1. "...senin sular gibi umudun var
    deniz hayvanları gibi kör karanlıkta
    bir küçük yalan ardından günlerce
    bölüne bölüne çoğalır.”
  2. elmalarda diş izi
    senindir bu dişlem
    yapıldı hanene
    gereken işlem

    melekler de tanık
    suçlusun
    iş bu yasa hükmünce
    sen bir insanoğlusun

    insanoğlu


    madde bir
    dünyaya gelmelidir

    madde iki
    sevmeli sevilmeli
    dünyayı cennetin
    kendisi bilmelidir

    madde üç
    yaşama sevgisinin
    kökleri gönlünde
    insanoğlu günün birinde
    ölmelidir

    dönmelidir dudaklarına
    buruk bir elmanın tadı

    (dördüncü madde okunamadi)

    iş bu yasayı
    kim yürütür bilinmez
    bilinmeyen ellere
    karşı gelinmez

    bülent ecevit...
    madde ikideyim...
  3. 1984

    bizim enteller
    kitabını överler de
    içinde yaşadıklarına ses etmezler

    off, ne bitmez sene
    şu bin dokuz yüz seksen dört!
    otuz iki kişinin canına kıyıp
    adına hayata dönüş diyenle
    zeytin dalı deyip
    komşusuna savaş açan
    aynı düşün işte,
    çiftdüşün,
    bitmemeye and içmiş.

    yoksa bizim enteller de
    küçük birader olmaya and içmiş olmasın?
  4. eve gelirken mutlu şarkılar getir.
    sonu mutlu biten bütün filmleri izleyelim.
    terli terli su içelim.
    ilk öpüştüğümüz gibi yine...
    ben yine çok konuşayım, sen yine bana şapşal de.

    bak..

    gözlerim istanbul'a ilk geldiğim gibi, daha kimselere küsmedi.

    telefon faturasını ödeyemedim.
    olsun.
    ceplerimdeki bozuklukları sayıyorum.
    olsun.
    kötü bir kardeşim.
    olsun.
    enkaz gibi geziyorum.
    olsun.
    bencilim. yalancıyım. korkağım.
    olsun.

    her şeye inat.
    en çok kendime..

    gülmekten gözlerim yaşarana kadar mutlu olacağım bundan sonra..

    filmin sonu mutlu bitiyor.


    gözlerim istanbul'a ilk geldiğim gibi
  5. şimdi açsam pencereyi beklesem
    sen gelsen
    olmaz ya hani geliversen
    hiç bir şey sormasan
    hiç bir şey söylemesen
    sussam
    sussan
    sussak.
    susuşların anlattığını dinlesek
    sırt sırta otursak
    katılasıya ağlasak
    sormasak birbirimize sebebini
    sarılsam
    sarılsan
    sarılsak.
    ve yine hiç bir şey konuşmasak
    ama anlasak
    ne vardı sahi
    olmaz ya
    hayal ya
    hani diyorum olsa ne vardı.
  6. fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
    bir güvercin uçurup kıtalar arasından
    çağırdın beni
    geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
    derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
    yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
    yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
    yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
    koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına

    adını söylemek istemiyorum
    her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
    her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
    zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
    adını söylemek istemiyorum
    rüveyda dediğim zaman
    anla ki, senin için yürüyor kelimeler
    çığlığımın atardamarlarından

    hangi yıldızdır bilmem, gözlerin
    kayar da üzerime rüveyda
    önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime
    sonra açılır önümde ıstırab vadileri
    silik renkleriyle adımlarıma
    çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
    hayalin bittiği menfeze doğru
    alaca bir at koşar içimde
    zamansız, mekansız nefese doğru

    uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
    yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
    oysa rüveyda
    baştanbaşa ben
    kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim.

    kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden
    bir anlatsam nasıl utandığımı
    bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
    ağarır tanyeri nilüferlerin
    alaca bir at koşar içimde
    ezer toynakları ile anılarımı

    sular köpürmemeliydi rüveyda
    kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin
    ben zehire alışkınım, şerbete değil
    rüyalar hefret eder avare duruşumdan
    kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde
    sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber
    ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş
    yargılamak için zeval kayıtlarını
    inkılab bekliyorum

    hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin
    uzanır da gönlüme rüveyda
    derinden bir ok saplanır bağrıma
    beynimi çağıran bir sese doğru
    alaca bir at koşar içimde
    zamansız, mekansız nefese doğru

    varlığın cinayettir memleketimde işlenen
    akıtır kanını en asil pehlivanların
    yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi
    varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

    artık eskisi gibi bakamıyorsun
    göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda
    binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
    güneş bir anne gibi dururdu başucunda
    artık dokunamıyor kakülün bulutlara
    karalara bürünmüş saçlarında dolunay
    ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda

    hangi ressamı vurur bilmem, endamın
    sarar da benliğimi
    ben beni tanımam kaldırımlarda
    kafesleri yutan kafese doğru
    alaca bir at koşar içimde
    zamansız, mekansız nefese doğru

    kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına
    duydun mu orkideye dua eden birini
    bu ısmarlama yüzler yok mu rüveyda
    bu yapmacık bebekler
    gözyaşı akıtırken gülenler yok mu
    beni kahrediyor geceler boyu

    hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün
    soluk bir dünyanın mezarlarına
    gömerek gurbetimi
    kapadı karanlığa yesrip, kapılarını
    meydan okuyuşun çağın ordularına
    bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır
    doruklardan öte hevese doğru
    alaca bir at koşar içimde
    zamansız, mekansız nefese doğru

    yasını tutuyorum kararttığım düşlerin
    yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda
    amansız bir ütopya üfleyen pencereler
    lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi
    önümde, haksızlığın hesaba çekildiği
    hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer
    arkamda, kare kare ömrümü belirleyen
    hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler

    söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını
    yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere
    kim giydirir başıma tacını nihayetin
    kim takar bileğime hürriyet künyesini
    karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle

    rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı
    ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
    asırlardır köhne barınaklarda
    küflenen, çürüyen çığlıklarımı

    at vuruldu; içim paramparça rüveyda
    gölgelerin ardına sakladım kusurumu
    sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin
    ben burda damla damla eriyip akıyorum
    yine de, çiğnetemem kimseye gururumu
    istenmediğim yeri sessizce terkederim
    hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu
    mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim

    rüveyda-nurullah genç
    eale
  7. "hoşçakal öyleyse güzel,
    güzeli öyleyse hoşçakal."

    can bonomo
  8. nasıl iyileşebilir insan
    iyi olmak, iyicilik değil
    iyileşmek nasıl
    göz nasıl hızlı çekim geri alır
    kulak nasıl duymazlaşır
    bellek nasıl temizlenir
    beyin nasıl yıkanır
    bütün bunlar yapılsa da iyileşmeyen
    nasıl olur iyileşir

    ömer şişman (bkz: dramatik iyileşmeler)
  9. öldü bir sayrının

    felenbur’a

    alanı, kayıpların nabız sayarak ıhladığı alanı
    mabetlerden, içmelerden, uğraklardan bir irim şu duran
    üstüne kerhen kızıl, yakılı bir gurup uzandıysa
    diye ürkülen onu kavramak yerine sezdin.
    o, savruk çığıltının çıkağında bittidir.
    hâlâ buzdan bir çömlekte bilenen hiç gelmedi kış soğuğunu
    niyedirse yanımıza almayı
    oladı biz de unuttuk.

    kendi de buğu bir kervan geçe denesi buğulu çölden
    buğunun buğusu, selâmlı sabahlı
    olmadı ya kirpikli o rüzgâr geçiverir.
    sulandığıyla tıraşlanan vaha
    filbağı berisinden yol uzansamış
    bitiminde sırf fiyaka ki aysar bir havan
    diyesi gelse gırtlağı daralan kekeç.

    horlak ya hani sınırda bir kente gitmeye
    virajlarında yara bere beklenilen yerlek.
    ulusu, ne denesi, iskâna açık heyelana çeker
    simaen bir bızır duyumunu ışıtan
    sevinmez bir düştü.
    evleklerde yayılan keyfekeder cesetlerse, zannedersem
    urbalarını, erzaklarını, hurçlarını, edevatlarını
    gizledikleri mavi brandanın altından hık mık
    deyiver bilmem nasıl çıkarttılar.

    ekşiliği geçince, hani şu
    -bu henüz tanımlamadığım bir ekşilik-
    yine görünenin aslı yok o yere bakakalan berberin ensesinden
    göğü bit bürüse ne korkunç kırları
    debelenerek aşan, pabucu anız, nesnas sürüleri
    mızrağın mızrağa, kalkanın kalkana alıktığı yerde
    kimi maiyetin viyakla ötürdüğü sası behişt
    buralardı a, gözlerimiz aka aka yürüdük.

    ölen vuruldu vurulan öldü namlı yol üzeri bölgeyi
    kime açsam göçtü vuruldu, bir pusulayla küsüşmüş.

    nisan ‘17

    (bkz: kaynak)
  10. yerini bulamayan bir z raporu

    i.
    zehra sahipsiz değil
    üç jeneratörü oldu
    kocaeli’nin gebze ilçesinde
    solunum cihazına bağlı yaşayan
    ve ailesinin elektrik
    kesintilerine karşı önlem olarak
    aldığı jeneratörün çalınmasıyla
    güç durumda kalan
    2.5 yaşındaki zehra’ya
    kurum ve firmalarca
    3 jeneratör hediye
    edildi.

    darıca beldesi, kazım karabekir mahallesi’nde
    oturan sertkaya ailesi’nin
    evin kömürlüğüne koyduğu jeneratörün
    çalındığı haberinin ardından
    çok sayıda kişi ve kuruluş
    aileye yardım
    etmek istedi.
    solunum cihazına bağlı yaşayan
    ve elektrik kesintilerine karşı korunmasız
    kalan 2.5 yaşındaki zehra’ya yardım
    etmek isteyen
    hadımköy belediyesi
    aksa jeneratör
    ve çukurova ithalat ihracat firmaları
    jeneratör hediye
    etti.
    gebze şekerpınar’da kurulu honda aş ise
    aileye jeneratör verildiğini görünce

    (bkz: yerini bulamayan bir z raporu)