    ömrü bir gün süren böcekler.
    gün gelecek
    insanlar çok uzun
    çok bahtiyar yaşayacaklar.
    insanın yüreği ve kafası var...
    insanın elleri...
    insan?
    ne zamanki,
    nerdeki,
    hangi sınıftan?
    onların insanları,
    bizim insanlarımız.
    ve her şeye rağmen
    yeni bir dünya için yapılan kavga.
    sonra sen
    ben
    bir kırık küvet
    ve benim
    kendime karşı duyduğum merhamet...

    kar durdu.
    sökmek üzre şafak.
    utanarak
    odaya döndüm.
    o anda uyansaydın
    sarılıp boynuna...
    uyanmadın.
    evet,
    çok şükür nezle bile değilim.

    şimdi?
    zaman zaman hatırlayıp
    zaman zaman unutacağım.
    yine yan yana yaşayacağız
    beni sevdiğine emin olarak.

    4

    altı ay kadar geçti aradan.
    bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
    gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
    fahire birdenbire durdu
    baktı muhabbetle kocasının gözlerine
    ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.

    nazım hikmet ran

    edit : imla
  8. özledim seni... ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir. beynimi uyuşturuyor özlemin... çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca zamandır içimi ısıttığını yeni yeni anlıyorum yokluğun, hatırladıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp mütemediyen bir boşluğa sabahları seni okşayarak başlamaları akşamları her işi bir kenara koyup seninle başbaşa konuşmaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü... nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne kadar yumuşak bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken gitmeni asla istemediğim halde buna mecbur olduğunu görmek ve sana bunları söylemeden ''git artık'' demek ''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa'' demek sana ne de zor seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....
  9. mavi
    üstünde yağmurdan başka hiçbir şey yoktu
    anlam olmak için yeterince çıplaktın
    şiirin nasıl bir şey olması gerektiğini
    hatırlatıyordu gözlerin, sana böyle inandım:
    ben inanmak için şiir yazıyorum, gözlerin
    cihangir'i hatırlatıyordu, hayal içinde fakir
    üsküdar'dan o rüyaya baktım: maviydin
    bir özletip bir geri çekiyordun denizlerini!
    usul usul inandım güzelliğin hatırına yağan
    yağmurun üstümüzde hakkı vardır, inandım
    uzak bir mavi kızın gözlerindeki bulut
    burada içimize yağacaktır, inandım, mavi
    bir yağmurluğun da olsa şiirden ıslanırdın!
    gövdene de böyle inandım, duruydu, şiirin
    nasıl bir şey olması gerektiğini hatırlatıyordu:
    öyle çıplaktın ki içinde şiirden başka
    hiçbir şey yoktu, gövden neyi hatırlatıyorsa
    ona inanıyorum, beni hatırlamasa da, biliyorum
    bazı uzaklıkların hiç mektup beklemediğini...

    bazı şiirler de bekleyemiyor yağmurun dinmesini!

    haydar ergülen
  10. yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
    belini sarmayalı,
    gözünün içinde durmayalı,
    aklının aydınlığına sorular sormayalı,
    dokunmayalı sıcaklığına karnının.

    yüz yıldır bekliyor beni
    bir şehirde bir kadın.

    aynı daldaydık,
    aynı daldan düşüp ayrıldık.

    aramızda yüz yıllık zaman,
    yol yüz yıllık.

    yüz yıldır alacakaranlıkta,
    koşuyorum ardından.

    nazım hikmet